[voiserPlayer]
Sevgili Okurlar,
Ramazan geldi, hoş geldi! Siz de bir yazımıza daha hoş geldiniz.
Yerel seçimler geldi geçti, ortalık daha da karıştı. Ne kazanan memnun olabildi, ne kaybeden kanaat getirdi. Siyaset ufkumuzu bulandırmaya devam ediyor. Dolardaki çalkalanmalar kalbi zayıf olana kriz geçirtecek cinsten. Sokakta insanların yüzü gülmüyor. Eşe dosta bile selam vermekten yüksünür olduk.
Neden bu kadar gerginiz? Ülke olarak diğerlerine kıyasla ne kadar mutluyuz?
Hemen bakalım istatistiklere:
OECD tarafından hazırlanan Daha İyi Yaşam İndeksinde (Better Life Index) Türkiye 37 ülke arasında sondan üçüncü. OECD üyesi olup yaşam standardı bizden daha kötü sadece Meksika ve Güney Afrika var. Türkiye’nin hemen üzerinde yer alan ülkeler, Yunanistan, Brezilya, Rusya, Macaristan ve Şili. Bu 5 ülke, Türkiye’ye kıyasla yaşam standartlarının daha yüksek olduğu ülkeler olarak belirlenmiş. Sıralamanın en tepesinde ise, tahmin edebileceğimiz gibi İskandinav ülkeleri yer alıyor: 1. Norveç, 2. Danimarka, arkalarından Avustralya, İsveç ve Kanada geliyor. ABD 8. sırada.
OECD’nin bu iyi yaşam indeksi, 11 değişkene göre ülkeleri sıralamış: Konut, gelir, istihdam, toplum, eğitim, çevre, sağlık, güvenlik, iş-özel hayat dengesi, sivil toplum ve genel olarak yaşamdan tatmin olma. Size yukarıda verdiğim Türkiye’nin sondan üçüncü olduğu sıralama, her bir değişkenin ağırlığı eşit olarak alındığında oluşan sıralamaydı. Tek tek bu 11 değişkenin değerlerine baktığımızda, Türkiye’yi OECD sıralamasında en fazla aşağı çeken değerlerin eğitim, gelir, çevre, istihdam ve iş-özel yaşam dengesi olduğunu görüyoruz. Yani bu 5 alanda yapılacak reformlar, aslında yaşam kalitemizi ciddi oranda arttırabilir.
Diyeceksiniz ki, Hocam, bunun nesi enteresan? Bunları zaten biliyoruz. Hepimiz eğitim sisteminden şikâyetçiyiz, bir dokun bin ah işit. Türkçe okuduğunun %50’sini anlamayan, yabancı dil bilmeyen, Matematikte ortalama tek 1 soru çözebilen bir nesil geliyor. PISA skorlarımız yerlerde sürünüyor. İşsizlik yüksek. İnsanlar hasbelkader bir iş bulabildiklerinde ise korkunç uzun saatler çalışmak zorunda. Maaşlar tatmin edici olmaktan uzak. Şehirleşmeyi beceremedik. Ulaşım berbat, tabiat ile tamamen ilişkisi kopmuş, asfalt ve beton yoğun yerleşim yerlerinde ömür tüketiyoruz. Ama bunlar az gelişmiş ülkelerin ortak sorunları değil mi?
Hadi diyelim ki OECD ülkeleri ekonomik açıdan daha zengin ülkeler, o yüzden bu ligde Türkiye’nin biraz aşağılara düşmesi normal. O zaman 150 kadar ülkenin bulunduğu Dünya Mutluluk Endeksine bakalım. (World Happiness Report) Orada acaba Türkiye kaçıncı?
Dünya Mutluluk Raporu sıralamasında Türkiye 10 puan üzerinden 5.3 alarak 79. sıraya yerleşmiş. Malezya 80, Bosna 78. sıradalar. Yine ilk dört –en mutlu 4-İskandinav ülkelerinden oluşuyor. Enteresan olan, örneğin Meksika, bu indekste oldukça yukarılarda, 23. sırada.
Birleşmiş Milletler öncülüğünde iktisatçıların hazırladığı bu indeks, daha sübjektif verileri de hesaba katıyor. Yani sadece gelir, eğitim düzeyi gibi objektif kriterler değil, insanların aldığı toplumsal destek ve cömertlik, kendi hayatları ile ilgili karar alma özgürlüğü gibi bazı sübjektif kriterler de dâhil burada.
