[voiserPlayer]
Türkiye’nin kader seçimi ya da tabir caizse köprüden önce son çıkışı olduğunu düşündüğüm seçimlere bir yıldan daha az bir süre kaldı. Geldiğimiz noktada iktidarın Cumhurbaşkanı adayı belli olmuş durumda: Recep Tayyip Erdoğan. Muhalefetin ise altılı masayı kurmak ve her ay düzenledikleri toplantılarda bir sonuç metni yayımlamak dışında seçim adına aday belirlemek gibi somut bir adımı dahi atmamış olduğunu görüyoruz. Elbette bu durum altılı masanın çözüm önerilerini sunduğu sonuç bildirgelerinin önemini azaltmamalı. Zira bu metinlerde Türkiye’nin seçim sonrası düzlüğe çıkabilmesini sağlayacak adımların nitelikli bir özetinin sunulduğunu söyleyebiliriz.
Ancak bu metinler muhalefetin üreteceği çözümleri ülke gündemine hakkıyla getirmeye yetmiyor. Belki de bizler bu metinler hakkında yeterince iyi yazılar yazarak güçlü söylemler üretemiyoruz. Asıl mesele ise gündemin devamlı surette muhalefetin ortak adayının kim olacağı sorusu üzerinde şekillenmesi ve bu tartışmanın diğer başka önemli gündemleri arka plana itmesi.
Seçimlerde Bir Aday Değil, Bir Ekip Seçeceğiz
Kanaatimce bu seçimlerde muhalefetin vurgulaması ve ülke gündemine güçlü bir şekilde getirmesi gereken argüman, bu seçimlerin yalnızca bir Cumhurbaşkanı ya da Başkan seçmek anlamına gelmediği. Zira, muhalefetin amiral gemisi altılı masanın Türkiye’ye verdiği en önemli söz, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçme vaadi. Dolayısıyla, önümüzdeki seçimlerde Erdoğan ve muhalefetin adayı arasında bir seçim yapmakla birlikte, bir rejim seçimi de yapacağız: Türk tipi başkanlık sistemi mi, güçlendirilmiş parlamenter sistem mi?
Parlamenter sistem, başbakan ile birlikte yürütmede görev alan bakanların kendi alanlarında yetki ve sorumluluklarının arttığı bir demokratik sisteme işaret ediyor. Elbette yetkileri oranında meclise ve yargıya karşı sorumlulukları da artmış olacak. Bu durum ise seçilecek Cumhurbaşkanı kadar onunla birlikte göreve gelecek yol arkadaşlarının da önem arz ettiği anlamına geliyor. Dolayısıyla altılı masa, Cumhurbaşkanı adayıyla birlikte iktidara geleceği ekibi de seçimden önce bize açıklamak durumunda.
Bu sayede Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy vereceğimiz adayın parlamenter sisteme geçiş sürecinde, koordinasyon görevi dışında yetkilerini yeni sistemin inşası için kullanacağını ve ülkeyi ekibiyle birlikte yöneteceğini de idrak etmiş oluruz. Sonuç itibarıyla ortaya çıkacak tabloda yalnızca Cumhurbaşkanı adayının kim olduğu değil, gelecek ekibin liyakatı da seçmen davranışını etkileyecek önemli bir unsur olarak ön plana çıkacaktır. Ancak muhalefetin Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı tartışması bu önemli gerçeği maalesef arka plana atarak seçim yarışını Erdoğan/AKP ve CHP arasında geçecek bir yarışa dönüştürüyor. Bu durum ise iktidarın ekmeğine yağ sürüyor.
Ortak Aday Tartışması Başka Nelerin Üstünü Örtüyor?
Ülkemizde şu an en yakıcı sorun ekonominin her geçen gün daha kötüye giden durumu. Hiper enflasyonun neden olduğu hayat pahalılığı her bütçeyi etkiliyor. Orta sınıfın her geçen gün alım gücünü azaltarak beyin göçünü hızlandırıyor. Bu soruna muhalefetin önerdiği çözüm önerilerini tartışmak ise çoğu zaman gündemin arka sıralarında kalıyor. Bu noktada muhalefetin yapması gereken, ülke gündemini ısrarla ekonomik sorunlar ve daha da önemlisi bu sorunların nasıl çözüleceği tartışmasına çekmek olmalı.
Ekonomi dışında dış politika alanında döviz ihtiyacımızdan kaynaklanan ve ülkenin çıkarları yerine iktidarın kısa vadeli çıkarlarını önceleyen politikaların tartışılması da hayati önemde. Türk dış politikası Cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar döviz bulmak amacına endekslenmiş durumda. Uzun vadeli çıkarlarımız ve Türkiye halkının gelecek nesillerinin beklentilerine cevap olabilecek, tutarlı bir dış politika ajandasından her geçen gün daha da uzaklaşıyoruz. Sanıyorum bu olumsuz durumun en net tablosu, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan rejimleriyle önceki söylemlerimize taban tabana zıt açıklamalar yaparak yeni ilişkiler geliştirmeye çabalamamız. Cemal Kaşıkçı davasının fiilen kapatılması da dış politikada geri adım atma kabiliyetimizi gösteriyor. Ahlaki ilkelerden ve uluslararası hukuktan nasibini almamış bu dış politika anlayışı, Machiavelli’nin dış politika sınırlarını dahi aşar nitelikte.
