NATO’nun kuruluşunun 75. yıldönümü ABD’nin başkenti Washington’da 9-11 Temmuz 2024 tarihleri arasında yapılan zirvede kutlandı. Yılın önemine binaen başta ABD yönetimi olmak üzere NATO üyesi ülkeler bu zirveyi bir gövde gösterisine çevirmek istedi.
Bunun için bir önceki yıl Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya kabulünü bu zirveye yetiştirmek amacıyla çaba sarf ettiler. Yine yıl içinde Steadfast 2024 adlı NATO’nun yakın dönemde hiç yapmadığı kadar büyük bir askeri tatbikatı yaparak bunu pekiştirdiler.
NATO’nun varlığı Soğuk Savaş sonrasında çokça tartışılsa da Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında yeni bir anlam bütünlüğü kazandığı söylenebilir. Bunun yanında bu zirve, NATO ülkelerinin ve genel olarak Batı’nın içerisinden geçtiği kurumsal zorlukların gölgesinde gerçekleşti. NATO zirvesinde geleceğe yönelik hangi kararlar alınabildi ya da alınamadı, incelemekte fayda var.
Güçlü Metinler Hayata Geçer mi?
Zirvenin sonuç bildirgesinde Rusya tehlikesi en yüksek tondan dile getiriliyor. Bildirinin genelinde Rusya’nın NATO için açık ve net bir tehlike olduğu hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirtiliyor. Ukrayna işgalinin Batı kamuoyunda yarattığı en büyük odak kayması zaten Rusya’nın artık kırmızı kitaptaki bir numaralı düşman olmasının önünü açmasıydı. Resmi belge bazında Rusya’nın NATO’nun bir numaralı hedefi olduğuna şüphe bırakılmak istenmiyor.
Bunun yanında Çin, önceki metinlere ve söylemlere nazaran daha sert bir şekilde eleştiriliyor. Özellikle Rusya’ya sağladığı kaynaklar bakımından Çin için “enabler” tanımı kullanılıyor, yani “savaşın devamını mümkün kılan.” Çin, Avrupa’nın istikrarına yönelik saldırılar ve aynı zamanda siber saldırılardan da sorumlu tutuluyor. Bu bakımdan Rusya-Çin ortaklığına bilinçli olarak işaret edildiğini görüyoruz.
Özellikle nükleer tehditlere ve siber saldırılara geniş yer verilmesi aslında NATO’nun karşısındaki tehlikelere karşı bilinçli olduğu izlenimini pekiştiriyor. Dolayısıyla NATO’nun sonraki on yıllarda (eğer başına bir şey gelirse) buna karşı fikirsel hazırlığı olmadığı söylenemez. ABD’nin Almanya’ya Soğuk Savaş’tan beri ilk defa uzun menzilli füze yerleştireceğini açıklaması da Rusya tehdidinin ne seviyede ciddiye alındığını kanıtlıyor. Dolayısıyla NATO’nun tehdit tanımlaması oldukça açık ve kendisi açısından bu noktada bir sorun yok.
Ukrayna Cephesi
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi NATO için sadece bir savunma ve cephe stratejisini değil, aynı zamanda bir kimlik inşa etme şansını da doğurdu. Soğuk Savaş’tan bu yana varlığını sorgulayan NATO, Rusya’nın ve sonrasında Çin’in yayılmacılığını engelleme üzerine yeni bir genetik kod inşa ediyor. Washington Zirvesi’ni, 2022 Madrid Zirvesi’nde Stratejik Konsept’in değiştirilerek Rusya’nın ana rakip olarak net şekilde belirlenmesinin bir devam adımı olarak okumak yerinde olur.
Zirve kapsamında NATO-Ukrayna Konseyi toplantısı da yapıldı. Ukrayna’nın NATO üyelik yolu netleştirilirken bir tarih belirlenmemesi yine soru işaretlerine neden oldu. Ayrıca 40 milyar euroluk yardım yapılmasına yönelik taahhüt bir yandan önemli iken öte yandan bu rakamın Rusya’nın net mağlubiyetine yetmeyeceği de açık. Bu bakımdan NATO içindeki flu alanların varlığını devam ettirdiğini söyleyebiliriz.
Özellikle ABD’de Donald Trump’ın yıl sonundaki seçimleri kazanmasının Ukrayna savaşına doğrudan etki edeceği açık. Trump’ın Ukrayna karşıtı açıklamaları pek çok kişinin uykularını kaçırıyor. Bu yüzden Ukrayna’ya desteği Trump’ın vicdanına bırakmaktansa “Trump proof” denilen yani Trump’tan bağımsız kurumsal bir çerçeveye oturtma çabası zirve öncesinde çok konuşuldu. Ancak ABD’nin ittifak içindeki ağırlığı gerçeği yüzünden bu konuda net ve keskin adımlar atılamadı.