İnsanların kendi hakkında özgürce karar alabildiği, toplumsal destek ve cömertliğin yüksek olduğu toplumların daha mutlu olduğu aşikâr. Bizde de denmez mi, azıcık aşım, ağrısız başım. Yani maddi imkânlar her zaman mutluluk ve huzur getirmiyor. Maddi imkânlar kısıtlı olsa bile insanların mutlu olması mümkün. Peki, Türkiye bu kendini iyi hissetme kriterleri de dâhil edildiğinde nereye düşüyor? Bakıyoruz, biz 156 ülke arasında ancak ortalarda, 79. sırada yer bulabilmişiz.
Lafı daha fazla uzatmadan şuna getirmek istiyorum. Toplumumuzdaki bu mutsuzluk hali bir hüsnü kuruntu değil. Gerçekten bir sorun var. Diğer ülkelerle kıyasladığımızda, biz daha az mutluyuz. Nispeten gelişmiş ülkeler arasında neredeyse sonuncuyuz. Bizde kötü durumda sadece Meksika ve Güney Afrika var. Genel dünya sıralamasında ise ortalarda bir yerde, hiç de özenilmeyecek 79. sırada yer alıyoruz.
Merak etmeyin, yazının amacı onu bunu suçlamak değil. İlk etapta Türkiye’nin göreceli olarak mutsuz olduğunu çeşitli uluslararası endekslerden teşhis ettik. Peki, neden böyle?
Şimdi iktisatçıların hazırladıkları endekslerden siyaset bilimcilerin yaptıkları analizlere geçmek istiyorum.
Dünya Değerler Araştırması -DDA, (World Values Studies), Michigan Üniversitesi’nden Prof. Ronald Inglehart yönetiminde 1980’lerden beri yapılagelen bir saha araştırması. Zamanla Türkiye dâhil pek çok ülke bu çalışmaya dâhil oluyor. Anketler aracılığıyla tüm katılımcılara aynı sorular soruluyor. Yaklaşık 100 ülkeden katılımcıyla anketler periyodik aralıklarla tekrarlanıyor. Vatandaşların siyasi, toplumsal ve ahlaki değerleri hakkında devasa bir veri tabanı oluşmuş durumda. Üstelik sorular standart olduğu için, ülkeler arasında kolayca karşılaştırma yapabiliyoruz.
DDA veri seti o kadar büyük ve kapsamlı ki, sosyal bilimlerde merak ettiğimiz pek çok soruya, çok çeşitli ülkelerden verilerle cevap bulabiliyoruz. Örneğin, ekonomik kalkınma otomatik olarak demokratikleşmeyi tetikler mi? Modernleşme toplumda ne gibi değerlerin değişmesine yol açar? Hangi toplumlarda kadın-erkek eşitsizliği daha az? Bu ve benzer önemli soruları başka yazılara erteliyoruz ve yeniden mutluluk konusuna dönüyoruz. Grafikte, DDA veri setinden mutluluk ile ilgili bazı bulguları görebilirsiniz.
Yukarıdaki grafik, bireysel mutluluğa etki eden faktörleri gösteriyor. Şimdi sizlere tablodaki rakamları ve noktalı-noktasız çizgileri son derece basit bir dilde özetlemeye çalışacağım. İstatistik ve regresyon bilen dostlarımız sürç-i lisanımızı affetsin. (Teknik açıklama için Notlara bakınız)
1. Ekonomik açıdan zenginleşme, bireylerin sübjektif mutluluk hissine istatistiksel olarak anlamlı bir katkı sağlamıyor! Yani daha fazla ev, araba, otoban, AVM ve tüketim ile bireylerin kendilerini daha mutlu hissedeceğini düşünüyorsak, çok ama çok yanılıyoruz.
2. Bireylerin kendilerini mutlu hissetmelerinde en önemli etken, özgürlük ve kendi hayatlarını belirleyebilme hissi. Özgürlük hissinde artış, doğrudan mutluluk hissinde de artışa yol açıyor. Yani mutlu olmak için öncelikle kendimizi özgür hissetmemiz gerek. Pek hangi şartlarda kendimizi daha özgür hissediyoruz?
3. Üç faktör bireysel özgürlüğümüzü etkiliyor: Zenginleşme, demokratikleşme ve toplumsal liberalizasyon. Bakın paranın etkisi var mutlulukta, ama endirekt bir etki bu. Para, önce sizin daha özgür olmanıza katkıda bulunuyor; ardından özgürlük mutluluk artışını sağlıyor. Demokratikleşme, çok kısaca siyasi haklar ve özgürlüklerin artması. Toplumsal liberalizasyondan kastedilen ise, toplumun farklılıklara karşı hoşgörülü olması. Yani gelirimiz ve demokratik haklarımız arttığında, toplumun da farklılıklara karşı hoşgörüsü arttığında, bireyler kendisini daha özgür hissedebiliyor. Daha özgür bireyler de daha mutlu bir toplum yaratıyor.
