[voiserPlayer]
Günlük politikanın dili, meşruluğundan kuşku duyulmayan ama hikayesi de bir o kadar bilinmeyen değer yüklü birçok kavramla dolu. Bu kavramların hayat hikayelerini bilmenin bize zihin berraklığı açısından belli bir tür avantaj sağlayacağını söyleyebiliriz. Bu iddiamın başlıca üç gerekçesi var. Birincisi, politika her şeyden evvel dilsel bir aktivitedir. Politik edimler kendilerini dil uzayında kurarlar: Bir protesto, politik bir kampanya yürütmek, propaganda yapmak; bunların hepsi aynı zamanda dilsel edimlerdir. Dil kavramlarla, kavramlar ise anlam ve değerlerle yüklüdürler. İkincisi, dil ve taşıdığı kavramlar tarihsel varlıklar oldukları için bu kavramların semantik alanının her zaman aynı kalmadığını, genişlediğini, daraldığını, değer bakımından kimi zaman olumlu, kimi zaman olumsuz çağrışımlarla yüklendiklerini söyleyebiliriz. Üçüncüsü, politik kavramlar bir dereceye kadar bizim politik inanışlarımızı ve edimlerimizi de belirlerler. Örneğin, totaliter ideolojilerin taşıyıcısı olduğunu düşündüğümüz politik-toplumsal hareketlere karşı olumsuz tutumumuz; demokrasinin, totaliterliğin karşıt kavramı olarak içselleştirilmesi ve onun iyi bir şey olduğu inancıyla doğrudan ilgilidir. Denilebilir ki, politik kavramlar dünyamızın bir parçası olmakla kalmayıp bizim istek, arzu ve edimlerimizle oluşturduğumuz bu dünyanın aynı zamanda belli ölçüde kurucu unsurlarıdır. Demek ki bu kavramlar üzerinde durup düşünmemiz, fuzuli bir entelektüalizm olmak şöyle dursun, politik inanışlarımızı, tavırlarımızı ve hatta kendimizi anlama sürecimizin önemli birer parçası olabilirler.
Kavramın Doğuşu
Bu noktada popülizm kavramının tarihsel macerasına kısaca bir göz atmak faydalı olacaktır. Popülizm öyle bir kavram ki Latin Amerikanın solcu başkanlarından tutun da Avrupa’nın yükselmekte olan radikal sağ partilerine dek hem solcu hem sağcı politik çizgileri tanımlamak için kullanılıyor ki biz bu listeye İslamcı bagajı bir hayli yüklü olan AKP ve onun liderini de ekleyebiliriz. Bu kadar geniş referans aralığına sahip bir kavrama dair iki şeyden biri söylenebilir: Ya iyi tanımlanmamış, muğlaklıklarla dolu ve yeni bir kavramdır ya da tarihsel seyri, yani hayat hikayesi boyunca uygulanma kriterleri değişip çeşitlenmiş, böylece semantik alanı genişlemiştir. Popülizm kavramı için daha çok ikincisi geçerli.
Kavramın köklerine indiğimizde, 19. yy’ın ilk yarısında demokrasinin değişen anlamı bağlamında ortaya çıktığını görüyoruz. Nitekim bu döneme dek, başta Fransa ve Amerika olmak üzere kitle hareketlerinin ve savaşımların ardından kurulan politik sistemlerin “demokratik”ten ziyade “temsili” ya da “cumhuriyetçi” olarak tanımlandıklarını görüyoruz.[1] Yani demokrasi ya da demokratik terimlerinin, bizim bugün “demokrasi” olarak tanımladığımız genel oy hakkına dayalı rejimler için kullanımı pek de popüler değildi. Bunun bir sebebi de köklerini Platon ve Aristoteles’ten alan Batı felsefesi geleneğinde demokrasinin bir tür “ayak takımı yönetimi” olarak kavranmış olmasından ötürü taşıdığı olumsuz anlam yüküdür. Ancak 19.yy’ın ilk yarısından itibaren bu durumun değişmeye başladığı görülür. Aynı dönemde, popülizm teriminin kendisinden türetildiği “people” kavramı da meşru politik rejimin kendisine dayandığı iktidarın esas sahiplerini ifade eden, olumlu anlamda değer yüklü bir kelime olarak yavaş yavaş anahtar bir terim haline gelmeye başlar. Bu aşamada popülizm kavramının ilk nerede ve ne bağlamda ortaya çıktığını tespit etmek için biraz Amerikan siyasi tarihine göz atmamız gerekiyor.
