Türkiye yeniden Kürt sorununu halletmeyi konuşuyor. Fakat önceki teşebbüslerden farklı olarak, görünmeyen bir sosyal engel var: Geniş toplum kesimleri, Kürt sorununun çözümüne dair siyasi elitlerden daha mesafeli ve ihtiyatlı.
Bunun iki temel sebebi var. PKK rasyonel bir yapı değil. Son silahını teslim edene kadar, isterse hep birlikte İstiklal Marşı okusun toplumun ekseriyeti için muhatap alınmaya lâyık değil. Yine de 2009-2015 arasında sorunu daraltmış bir tecrübe var.
Diğer ve asıl sebep ise önceki çözüm sürecinde yaşanan hendek terörü ve travması. Bu ikincisi artık PKK’yı aşan bir güven bunalımı. Çünkü 2015’te şehirlerde yaşanan kalkışmalara karşı bizzat Kürtler siyaseten ve yeterince direnebildi mi? Bu sorunun cevabı, geniş toplum kesimleri için tartışmalı.
İşte bu yüzden açık konuşulması gereken bir döneme giriyoruz. Kardeşler birbiriyle net ve samimi konuşur, konuşabilmelidir. Riyakar toplumlar kronik meselelerini kalıcı çözemez.
Ey Kürt kardeş:
Kürtlerin, Anadolu’da tarihin hiçbir döneminde Türklerden ayrı, istikrarlı, yekpare ve müstakil bir fiili hakimiyeti olmadı. Hatta Kürtlerin son beş asırdır mevcudiyetini himaye eden Türklerdir. Bunun ispatı, önce Kürtlere soykırım yapmak isteyen Rus güdümlü Ermeni paramiliterle dövüşülen 1915 mukatelesi. Son ispat ise Suriye’deki Esad zulmünden kaçan ve yüz bini aşan Suriyeli Kürt’ün bugün Türkiye’de yaşıyor olmasıdır.
Mesela Diyar-ı Bekir’in Kürtçe adı Amed değil. Amed, Riha vs. bunlar eski kontlukların isimleri. Tarihte Amed diye münhasır bir Kürt kenti varmış ve el değiştirmiş gibi anlatılar, yumuşak içimli bir Kürt milliyetçiliği. Ancak dileyen sportif, kültürel her türlü faaliyet ve isimlendirmede Amed’i tercih edebilir elbette.
Açık konuşmak lazım. Tarih boyunca bugünkü Irak ve İran’da Kürtlerin yekpare ve müstakil fiili hakimiyeti oldu. Anadolu’da ise dağlık sınır bölgeler haricinde olmadı, Suriye’de ise kısmen oldu.
Keza Batılılar da Türkiye’yi bu sebeple Musul’daki haklardan sahada değil masada feragat ettirdi. Misak-ı Milli’den taviz verilirken, tüm geçmiş haritalar raftan indirilip herkesçe bakıldı. Yoksa zaten bugün Antep Halep’e, Halep de Türkiye’ye bağlıydı.
Türklerin bile Asya’daki soydaşlarıyla arasında Ermenistan ve Gürcistan var. Türkiye’nin Balkanlardaki kara temasını ise Bulgar ve Yunan kesiyor. Bunlara bile razı olmuş bir Türkiye’nin güçlü unsuru olmak dışındaki seçenek, (hele ki adeta insanlığa tehdit haline gelmiş İsrail ile uyumlu bir yoldan) şıklarda yok. Hatta böyle bir ihtimalin Türkiye’de siyaseten konuşulma ihtimali Sur’da bitti. Evet dileyen kendi sözünde coğrafi ve kültürel olarak Kürdistan’dan bahsedebilir. Ancak tek Türk bile kalsa, Türkiye’de şiddete dayalı ve toprak egemenliği dava eden her harekete karşı kuvvetle mukabele olur.
Siyasi özerkliğin de ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz. Yukarıdaki belirlemelere ilave edilebilecek şey, bugün Türkiye bir mozaik değildir. Nitekim İstanbul bugün en büyük Kürt kentlerinden biridir. Turizmden inşaata kadar sermayenin coğrafi ve beşeri dağılımı söz konusu ihtimali tüketmiştir. O kadar ki herhangi biri Kentucky’de tavuk satabilir, aynı kişi kabilecilik yüzünden İstanbul’da midye tezgahı açamayabilir.
Toparlayalım. Sıradan bir vatandaş olarak ailemin benden evvelki üç kuşağında şehitler ve gaziler var. Üstelik bunlar PKK ile alakasız askeri bedellerdi. Dolayısıyla “anasır-ı İslam” olarak kurulan bir cumhuriyette, hiç kimse Türklerden genel bir istiğfar bekleyemez. Aksine dünyanın her yerindeki Müslümanlar Anadolu’daki Türklerle her halükarda iftihar etmelidir. İftihar edemeyen, Arap da olsa hükümsüzdür.
Mevzunun özü yalın aslında. Kürtlerin öteden beri zaptedilmiş Kürtçe gibi sosyokültürel haklarının sivil hayatta tam iade edilmesi lazım. Tüm Türk milliyetçileri buna tahammül etmek durumunda. Zira medeni saha geniştir ve serbesttir. Ortak tarih, kültür, din ve akrabalık bakımından Kürtlerin de bir yönüyle Türkî tarafı olduğunu bilip; toplumsal vasata uygun, makul, meşru ve müspet bir üslup tutturması lazım. Keza Kürtler için Türkçe vaciptir yani kaçınılmaz bir gerekliliktir. Türkler için ise Kürtçe vacip değil caizdir.
Süreç başarılı ve sağlıklı ilerlerse, haklarda adaletsizlerin giderilmesi yanında sorumluluklarda adaletsizliklerin giderilmesini beraberinde getirir. Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin gibi şehirlerin ne kadar vergi ödediği ve buna karşılık merkezi bütçeden, yatırımlardan ne kadar pay aldığı konuşulur. Bu herkes için dürüst bir yüzleşme olduğu ölçüde hayırlı bir yoldur.
Fotoğraf: Simon Wilkes