Zor zamanlardan geçiyoruz. Siyasi gündem toz duman, göz gözü görmüyor. Ana muhalefetin cumhurbaşkanı adayı yolsuzluk suçlaması nedeniyle hapiste. Ümit Özdağ tutuklu. Ekonomik krizden bir türlü çıkamadık. Ekonomide kırılganlık üst düzeyde. İktidar ile muhalefet arasındaki hararet düzeyi ise her zamanınkinden daha yüksek.
Muhalefet, iktidarı demokrasiye darbe yapmakla ve manda/himaye kabul etmekle suçluyor. İktidar ise muhalefet aktörlerini yolsuzluk ve teröre bulaşmakla. Ayrıca başta Erdoğan olmak üzere Cumhur İttifakı elitlerine göre muhalefet sınırı aştı. Milli ekonomiyi batırmaya çalışan dış dünya, Türkiye’ye müdahale etsin diye yalvar yakar, kapı kapı gezen bir ana muhalefet var.
Bizde bunlar olurken dünya, sağ popülizmi faşizme doğru aşan Trump’ın ekonomik saldırısıyla geri dönüşü olmayan bir türbülansın içine girdi. Trump küreselleşmeyi bitirerek ulus devlet düzenine geri dönmek istiyor. Bu gerici siyasete belli ölçüde bir halk desteği de var. Ancak küreselleşmenin daha adil bir içerikle, mesela yeni kurumlar yoluyla inşası yerine tümüyle yok edilmeye çalışılma girişimini akılla, mantıkla, sağduyuyla açıklamak çok zor. Trump bu çağın Neron’u. Sadece ülkesini değil, ABD ile birlikte tüm dünyayı ateşe attı.
Bu genel çerçeve içinde önce iç siyasette ne olduğuna bakalım. Bilindiği üzere İmamoğlu krizine uluslararası kamuoyunun tepkisi oldukça cılız oldu. ABD ve Rusya bu mesele Türkiye’nin iç işidir diyerek tartışmayı en baştan itibaren kapattı. Dahası, hem kriz sırasında hem de sonrasında Trump defalarca Erdoğan’ın adını açıkça vererek siyasi iktidarı övdü. Avrupa’dan gelen tepkiler ABD’nin biraz daha ilerisinde olmakla birlikte ne Birlik, ne Birleşik Krallık ne de hiçbir önemli Avrupa devleti üst düzey bir tepki ortaya koydu. Almanya başbakan ve dışişleri bakanı düzeyinde kaygılarını dile getirdi. Ama Almanya dahil olmak hiçbir Avrupa ülkesi İmamoğlu’nun tutuklanmasını ciddi bir mesele olarak görmedi. Yolsuzluk nedeniyle hakkında siyasi yasak kararı verilen Le Pen’le İmamoğlu aynı seviyede değerlendirildi. Bu sonuç muhalefet açısından fazlasıyla rahatsız edici bir gelişme olarak yorumlanmakta.
İktidar çevreleri dış müdahalenin yokluğunu Türkiye’nin ve Erdoğan rejiminin gücünün bir göstergesi olarak gördü. Her ne kadar muhalefet acı gerçeklerle yüzleşmeye yanaşmasa da meselenin gerçekten de böyle bir boyutu var. Türkiye jeopolitik gücünün zirvesinde. Suriye, İran, Filistin, Ukrayna, AB güvenlik mimarisi ve mülteciler gibi konu başlıklarında büyük güçlerin Türkiye’nin kolaylaştırıcı etkisine ihtiyaçları var. Tabii bu noktada sağ popülizm koşullarını da unutmamak lazım. Ne insan hakları ne de demokrasi dünyanın öncelikli gündemi değil.
Bu vasat karşısında muhalefetin ve iktidarın ne yaptığı veya ne yapabileceği meselesi ise ayrıca değerlendirilmeyi hak ediyor. Muhalefet önce şaşkın ve biraz da kırılgan bir ruh haliyle dünyanın tepkisini izledi. İmamoğlu’nun tutuklanması Türk demokrasisini daha da geri götürecekti onlara göre. Sosyalist liderler dahil olmak üzere Batının bu meseleyi hiç umursamaması demokratik dayanışma kültürüyle bağdaşmamaktaydı. Özel’in İngiltere Başbakanına sitemi bu bakış açısını yeniden üreten bir içeriğe sahip. Ardından bahsi geçen kırgınlığın yerini suçlayıcı bir dil aldı. CHP liderliği Erdoğan hükümetini Trump’tan talimat alan bir işbirlikçi gibi göstermeye başladı. Onlara göre siyasi iktidar Türkiye’nin bağımsızlığını yeterince güçlü bir şekilde korumuyor. Bu söylem değişikliğinin iktidar-muhalefet ilişkilerini daha da gerdiğini söylemeye bile gerek yok.
AKP iktidarı ise bir yandan muhalefetin dış mihraklara yakın hükümet algısına yanıt vermeye çalışırken diğer yandan ise dış siyasette somut kazanım elde etme amacında. Trump’ın yeni gümrük tarifeleriyle dünya büyük bir kaosa sürüklendi. Ancak ABD yönetimi Erdoğan’a sıcak mesajlar vermeye devam ediyor. Türkiye bu avantajlı konumunu maddi bir getiriye dönüştürmek istiyor. F-35 projesine geri dönme, CAATSA yaptırımlarının kaldırılması, SDG-Şam anlaşmasında daha somut ilerlemeler ilk akla gelen beklentiler.
Dış politikanın bu kadar önemli hale gelmesi biraz da iç politikadaki sıkışmışlıkla ilgili. İmamoğlu krizi siyasi iktidarı zor durumda bıraktı. Halkın büyük bir kısmı İstanbul Başkanının yolsuzluk nedeniyle tutuklandığına ikna olmuş değil. Ayrıca ilk anketler gelmeye başladı. CHP ile AKP arasındaki oy farkı CHP lehine açıldı. Bu koşullar altında gündemi değiştirmek hükümet için zorunlu bir ihtiyaç. Çözüm sürecinde ilerlemeyle birlikte dış politik bir başarı siyasi iktidarın elindeki en önemli olanaklara karşılık gelmekte.