[voiserPlayer]
Türkiye’de “devlet”in kapladığı alan, Osmanlıdan beri muadili devletlerin üzerinde oldu. Siyasi, fikri tartışmalar; tartışmanın kendisine, ideallere, fikri farklılıklara dair olmadı. Tersine odağında devlet ve devleti kurtarma amacı yer aldı.
Modernleşme sürecinde Türkiye’de tüm dünyaya paralel şekilde teşkilatlanan ve cihazlanan devlet aygıtı fikri, alandan ve metropolden maddi sahaya, taşraya doğru genişledi. Türkiye’nin iki yüz senelik modernleşme tarihinde devletin sınırları değişse de toplum ile arasındaki bu genişleme ilişkisi değişmedi.
Türkiye’de sivil toplum ise daima devletin gölgesinde kaldı. 70’lerin sonu 80’lerin başından itibaren hızlı kentleşme ve artan iletişim imkanlarıyla birlikte AB sürecinin de katkısıyla tüm dünyaya paralel şekilde 3. sektör olarak sivil toplumun nispeten öne çıktığı gözlendi. Son yıllarda ise sivil toplumun, iyimser bir bakışla, durakladığı söylenebilir. Sivil toplumun sembol isimlerinden Osman Kavala 1 Kasım 2017’de tutuklandı. Kavala tutuklandığı günden bu yana cezaevinde. AİHM kararlarına rağmen ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılan Kavala isminde simgelenen baskı da tüm sivil toplumun üzerinde hissediliyor. Gezi Parkı eylemleri, Çözüm Süreci’nin bitişi ve 15 Temmuz Darbe girişimiyle birlikte sivil topluma baskı giderek arttı. Bu baskılara pandemi ve ekonomik kriz koşulları da eklendi. AB sürecinin de tıkanmasıyla birlikte bu gerileme iyice somutlaştı.
“Sivil Toplumun Geleceği” raporunda farklı sivil toplum örgütlerinin ihtiyaçları, motivasyonları nicel ve nitel yöntemlerle araştırılmış. Araştırma sırasında sivil toplum örgütleri, ilgili oldukları sahalara göre ayrıldıkları gibi seküler-dindar kutuplaşmasında durdukları yer açısından da kategorileştirilmişler.
Araştırmada kuruluşlar; himayeci dernekler[1], özörgütler[2], meslek/sektör eksenli dernekler[3], uzman dernekler[4], hayırsever dernekler[5], hemşehri dernekleri[6] ve savunucu dernekler[7] olarak kategorize edilmiş.
Kategoriler bağlamında araştırmanın sonuçları izlendiğinde sivil toplum mensuplarının motivasyonlarının yüksek olduğu görülecektir. Sivil toplumcuların kaygı düzeylerinin ise iktidarla politik mesafeleri arttıkça arttığı gözlemlenmektedir. Genel olarak yüksek motivasyon gözlemlenmekteyken örgütlerin yeterince aktif olmaması, toplumun yeterince ilgi göstermemesi gibi meseleler de araştırmanın sonunda tespit edilmiş. Yine aynı şekilde kendi itibarlarını yüksek gören sivil toplumcular, toplumun ve devletin gözündeki itibarlarını o derece yüksek görmüyorlar. Ayrıca genel olarak dindar yapılar, devletteki itibarlarını yüksek görürken seküler yapılar da beklendiği gibi devlet nezdinde itibarlarını düşük buluyor. Sivil toplumcular sivil toplumun kapasitesini, etkililiğini ve aktifliğini düşük bulsalar da motivasyonu yüksek buluyor. Ancak bu motivasyon konusunda da gençlerin yaşlılardan kayda değer ölçüde daha az tatmin olup daha az memnun oldukları görülecektir. Sivil toplumun etkisi konusunda ise sonuçlar incelendiğinde sivil toplumcuların politik pozisyonu muhalifleştikçe, sivil toplumcular gençleştikçe ve eğitimleri arttıkça artan bir kötümserlik görülse de kayda değer bir iyimser kesim olduğu da görülmelidir.
Sivil toplum faaliyetlerinin toplum üzerindeki etkisi konusunda ideolojik ya da dini motivasyonu yüksek grupların daha iyimser oldukları da araştırma neticesinde gözlemlenmiş.
Sivil toplumun 5 yıl öncesine göre durumu ve gelecekteki konumu konusunda iktidara yakın grupların daha iyimser olduğu gözlemlenmiş olsa da iyimser ve kötümser bakışların genellikle dengeli olduğu söylenebilir.
