[voiserPlayer]
2006 yılında El Kaide Irak’ın Samarra şehrinde yer alan 10. ve 11. Şii İmamları Ali el-Hadi ve Hasan el-Askeri’nin türbelerine bombalı saldırı düzenleyince Irak büyük bir kaosun içine sürüklendi. Amerikan işgalinden sonra gittikçe artan mezhepsel gerilim bu saldırıyla birlikte açık bir iç savaş haline geldi. Irak’ta çakan mezhepçilik kıvılcımı zamanla bütün coğrafyaya yayıldı ve Suriye’de zirveye ulaştı. Kısacası mezhepçilik Orta Doğu’nun temel gündem maddelerinden biri oldu.
Orta Doğu’yu önce ABD-Sovyetler mücadelesi, sonra İsrail-Filistin çatışması, daha sonra da petrol üzerinden tanıyan dünya kamuoyu, başlarda bu yeni fenomeni anlamakta güçlük çekti. Çeşitli kaynaklarda bu meseleyi tarif eden yazılarda dikkatimi çeken ortak bir nokta vardı: Neredeyse hepsi meseleyi Hz. Muhammed’in ölümünden hemen sonra başlatıyor, Peygamber’in ölümünden sonra devletin başına kimin geçeceğine dair anlaşmazlıktan dolayı Sünnilerin ve Şiilerin birbirine düşman olduğunu anlatıyordu.
İyi ama bu tartışma 1400 yıl önce oldu. Bunun günümüzde yaşananlar üzerinde bu kadar çok etkisi olabilir mi? Orta Doğu’da insanlar 1400 yıl önceki bir meseleden ötürü birbirini öldürüyor olabilir mi?
Müslümanların tarihini bir noktada donduran, Müslümanları asla değişmeyen bir grup olarak dondurulmuş bir tarihe hapseden bu yaklaşım sağlıklı bir mezhepçilik tanımı yapamıyor. Bu sebeple de mevcut sorunlara çözüm önerileri getiremiyor. Her şeyden önce mezhep ve mezhepçilik birbirinden farklıdır. Mezhepler bir çatışmanın değil, tam tersine uzlaşmanın sonucudur. Mezhepçilik ise dini olmaktan çok siyasi bir meseledir. Şimdi, mezhepçiliğin ne olduğunu Irak özelinde bazı örnekler üzerinden anlamaya çalışalım.
Irak’ın yetiştirdiği en büyük beyinlerden Ali el-Verdi’nin de dediği gibi mezhepçilik ile şehirleşme arasında doğrusal bir ilişki vardır ve Irak’ta Osmanlı’nın son döneminde artan şehirleşme mezhepçiliğin yükselişine sebep olmuştur. Kırsal kesimde yaşayanların ya da göçebelerin inanç sistemleri şehirdekilerden daha farklı olur. Şehirdeki İslam kırsaldaki İslam’dan daha kurumsal, daha ritüelistiktir ve sınırları daha belirgindir. Örneğin Bedevi bir Sünni ile Bedevi bir Şii arasındaki farklar şehirde yaşayan Şii ve Sünniler arasındaki farklardan çok ama çok daha azdır. Göçebeler ibadet etmek için bir mabede ihtiyaç duymaz, ama şehirdekiler camiler, medreseler, türbeler inşa eder. Zamanla bu yapıların etrafında kümelenmeler olur ve farklı gruplar arasındaki ayrım belirgin hale gelir. Bu sebeple özellikle Tanzimat’tan sonra yaşanan şehirleşme Irak’ta mezhepçiliğin yükselmesine yol açmıştır.[1]
Osmanlı döneminde yaşanan bir başka gelişme daha mezhepçiliği büyük oranda etkilemiştir. Pek çok insan Osmanlı’nın Irak’ı İran istilasından koruduğunu ve tamamen Şiileşmesine mâni olduğunu düşünür. Elbette Osmanlı İran’ın Irak üzerinde hâkimiyet kurmasını engellemiştir ancak Irak en çok Osmanlı döneminde Şiileşmiştir. Bunun nedeni Osmanlı’nın göçebe aşiretleri yerleşik hayata geçirmek istemesidir.
