[voiserPlayer]
Türkiye’de hükümetçe takip edilen ekonomi politikalarının toplum üzerinde yansımaları giderek duygusal bir görünürlük kazanıyor. Sonda değil başta söylemek lazım: Türkiye giderek herkesin herkesten nefret ettiği bir yer haline geliyor. Neden fakirleştiğini anlamaya çalışan milyonlar, cevabı en yakınlarında arıyor.
Bir beyaz yakalı, işyerinde kendisinden daha fazla kazananı fakirleşmesiyle ilişkilendirirken ve bir yandan da sahip olduklarını korumak için asla yetmeyeceğini bildiği halde yeni yetkinliklere sahip olmaya çalışırken; kamuda çalışansa kendisine kıyasla “sürünen” beyaz yakalara karşı hissettiği acıma duygusundan kalan zamanında daha fazla yetkinliğin değil, yalnızca “tek parti”ye daha fazla angajmanın sonuç doğuracağının bilinciyle tökezliyor. İşsizler, hayatta kalmayı başardılarsa ağır depresyonla mücadele ediyorlar; emekliler, fiziksel olarak sağlıklılarsa sağlıksız iş piyasasına katılmak için uğraşıyorlar.
Şimdi de 2 milyondan fazla kişinin emekli olabilmesini mümkün kılan ve böylelikle emeklilerin çalışanlara oranının yaklaşık 50%’ye ulaşmasının beklendiği EYT düzenlemesi, neden fakirleştiğimiz meselesinde bu sefer de okların bu düzenleme kapsamında emekli olabileceklere çevrilmesine yol açıyor. Her ne kadar düzenleme daha fazla enflasyona yol açacaksa da, her ne kadar emekli maaşları temel ihtiyaçları bile karşılamaya yetmeyeceğinden gerçek bir emeklilik sayılmasa da bu düzenlemeden yararlanacak olan herkes için biricik bir fayda yaratacak. Bu sebeple, köle gibi çalıştırılan, yaş aldıkça işverence daha kolay işsizlikle tehdit edilen milyonlar kendi lehlerine olduğuna inandıkları bir yasanın çıkması için yüksek sesle talepte bulunmalarından dolayı suçlanamazlar. KYK borçlarını ödeyemeyenlerin suçlanamayacağı gibi… Üstelik, vatandaşın örgütlenip taleplerini ifade etmesi demokrasi için bir kazanımdır.
Sınırlı Kaynaklar Kimin İçin Harcanacak?
Türkiye’de temel bir sorun olarak kamunun sınırlı kaynaklarının nereye harcanacağı meselesinde matematiği reddetme eğilimindeyiz. Eğer siyaset biraz da bu kaynakların nasıl kullanılacağı meselesiyse ideal bir liberal demokraside bu matematiğin en çok da basın aracılığıyla vatandaşlara aktarılması beklenirdi. O ütopyada; Kanal D akşam haberlerinde, Takvim ise manşetten kalem kalem mecliste görüşülmesi uzunca zaman alacak bir meseleyi detaylarıyla tartışırlardı. EYT’ye ilişkin düzenlemenin doğru olmadığını savunan gerek siyasetçiler gerek akademisyenler kendilerini anlatırlardı. Belki tüm bu süreç, yaratacağı ekonomik maliyet de göz önünde bulundurulduğunda, aylarca sürerdi. Oysa şimdi ciddi maliyetler doğuran ve çoğunlukla seçim kampanyasının bir parçası olarak iktidar partilerince hayata geçirilen çeşitli “altın saçma” faaliyetleri, toplumsal grupların birbirinden nefret edecekleri, birbirlerine hesap soracakları bir hal almaya başlıyor.
AKP’nin ekonomi politikaları ile yaşam kalitemizdeki gerileme arasındaki ilişki, sağlıklı şekilde kurulup tartışılamıyor. Her konuda karar vermeye kendini yetkili gören, kararlarının sorumluluklarını taşıma erdemini de göstermek zorundadır. Yoksulluk içinde debelenen, hayat mücadelesi vermeye çalışan milyonların bu halde olmasının hesabını -ister hayal ettiğimiz ister hayal etmediğimiz rejimlerde olsun- verecek olan karar alıcılardır. Bu halde -eğer varsa- muhalefetin, ne EYT’in ne KYK borçlarının silinmesinin ne de seçim ekonomisine yönelik bu hamlelerin toplumsal refahımızı artırmayacağını haykırması gerekir.
Nefret Kime Yönelmeli?
Oysa anlaşılmaz olan şu: Türkiye’nin en büyük beş partisinden hiçbiri düzenlemeye karşı değil. En büyük beş parti dediğimiz, az buz değil, tüm seçmenin yaklaşık 96%’sını temsil ediyor. Özellikle ülkeyi yönetmeye talip muhalefetin en büyük iki partisi, bu düzenlemenin kendi liderlerinin baskı ve zorlamasıyla yaptırıldığını ifade ediyorlar. Haklarının teslim edilmesini bekliyorlar. Kılıçdaroğlu ve Akşener’e, kimsenin kolay kolay aklına gelmeyecek nitelikteki bu büyük buluşları için teşekkür etmenin borcunu ben de duyuyorum içimde(!)
İki teşekkürle iki yaşlıyı uğurlarken bir kez daha hükümetin ekonomide yaşadığımız hiçbir sorunu çözmeyecek ve refah seviyemizi arttırmayacak seçim kampanyası söylemine destek çıkılmasının yarattığı büyük buhranla köşeme çekiliyorum. Ekonomik krizin sebebinin Erdoğan olduğunu biliyorsunuz. EYT’nin anlamsızlığını da… Soruyorum kendime, inandıklarınızı sadece anlatmayıp aynı zamanda toplumu ikna etmeye kalkmayacaksanız neden siyaset yapmaya kalkarsınız? Önceki yazımda bahsettiğim gibi, özellikle de ana muhalefet lideri bu tür bir rejimde en az bedel ödeyecek Türk vatandaşıyken Kılıçdaroğlu bu koltuğu neden “korkak tavuk” siyaseti için işgal etmektedir?
“Ağzı süt kokan” bu yeni emeklilerin maaşlarını, yıllarca devlete ödeyecekleri vergilerle finanse etme yükümlülüğünün altına girmiş olan bir grup, siyasette temsil edilmemektedir artık. Koltuklarında popo ısıtıcısı olan lüks Alman marka otomobillerle seyahat eden yaşlı insanların, sonuçlarının kendisini olumsuz etkilemeyeceğinden emin oldukları, tam aksine belki bazı seçmen gruplarını ikna edebilecekleri “politika”ları, koltuklarını korumak için genel başkanlarına mütemadiyen gaz vermekten ibaret olan görevlerini icra edenlerce tavsiye olarak verildikten sonra, iktidardaysalar hayata geçirdiklerini muhalefetteyse dillendirdiklerini izliyoruz. Aslında Türkiye’nin eksik gedik, yarım yamalak liberal demokrasi macerasında kayışın tamamen koptuğunu görüyor, beklentilerimizin anlamsızlığını hatırlatan bir alarm sesiyle uyandırılıyoruz adeta. Günaydın.
Fotoğraf: Matt Bennett