Bundan şunu anlıyoruz: çocuğuna pahalı oyuncaklar alıp onu eve hapseden, dışarı çıkıp sosyalleşmesini engelleyen ebeveynler vardır. Çocuğun özgürce bineceği salıncağı, konuşacağı arkadaşı seçmesine izin vermeyen ebeveynler nasıl mutsuz evlatlar yetiştiriyorsa, bizde de hükümetler sadece yol, AVM veya büyük hastaneler yaparak mutsuz insan kitleleri yaratıyor. Kendi yaşamı hakkında karar alması sürekli engellenen bireylerden mutlu bir toplum yaratmaz zor.
İkincisi, demokrasiden, temel hak ve özgürlüklerden kırparak, sürekli bir gerginlik hali, beka kaygısı, olağanüstü tehdit ve endişe ortamı yaratarak da mutlu bir toplum olmak mümkün değil. Özellikle denge ve denetleme unsurlarının zayıf olduğu toplumlarda, siyasi erki elinde tutanlar, bu şekilde güvenlikçi, gergin ve sürekli olağanüstü atmosfer yaratarak toplumu baskılayabilirler. Bu bir siyasi tercihtir ve bu tercih genel toplumsal mutluluğa hizmet etmez.
Üçüncüsü, herkesi kendimiz gibi olmaya zorlarsak, kimseyi mutlu edemeyiz. Sürekli birbirini yargılayan, bir kalıba sokmaya çalışan toplumlar, tolerans düzeyinin düşük olduğu toplumlardır. DDA anketlerinde bu toplumsal tolerans konusu ‘kimlerin komşunuz olmasını istersiniz?’ tarzı sorularla ölçülüyor. Ne yazık ki Türkiye’den toplanan veriler gösteriyor ki, biz sadece tıpatıp kendimize benzer kapı komşularımız olsun istiyoruz. Farklı mezhep ve dinden, farklı etnik gruba veya ırka ait komşular çok büyük oranlarda reddediliyor. Böyle olunca da, kendi aramızda gettolaşmaya başlıyoruz. Modern Müslümanlar Başakşehir’de, daha geleneksel olanlar Fatih’te ancak rahat edebiliyor. Üst sınıf modern vatandaşlar Çayyolu, Feneryolu gibi muhitlere sıkışırken, daha orta-alt sınıf modernlerimiz Yenimahalle ve Batıkent civarında kendilerine yer buluyor. Ancak bu çözüm müdür? Değil.
Kendisine benzer komşularla çevrelenmiş her vatandaşımız içten içe biliyor ki, başka bir semte veya mahalleye gitse, kabul görmeyecek, dışlanacak. Kendi mahallesinde bile azıcık komşularından farklı davransa, hemen eleştiri okları üzerine yağacak. İşte bu gerçekliğin farkında olmak, hepimizi mutsuz yapıyor. Birbirimizi olduğumuz gibi kabul etmeyi henüz öğrenemediğimiz için, cümleten mutsuz oluyoruz. Toplumsal tolerans düzeyimiz düşük. Siyaset ise buna bir nebze derman olacağına, daha fazla yangını körüklüyor. Mahalleler birbiriyle hiç görüşmesin, birbirine karşı iyice bilensin ve saflar iyice ayrılsın istiyor.
Takkeyi önümüze koyup düşünürsek, eski Yeşilçam filmlerinin haklı olduğunu görürüz. Para mutluluk getirmiyor. Çünkü bireysel olarak yaşamdan aldığımız haz, millet olarak kolektif huzurumuza bağlı. Birbirimizi olduğumuz gibi kabul etmedikçe, farklı tercihlere asgari saygıyı gösteremedikçe, kadın-erkek, eşit bireyler olarak hayatta yer almadıkça, evrensel mutluluk göstergelerinde alt basamaklarda kalmaya mahkûmuz.
Daha mutlu günler dileği ile…
—
Notlar: Değişkenler arasındaki katsayılar standart regresyon hesaplamaları sonucu elde edilmiştir. Örneklem sayısı, N=56. Subjektif mutluluk hissinde açıklanabilen varyans oranı %62. Ekonomik kalkınma ile sübjektif mutluluk hissi arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değil (grafikte a.d. olarak gösteriliyor). Benzer şekilde demokratikleşme ile doğrudan sübjektif mutluluk hissi arasındaki ilişki de istatistiksel olarak anlamlı değil (a.d.). *p<0.10; **p<.05; ***p<.01
Bu yazının bir kısmı yazarın daha önce İktisat ve Toplum Dergisi, Sayı: 42, Nisan 2014 tarihinde yayınlanan Nasıl Mutlu Oluruz makalesinden alınmıştır. https://www.iktisatvetoplum.com/nasil-mutlu-oluruz/