Sivil toplumun sorunlarına gelindiğinde ise maddi kısıtların meslek örgütleri dışında öne çıktığı görülüyor. Bütün bunların yanında, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçiş sonrasında yaşanan mevzuat karmaşalarının da iletişim sorunu yarattığı söylenebilir.
Dışsal sorunların yanında sivil toplumun geneli, ekonomik imkanlar, üretkenlik, kurumsal kapasite gibi konular da kötümser. Politik motivasyonu yüksek yapılarda özgürlük konusunda karamsar bir bakış öne çıkarken meslek örgütleri ve hayırsever örgütlerde bu alandaki kaygılar daha düşük.
Araştırmanın genelinde, toplumun ilgisi konusunda da daha geleneksel görülen hayırseverlik temalı yapılar ile hak savunucuları arasında bir farklılaşma görülüyor. Türkiye’de hayırseverlik haricinde sivil topluma kaynak aktarma alışkanlığının gelişmemiş olması da kaynak sorunu yaşayan tüm STK’ların hissettiği bir olgu olarak araştırmada öne çıkmış.
Hukuk ve kamu baskısını ölçen soruların yanıtlarını aşan bir kötü durum olup olmadığı da ayrıca araştırılmalı. Çünkü son 10 yıllık süreçte bu tarz baskılardan kaygılanacak nispeten daha az motive ve politik olarak daha az angaje sivil toplumcuların zaten sivil toplumdan çekilmiş olabileceği de akılda tutulmalı. Tutuklanma, yargılanma, etkinlik yasaklanması ya da derneğin kapatılmasına dair sorulara verilen %50’leri aşan “hiç kaygılanmıyor” yanıtları bir de böyle okunmalı. Araştırmanın genelinde de katılımcılarda hissedilen yüksek motivasyon cevaplara doğal olarak yansıyor.
Sonuç
Bu ve benzeri araştırmaların ilk bakışta gösterdiğinin ötesinde de anlamları olabilir. 10 yıllık gerileme döneminin ardından sivil toplumda kalan kişilerin nispeten yüksek motivasyonlu, idealist kişiler oldukları düşünülebilir. Araştırmaya bakınca yüksek motivasyonlu, dinsel ya da toplumsal kaygılarla hayırseverlik ve filantropik amaçlarla yola çıkmış kişileri görüyoruz. Sivil toplumun insan kaynağı meselesi açısından olumlu gözüken motivasyon oranının aslında sivil toplumun insan kaynakları havuzunun darlığını da gösterdiği görülmelidir. İyimser gibi gözüken oranların, aslında düşen kapasite ve maddi imkanlarla birlikte düşünülürse sivil toplumun gelen baskılar karşısında içine kapandığını gösterdiği görülecektir. Sivil toplumun baskılar karşısında toplumu dönüştürücü iddiasını giderek erteleyerek ayakta ve hayatta kalmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Gerek geleneksel gerekse yeni medyada sivil toplum örgütleri, bir iddianın taşıyıcı olmalarının önünde sürekli kendilerini savunma durumunda kalmaktalar.
Sivil toplumun maddi ve hukuki ihtiyaçlarının yanında gelişebilmesi için oluşması gereken zemin de düşünülmelidir. Türkiye’de toplumsal sorunlara karşı ancak devletten talep eden bir kültür hakimdir. Hemşehri dernekleri gibi çok sayıda sivil toplum örgütünün de işlevi fiilen devletten talep etmeyi sistematik hale getirmektir. Bütün bunları aşmak adına, sivil toplum kamu kaynaklarına adil şekilde erişebilmeli, sivil toplum profesyonelleri bir kariyer olarak sivil toplumda ilerleyebilmeli, gönüllüler ve bağışçılar hem daha iyi temsil edilmeli hem de daha geniş taltif edilmelidir. Sivil toplum, bir grup inançlı ve motive kişinin sahası olmanın ötesinde tüm topluma erişebilme imkanları kazanmalıdır.
[1] https://www.sivilsayfalar.org/sozluk/himayeci/
[2] https://www.sivilsayfalar.org/sozluk/ozorgu%cc%88t/
[3] https://www.sivilsayfalar.org/sozluk/meslek-sektor-eksenli/
[4] https://www.sivilsayfalar.org/sozluk/uzman/
[5] https://www.sivilsayfalar.org/sozluk/hayirsever/
[6] https://www.sivilsayfalar.org/sozluk/hemsehri/
[7] https://www.sivilsayfalar.org/sozluk/savunucu/
Fotoğraf: Meriç Dağlı