[voiserPlayer]
Bazı çemberlerden eko yapıyorsa çıkmak gerekir. Bazı sarmallar sessiz mi, kontrol etmek gerekir ve bazı balonları mutlaka patlatmak gerekir. Bugünün patlatılası balonları ise filtre balonları. Filtre balonu, bir kişinin halihazırda inandığı, sevdiği şeyleri destekleyen içeriklere, internet algoritmaları aracılığıyla sık sık maruz kalması nedeniyle bir çeşit entelektüel izolasyon yaşaması olarak özetlenebilir.
Peki bu tam olarak neden kötü? Haydi bunu akılda kalıcı olması için abartılı bir örnekle özetleyelim. Mandalinaları çok sevdiğinizi varsayalım ve bu nedenle internette mandalinalar hakkında birkaç arama yapıyorsunuz. Bu aramaların sonucunda bir takım içeriklere ulaşıyorsunuz ve bunları izliyor, okuyorsunuz. Bunu gören yardımcı melekleriniz size daha kişiselleştirilmiş aramalar ve öneriler sunmak üzere yola çıkıyor ve kuratörlükleri sonucunda sevdiğiniz mandalinalar hakkında çok daha fazla içeriğe ulaşıyorsunuz. Buraya kadar her şey gayet güzel gidiyor. Ancak bir noktada turuncu robotlu sitelerde dolaşırken “Aşırı Mandalinacılar” diye bir gruba denk geliyorsunuz.
Bu aşırı arkadaşlarınız mandalinaların mükemmelliği ve onlar için her şeyi yapabilecekleri üzerine içerikler üretiyor. Şu ana kadar mandalina yağmuruna tutulmuş siz, bu noktada mandalinalar için terör eylemi yapmak ya da hayatın sırrının mandalina devrimi olduğuna inanmakta zorlanmayabilirsiniz. Bu kadar ileri gitmeseniz bile anlaşması oldukça zor bir mandalina aşırıcısı olup her türlü uzlaşmadan uzaklaşabilirsiniz. Burada mandalinaların yerine herhangi bir aşırıcı düşüncenin adını yerleştirebilirsiniz ya da biraz kafa dağıtmak için Fettah Can-Mandalinalar dükkanı açabilirsiniz. Gelgelelim çoktan algoritmik radikalleşmenin kurbanı oldunuz ve filtre balonlarının, yankı odalarının ya da sessizlik sarmallarının içine hapsoldunuz.
Yeri gelmişken filtre balonlarının en genci olduğu üçüzleri kısaca tanıtmak gerekir. Yankı odaları tıpkı filtre balonları gibi kişinin kendine yakın seslerle bir odaya hapsolduğu ve kendi kendini güçlendirerek teyit yanlılığı oluşturduğu bir durumdur. Filtre balonlarından temel farkı ise algoritmalardan daha ziyade bir tünel vizyonu geliştirip seçici maruz kalma durumuna yakalanmanız denilebilir.
Sessizlik sarmalı ise bireylerin azınlıkta olduklarını düşündüklerinde fikirlerini ya da inançlarını ifade etmekte isteksiz, ancak fikirlerinin çoğunlukta olduğuna inandıklarında konuşmaya daha yatkın oldukları ve dışlanma korkusu nedeniyle genel kabulden dışarı adım atamaz hale gelmeliridir.
Güncel olarak yapay zeka sonrası iyice can sıkıcı hale geleceği tahmin edilen filtre balonları internet aktivisti Eli Pariser’in aynı isimli kitabından sonra popüler hale geldi. Ancak çok fazla eleştiri ile karşılaştı. Bu durumun doğruluğu sık sık sorgulansa bile yapılan araştırmalar maalesef durumun acı doğruluğuna işaret ediyor.
Örneğin, yapılan bir araştırmada sosyal medya devlerinin algoritmalarının yalan bilgi ya da haber içeren içeriklerin doğru bilgi ya da haber içeren içeriklerden çok daha hızlı ve daha geniş kitlelere yayıldığını belgelemiştir. Akademik araştırmaların yanı sıra Facebook’un siyasal kutuplaşmayı tetikleyici rolünün anlatıldığı bir kitap ise geçtiğimiz yıl çok satanlar listesine girmişti. 87 milyon kullanıcının verilerinin işlendiği Facebook-Cambridge Analytica skandalı ise adeta dünyayı yerinden sarsmıştı. Toplanılan bu verilerin Ted Cruz, Donald Trump gibi majör siyasi figürler ve Brexit odaklı leave.eu gibi ekipler tarafından manipülasyon amaçlı kullanıldığı iddia edilmişti.