19. yüzyılda Osmanlı’nın temel politikalarından biri göçebelerin yerleşik hayata geçirilmesidir. Çünkü göçebenin kontrolü zordur; vergi toplayamazsın, askere alamazsın. Üstelik çoğu aşiret İran ve Osmanlı toprakları arasında mevsimsel göçler yapıyor ve iki devlet arasındaki sınırı tanımıyordu. Oysa Osmanlı için sınır güvenliği hayati bir meseleydi. Bu sebeple başta Mithat Paşa olmak üzere Irak’taki Osmanlı idarecileri Bedevilerin yerleşik hayata geçirilmesi için yoğun çaba gösterdi. Bu çabalar sonuç verdi ve göçebe nüfusu büyük oranda azaldı. Ancak bu değişim göçebelikten yerleşik hayata geçenler için büyük bir travma demekti. Binlerce yıldır yaşadıkları hayatı bırakacaklar, geleneklerini terk edecekler ve başka insanlar olacaklardı. Bu travma Osmanlı idaresine karşı bir tepkiye yol açmış ve zaten keskin inançları olmayan bu insanlar Şiiliğe yönelmişti. Irak’a ilgi duyan herkesin yakından tanıdığı Hanna Batatu’nun dediği gibi Şiiliğin hükümet karşıtı söylemi, acı dolu hikâyeleri, Hüseyin’in şahsında belirginleşen zulme karşı oluş bu insanların Şiiliğe dönüşünü hızlandırmıştı.[2] Üstelik bunu test etmek çok da zor değil. Aynı aşiretin iki kolundan göçebe kalanlar Sünni olmuşken yerleşik hayata geçenler Şiileşmiştir.[3] Irak böyle aşiretlerle doludur.
Bir su kanalı mezhepçiliği etkiler mi? Evet, etkiler. Osmanlı’nın yukarıda bahsettiğim göçebeleri yerleşik hayata geçirebilmesi için onları tarım yapabilecekleri bir araziye yerleştirmesi gerekiyordu. Bunun için de yeni tarım arazileri gerekiyordu, çünkü mevcut arazilerde zaten insanlar asırlardır tarımla iştigal ediyordu. Bunun için Osmanlı su kanalları açarak kıraç arazileri tarım yapılabilir hale getirdi. Hatta bu kanallardan o kadar çok su çekildi ki Fırat’ın Hille şehrinden geçen kolu kurudu. Ancak bu yeni arazilerin çoğu (coğrafi şartlardan dolayı) Necef civarındaydı. Yani dini akideleri kuvvetli olmayan, yerleşik hayata geçmekten ötürü travma yaşayan aşiretler bir de Necef’teki Şii ulemanın ve misyonerlik faaliyetlerinin etkisine açılıyordu. Bunun sonucunu tahmin edebilirsiniz.
Biraz günümüze gelelim. Petrolün pek çok meselede olduğu gibi mezhepçilik üzerinde de ciddi etkisi oldu. Irak petrol satıp zenginleştikçe hem bir şehirli orta sınıf hem de bir işçi sınıfı oluştu. Köyden kente büyük bir göç yaşandı ve yoğun nüfusa sahip banliyöler kuruldu. Örneğin Bağdat’ın meşhur banliyösü Sadr City bu dönemde önemli bir toplumsal merkez oldu. Zenginleşen devlet, siyasi aktivizmin önünü kesmeye çalışıyor, şehir hayatına alışan ve hayatından memnun olmayan fakirler ise daha fazlasını istiyordu. Bu gerilim banliyöleri mezhepsel sembolizmin merkezi haline getirdi.[4]
ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra yaşananlar bir mezhep savaşı değildi. Baas rejiminin yıkılmasından sonra Irak’ta devlet sahipsiz kaldı. Sonrasında yaşananlar devletin sahibinin kim olacağına karar verme mücadelesiydi. Bu mücadelenin mezhep söylemi ile yürütülmesi gerçekten bir mezhep savaşı olduğu anlamına gelmez. Asıl mesele insanların Şii ve Sünni olmaları değil devlete kimin sahip olacağıydı. Bu nokta anlaşılmadan yapılacak her yorum meseleyi ıskalamak olacaktır.
Size mezhepçiliği doğuran bazı dünyevi meselelerden bahsettim. Yerleşik hayata geçme, şehirleşme, kırdan kente göç, petrol, hatta su kanalları bile mezhepçiliği etkilerken bunları görmezden gelip sadece dini farklılıklara odaklanmak çatışmayı şiddetlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Eğer mezhepçilik üzerine okuduğunuz bir yazı meseleyi Hz. Muhammed’in ölümünden başlatıyorsa muhtemelen vaktinizi boşa harcıyorsunuz.
[1] Ali al-Wardi, Lamahat Ijtima’iyya min Tarikh al-Iraq al-Hadeeth (Baghdad: Amir, 1371), 17.
[2] Hanna Batatu, “Iraq’s Underground Movements” MERIP Repots, no.102 (1982): 4.
[3] Yitzhak Nakash, “The Conversion of Iraq’s Tribes to Shiism,” International Journal of Middle East Studies 26, no.3 (1994): 444.
[4] Thom Workman, The Social Origins of the Iran-Iraq War (Boulder and London: Lynne Rienner, 1994), 97-101.