Amerikan İç Savaşı’nın ardından, küçük çiftlik ve arazi sahiplerinin derin bir yoksulluğa sürüklenmesi ve mevcut iki siyasi partinin bu toplum kesimlerini temsil etmede yetersiz kaldığının düşünülmesiyle 1892 yılında The People’s Party[2] kurulur. Partinin başlıca iddiası, “yönetimi ‘sıradan halkın’ eline geri vermek”tir.[3] 1892 yılında, Demokrat Parti ve Halk Partisi’nin birleşmesinin tartışıldığı bir toplantıda, Halk Partisinin liderlerinden biri olan W. F. Rightmire, insanlarla yapılan sıradan konuşmalarda Halk Partisinin isminden bahsetmekte güçlük yaşadığından şikayet eder. Cumhuriyetçi Parti mensupları kendilerine rahatça Cumhuriyetçi, Demokrat Parti mensupları da Demokrat derken, Halk Partisi mensuplarının böyle kolay ifade edilebilir bir sıfatı yoktur. Rightmire günlük kullanım için bir tür rumuz talep eder, bunun üzerine yine partinin liderlerinden biri olan Overmyer, People terimiyle ilişkili olan Latince Populus teriminden türettiği “Populist” kavramını önerir.[4] Popülizm kavramının kullanılmaya başlanması böylece gerçekleşir.
Amerikanın ilk “popülist”lerinin temel iddiası ve söylemi, gücü halktan uzak olan (Cumhuriyetçiler ve Demokratlar) politikacıların elinden alıp yeniden halka vermekti. Daha bu ilk evresinde popülizm kavramı, bariz bir “karşıt kavram” olarak şekillenmiştir: Bir tarafta halk, diğer tarafta politik elitler vardır. Elitler kötü, halk ise iyi olarak görülmektedir. Kısacası, popülizm görünüşte meşru politik hedefleri temsilen kullanılan bir terimdir ve henüz olumsuz çağrışımlara sahip değildir. İlgili literatürde aynı kavramın bambaşka bir politik rejimin hüküm sürdüğü iklimde ve başka bir coğrafyada (Rusya) ortaya çıkmış olan Narodnikler için de kullanılması ilk bakışta biraz kafa karıştırıcı görünebilir. Ancak bütün politik, coğrafi ve kültürel farkları parantez içinde aldığımızda her iki hareketin de kapitalist endüstriyelleşmenin ilerleyişine yönelik kırsal kökenli tepkileri somutlaştırdığı söylenebilir.
Kavramın Değişimi
Kavramın anlamındaki olumsuz yönde ilk değişimi, İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyada görüyoruz. Faşizm ve Nazizm gibi totaliter hareketlerin geniş kitlelerce desteklenmesi, halk yığınlarının demokratik rejimler için istikrarsızlaştıcı bir unsur olabileceğine dönük yeni bir tür “elitist” kaygıyı tetikleyerek, kavramın anlamında olumsuz yönde bir değişime sebebiyet vermiştir. Yeni anlaşıldığı şekliyle popülizm, artık eğitimsiz halk yığınlarının, iktidarı tekelinde tuttuğuna inandığı politik ve toplumsal elitlere dönük öfkesini ve bu öfkenin mobilize edilmiş biçimini ifade eder. Bu öfkenin mobilize edilişine ve halkın eğitimsiz olmasına rağmen halkın yöneticilerinden daha iyi, daha bilge ve daha erdemli olduğuna yönelik bir inanış ve bu inanışı yeniden üreten propaganda süreçleri popülizm hareketine eşlik etmektedir.
Türk siyasetinde millet kavramı ile karşılanan halk yığınlarına neredeyse şaşmaz, ilahi bir feraset atfedilişini, şehirli, seküler orta sınıflara yaşam tarzı kaynaklı duyulan öfkeyi ve “Anadolu irfanı” gibi tabirlerin iktidar çevrelerinin diskurundaki yoğun dolaşımını tecrübe etmiş bizler için yukarıdaki popülizm tarifinin ne ölçüde tanıdık olduğunu tartışmaya lüzum yok. Bu şekilde kavramsallaştırılan popülizm, liberal demokrasinin karşıt kavramı olarak konumlanmaktadır. Elbette liberal demokrasinin bir norm olarak kabul edilmesi, tartışılması gereken lakin bu yazının sınırları dışında kalan bir konu. Ancak kavramın bugün hem soldan, hem sağdan hareketlere bu kadar esnek biçimde uygulanabilmesini sağlayan en başta bu karşıtlıktır. Hayat hikayesine, elitlere karşı demokratik ve eşitlikçi taleplerin taşıyıcısı olarak başlayan kavram, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından zaman içinde, eğitimsiz ve geniş halk kesimlerinin hakim değerlerine göre “öteki” olarak konumlandırılan bütün toplum kesimlerine ve o kesimlerin taşıyıcısı olduğu düşünülen değerlere yönelik kolayca manipüle edilebilir hıncını ifade eden bir etiket haline gelmiştir. Toplumsal olanlar dahil hiçbir fenomen, birdenbire, öylesine zuhur etmezler. Sağ ya da sol olsun, bu biçimde anlaşılan popülizm bir sonuçtur. Sebepleriyse, öncelikle toplumsal refâhın nasıl bölüşüldüğünde, kamusal haklardan ne ölçüde eşit faydalanılabildiğinde aramak gerekir.
Fotoğraf: Jr Korpa
[1] Przeworski, A. (2010), Democracy and the Limits of Self-Government, Cambridge UP, Cambridge, p.4.
[2] Bundan sonra metinde “Halk Partisi” olarak geçecek.
[3] Hicks, J. (1931), The Populist Revolt. A History of Farmers’ Alliance and the People’s Party, Greenwood Press, Westport, p. 238.
[4] A.g.e., p.238