Bunu seviyorsan bunu da sevebilirsin içerikli öneriler her ne kadar kullanıcı deneyimimizi geliştiriyor olsa bile Galler caddelerinde Türkler ülkemize istilaya geliyor! minvalinde ince dokunmuş manipülatif yöntemlere geçit veriyor gibi görünüyor. Haliyle bu tip yöntemler her ne kadar kendimiz gibi içerikleri ve kişileri bulmamıza yardım ediyor olursa olsun bizi er ya da geç kendimizle bir odaya hapsediyor. Kısacası; yankı odaları, sessizlik sarmalları, filtre balonları ve nihayetinde de işte kara toprak…
Sosyal medya algoritmalarının bayağı iyi şeyler ya da bayağı kötü şeyler yapabileceğini anladık. Bu bayağı kötü şeylerin ise inanılmaz can sıkıcı sonuçları olduğunu da gördük. Gelgelelim bu durum hep böyle değil miydi? Dünya savaşlarında medyanın ve propagandanın gücü pek bilinen konulardandır, ancak ilk antisemitik yazıları yazanlar Naziler değildi. Kişileri zamanlarından kopartmak gibi olmasın, ancak milattan önce yaşayan Mısırlı tarihçi Manetho’nun yazılarında dahi antisemitizm bulmak mümkündür.
Gelgelelim yazının, sesin, görüntünün iletimi için yeni teknolojilerin geliştirilmesi doğrultusunda bunlardan etkilenen kişi sayısı da katlanarak arttı. Meşhur Nazi ve Sovyet propaganda makineleri çalışırken ülkeler bir bütün olarak karikatüre hale geldi. Uncle Sam ve Lord Kitchener, vatandaşlarını savaşa çağırırken ülkelerinin sembolleri ve doğru vatandaşın tasvirleri olmuşlardı. Bu durum tabii ki yalnızca savaşlara ve politikaya etki etmedi. Orson Welles sağ olsun radyonun popülerleştiği yıllarda insanları uzaylı istilası korkusuyla sokaklara döktü.
Günümüz medyası benzer korkuları, benzer manipülasyonları çok daha büyük ölçüde tetikliyor. Zira global köyümüz bizi buna itiyor. Haliyle, aşırı evrimleşmiş bu canavar peşimizde koşarken bizler her zaman olduğu gibi yeni refleksler geliştirerek kendimizi korumaya çalışıyoruz. Devletin sosyal medya devlerinden daha iyi olmadığına inanlar regülasyonlara karşı. Ancak insanlar, sansürvari regülasyonlar olsa dahi sansürü minimize edecek yöntemler üzerine halen çalışıyor. Bu da yetmiyorsa insanların güveni azaldıkça kaçtıkları sosyal medya uygulamaları yerine daima yenileri geliyor. Ya da teyit uygulamaları gelişiyor. Twitter’ın yakın zamanda oluşturduğu topluluk notları buna bir örnek olarak gösterilebilir.
Tüm bu sorunların çözümlerini buldum demek ve sıkıntılarınızı geçirmek ne benim işim, ne de benim haddime. Ancak bana kalırsa Huxleyvari bir cesur dünyadan kaçışımızda kişisel emeklerimizin yeri, tıpkı yukarıda bahsettiğimiz organizasyonel adımlar kadar büyük olmalı. Her birimiz medya okuryazarlığımızı geliştirmeli ve görebildiğimiz herkese yine bunu önermeliyiz. Bunun yanı sıra toplumumuzu açık tutup yeni fikirlere, sağlıklı kamusal alanlara erişimimizi korumalıyız.
Her birimiz bu tutumu benimser ve kamusal entelektüeller gerekli adımları atarsa hakikat sonrası dünyada hakiki bir şeyler görme umudumuz olabilir. Diğer türlü Arendt’ın sıradan, sıkıcı ama kötülüğün sıradanlığına kapılmış olarak tanımladığı Eichmann gibileri etrafta çok daha sık görülmeye başlar. Sonuç olarak, kendinizi bir odada, sarmalda ya da balonun içinde hissedebilirsiniz. Olsun. Siz mutlaka o balonu patlatın ve sağlıcakla kalın.
Fotoğraf: Drew Beamer