NATO’nun Geleceği
Batı dünyası pek çok meydan okuma ile karşı karşıya. İçeride göçmenlerin yarattığı sorunlar, ekonomik durgunluk, yükselen popülizm ve yavaş yavaş iktidara ilerleyen aşırı sağ akımlar Batı dünyasını zaten yeterince zorluyor. Buna ek olarak dışarıda da Rusya’nın açtığı savaş, Çin’in hem ekonomik pastadan payını artırması hem de stratejik olarak Batı’nın çıkarlarını tehdit etmesi, Batı’nın önündeki engeller olarak önümüze çıkıyor.
NATO’nun konumu bu bakımdan savunma ile sınırlı olduğu için aslında daha makro konular arasında işi biraz daha kolay. Çünkü askeri olarak Rusya’yı ve Çin’i engellemek tüm bu sorunların bir sonucu. Batı’nın kendi sorunları ile baş etme ve çözüm üretme kapasitesi giderek gerilerken askeri konuların öne çıkması normal. Eğer Batı dünyasının ekonomik ve teknoloji üretim kapasitesi yüksek olsaydı daha az askeri konu konuşuyor olacaktık.
Çin’in ve yanında Rusya’nın otoriter rejimleri ve Batı’daki aşırı sağı destekleme kapasiteleri arttıkça Batı’nın kendi içindeki sorunlar büyümeye devam eder. Böyle olunca NATO’nun askeri kapasitesi de gündemin üst sıralarına çıkmayı sürdürür. NATO’nun GSYİH’nin %2’sini savunma bütçesine harcama hedefine bu yıl 32 üyenin 21’i uyuyor. Bu rakam 2014’te sadece 3 idi. Askeri harcamaların artması ve buraya aktarılan bütçe yukarıda bahsettiğim sorunların çözümünü de zorlaştırıyor. Bu da NATO ülkeleri için ters bir döngü yaratıyor.
NATO ordusu güçlü ve Rusya ile Çin’in NATO ile çatışmayı göze alması zor görünüyor. Buna karşın Batı’nın içinde bulunduğu sorunlar o kadar çok ki Batı’yı istikrarsızlaştırmak isteyen aktörler bunun için büyük kaynak ayırmakta beis görmüyorlar. Rusya ve Çin (İran ve Kuzey Kore gibi sistem karşıtları ile birlikte) Batı demokrasilerini tehdit etmenin yollarını aramaya hiç şüphesiz devam edecek.
Türkiye NATO Üyesi mi?
Erdoğan’ın izlediği izolasyoncu politikalar kendi iktidarını ayakta tutmayı başarıyor. Örneğin, tamamen Rusya karşıtı bir zirvenin dönüşünde uçakta yaptığı açıklamada Erdoğan, “Ukrayna gibi Rusya Federasyonu da bizim komşumuzdur. Güçlü bağlarımızın olduğu bir ülkedir. Her iki ülkeyle de çok boyutlu ilişkilerimiz mevcuttur. Savaşa rağmen bunların korunmasına da önem veriyoruz.” diyebiliyor. Erdoğan kurduğu denge politikası ile bir nevi korunma zırhı kazanmış durumda.
Bunun yanında zirveden Türkiye’nin kendi lehine yazabilecek bir skoru da bulunmuyor. Sıkı para politikasına dayalı bir ekonomi programı yürütülürken Erdoğan’ın eli kolu bağlı. Dış politikada son derece uyumlu ve sorun çıkarmayan bir role bürünmek zorunda hissediyor. Bundan dolayı NATO ülkeleri ile çatışmıyor. Ama mesela Türkiye’ye yönelik silah satış engellerinin tamamen kaldırılmasını da sağlayamıyor. Sonuç bildirgesinin 11. maddesinde geçen “We will continue to reduce and eliminate, as appropriate, obstacles to defence trade and investment among Allies” (Müttefikler arasında savunma ticareti ve yatırımı önündeki engelleri azaltmaya ve uygun şekilde ortadan kaldırmaya devam edeceğiz.) ifadesi Türkiye’nin istediği kesin sonuç değil.
Türkiye’nin kendisini NATO’dan ayrıştırması belki mikro ölçekte Erdoğan’a oyun alanı açıyor ama uzun vadede Türkiye’nin güvenliğinin de altını oyuyor. Türkiye küçük ilerlemelerle istediğini aldığını sanırken uzun vadede müttefiklik ilişkilerini zedeliyor ve bir kriz anında da NATO ülkelerini yeterince yanında bulamıyor. F-35 ve F-16 krizinde bunu çok net bir şekilde gördük. Böyle olunca da 2026 zirvesinin Türkiye’de yapılması kararı alınması dışında Türkiye lehine bir ilerleme kaydedilemiyor.