Güçlü ve Bağımsız Türkiye İddiası Gerçeği Yansıtmıyor
Muhalefetin ortak adayı tartışmalarının gizlediği diğer önemli bir gündem maddesi ise iktidar bloğunun yılmadan propagandasını yaptığı Güçlü Türkiye sloganının aslında yalnızca gerçek olmayan bir söylemi yansıtması. Şu an milli gelirimize oranla dış borcumuz Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesinde. Borç alanın emir aldığı kapitalist dünyamızda bu ekonomik durumun dış politikada elimizi zayıflattığı aşikar.
Tüm bunlara rağmen muhalefet, Türk tipi başkanlık sisteminin iktidarı süresince daha güçsüz bir devlet haline geldiğimizi yeterince anlatamıyor. Elbette iktidarın çok güçlü bir medya hegemonyası olduğunun farkındayım. Ancak muhalefet liderleri ve üyelerinin semt pazarları ve kahvehaneleri dolaşarak gerçekleri halka anlatmasının önünde bir engel yok.
Medyadan medet ummak yerine sokak sokak memleketin her karış toprağını gezmek öncelikli hedef olmalı. Haklarını yemeyelim, Meral Akşener, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu bu alanda ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar. Neyse ki hala vakitleri ve imkanları, bu tip bir muhalefeti yapmaya ve sokakta siyaset yapmanın getirilerini toplamaya yetecek kadar var.
Muhalefet İktidarın Eylemlerini Öngörebilir
2018’den bu yana ülkemiz Erdoğan önderliğindeki Türk tipi başkanlık sistemiyle yönetiliyor. 4 yılda iktidarın siyaseti kurguladığı alanın sınırlarını çoğunlukla görebildik. Din istismarı ve milliyetçilik propagandasıyla süslenmiş devletçilik, iktidarın şimdiye kadar ve büyük ihtimalle seçime kadar olan süreçte de başvurabileceği yegane yöntem olarak önümüzde duruyor. Bu toksik anlayışın panzehiri ise demokrasi ve özgürlükleri “ama” ve “fakat”sız savunmaktan geçiyor. Elbette bu yöntem biraz cesaret gerektiriyor. Ancak cesur adımlar atmamış bir muhalefetin böylesine otoriter bir rejimde iktidara yürüdüğü de görülmüş bir şey değil.
Muhalefet Ne Yapmalı?
Muhalefetin bu aşamada yapması gereken kısa ve etkili söylemler geliştirmek. Bu söylemleri sürekli gündemde tutmak. Medyayı by-pass ederek seçmenlerle mümkün olduğunca yüz yüze bir diyalog geliştirmek. Tüm bunlar benim orijinal fikirlerim değil. Siyaset biliminin otoriter rejimler üzerinde yaptığı birçok çalışmanın ve geliştirdiği literatürün bize söylediği çözüm önerileri. Özetle, bilimin sesine kulak vermek ve gerektirdiklerini hayata geçirmek, her ne kadar zor olsa da, imkansız değil.
Son Altılı Masa Toplantısı, Seçim Anketleri ve Erken Seçim İhtimali
Tüm bu düşüncelerle 6’lı masanın İyi Parti ve Meral Akşener’in ev sahipliğinde düzenlediği 5. ve son toplantısına dair haberlere baktım. Ve yine aradığım somut sonuçları göremedim. Liderler yaptıkları ortak açıklamada Cumhurbaşkanlığı sisteminin açtığı yaralar, kirli siyaset, yarının Türkiye’si, artan kutuplaşma ve toplumsal barış gibi soyut ifadeleri bolca kullanmışlar.
Tüm bu soyut ifadelerin detaylandırılması, daha somut ve basit söylemlere dönüştürülerek halka sunulması ise başka bir bahara kalmış gibi görünüyor. Belki de altılı masa partileri son dönemde yapılan seçim anketlerinin olumlu sonuçlarına güveniyor. Ancak seçim anketleri iktidarın devlet gücüne sahip olduğu ve bu gücü kullanarak seçime kadar oylarını artırabileceği gibi parametreleri ölçüm yöntemlerine dahil etmiyor. Erken seçim olması durumunda ise ortaya çıkacak tablonun bugünden ölçülmesi çok zor. Bu nedenle altılı masa, önünde duran seçim anketine değil, halka dolaysız şekilde ulaşabilme gücüne güvenmeli.
Sonuç Yerine
Önümüz maalesef birçok açıdan gündelik hayatın idame ettirilmesinin dahi oldukça zorlaşacağı bir sonbahar ve ardından gelecek soğuk bir kış. Muhalefetin iktidara yürümesini sağlayacak uygun bir zemin bütün koşullarıyla oluşmuş durumda. Geriye yalnızca somut ve basit reçetelerle halka doğru açılmanın yollarını ve kanallarını zorlamak kalıyor. İnandırıcılığı yüksek ve halkın gerçek problemlerine çözümler sunacak söylemler muhalefetin en büyük silahı. Bu söylemleri siyasetin diline doğru tercüme etmek ise siyasetçinin başlıca görevi.
Muhalefetin bunu yapacak bir potansiyele sahip olduğuna inanıyor ve iktidarın amansız propagandasına karşı enseyi karartmayı reddediyorum. Yeter ki gündem kısır tartışmalara mahkum edilmesin ve Cumhurbaşkanı adayının her şey demek olmadığı halka anlatılabilsin. Sahi, Erdoğan’ın Bahçeli ve Perinçek ile birlikte Türk tipi başkanlık sisteminin yetkilerini kullanarak ülkeyi bir dönem daha yönetip daha iyi bir yer haline getireceği iddiasını boşa çıkarmak bu kadar zor mu?
Fotoğraf: Zac Durant