[voiserPlayer]
Seçimlere çok az bir süre kaldı. Siyasetin ana gündem maddelerinden bir tanesini de Kürt meselesi oluşturuyor. İktidar, muhalefeti PKK ile ilişkilendirerek kriminalleştiriyor, muhalefet ise Kürt meselesinin çözüm adresi olarak TBMM’yi işaret ediyor. Ortada, bir tarafta siyasetin alanını güvenlikçi söylemlerle daraltan iktidar, diğer tarafta ise demokratik siyasetin önünü açmak isteyen muhalefet var. Her iki yaklaşım da, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engellerden biri olarak kabul edilen Kürt meselesine tarihsel bakışın iki temel sütununu oluşturuyor.
İkinci yüzyılına hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti, Kürt meselesinde yaşanılan tüm travmatik acılara rağmen hala bu meselesinin demokratik bir süreçle yönetimi noktasında bir ortak akla sahip. Bu ortak aklın gelişimi Kürt meselesinde yeni aktörlerin ve yeni söylemlerin ortaya çıkışıyla olgunlaştı. Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü ilkesinde, demokratikleşme ile Kürt meselesinin çözüme kavuşması, yeni aktörlerin üzerinde uzlaştığı bir çerçeve kazandı. Türkiye Kürtlerinin kendi kimliğiyle siyasal katılımının önünün açılması, Kürt kimliğine yönelik asimilasyonun sona ermesi ve eşit yurttaşlık gibi alanlarda reform yapılması, yeni dönemde öne çıkan başlıklar olarak ortaya çıkıyor.
Türkiye, günümüzde Ortadoğu’nun en büyük dördüncü halkı olan Kürtlerin en fazla yaşadığı ülke konumunda ve sadece bu olgunun kendisi dahi Türkiye’de rasyonel bir ortak aklın çeşitli dönemlerde oluşmasına neden oluyor. Bu ortak aklın kaynağını oluşturan rasyonel çabanın hedeflerini; toplumsal faydalarla, pragmatizmle veya bir tür siyasi çıkar ilişkisiyle açıklayabiliriz. Bu çaba veya arayış; kendisini, güvenlik ve terörle mücadele dışında bir argüman üretemeyen iktidarın karşısında, yani muhalefette konumlandırıyor. Muhalefet, uzun yıllar Türkiye’de inkar edilen ve güvenlik merkezine alınan Kürt meselenin yönetimini rasyonel bir zemine taşıma iradesi geliştiriyor. Bu irade, en büyük iki muhalefet partisi olan CHP ve HDP arasında gelişiyor.
Hafıza: Yakın Tarihte Kürt Meselesinde Neler Yaşandı?
Kürt meselesinde yeni söylemleri ve aktörleri değerlendirmeden önce yakın tarihimizde yaşanılan gelişmeleri ve yöntemleri hatırlamakta fayda var. Uzun yıllar bir milli güvenlik sorunu olarak görülen Kürt meselesi, bir dönem yalnızca terörle mücadele kapsamında ordunun kontrolüne bırakıldı. Böylelikle Kürt meselesi, ordunun siyasete etkisinde belirleyici faktörlerden biri oldu. 1990’lı yıllarda siyaset kurumları, PKK’ya karşı sadece askeri yöntemlerle mücadele ederek Kürt meselesinde bir başarı kazanılmayacağını gördü ve bu meseleye esaslı bir çözüm ihtiyacı ortaya çıktı. Ancak tüm siyasi çabalar ordu veya derin devlet uzantıları tarafından engellendi. 1999 yılında ABD’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etmesi, buna karşılık Türkiye’nin AB sürecini başlatması, Türkiye’de Kürt meselesinde yeni bir dönemin kapısını araladı.
Türkiye’de büyük bir değişim umuduyla iktidara gelen AKP, 2009 yılı sonrası Tayyip Erdoğan liderliğinde Barış Sürecini başlattı. İmralı’da Abdullah Öcalan ile başlayan müzakere süreci, uzun yıllar kapalı kapılar ardında yürütüldü. 2013 yılında resmen başlatılan süreç, 2015 yılında Dolmabahçe Mutabakatı ile sonuçlandı. Ancak 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonraki dönemde bu süreç sona erdi ve PKK ile çatışmalar yeniden başladı.
7 Haziran 2015 Genel Seçimleri sonucunda HDP’nin barajı aşmasıyla AKP’nin tek başına iktidarının sona ermesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık hedefini sekteye uğratmıştı. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası ortaya çıkan ulusalcı, milliyetçi ve siyasal İslamcı rejimin ana hedeflerinden biri, Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak oldu. HDP’ye yönelik siyasi tutuklamalar başlatıldı ve HDP’li belediyelere kayyum atamaları gerçekleştirildi. Bunu HDP’yi kapatma davası takip etti. Kürt Siyasal Hareketi kriminalleştirildi ve iktidar medyası bunda oldukça etkili oldu. Tüm bu gelişmelere ek olarak Suriye ve Irak’ta yaşanılan gelişmeler, Kürt meselesinin Türkiye açısından uluslararasılaşmasını beraberinde getirdi ve meseleyi daha da karmaşık bir açmazın içine soktu.
Kürt Meselesinde Yeni Söylemler ve Yeni Aktörler
20 yıllık AKP iktidarında Kürt meselesinin çözümüne dair atılan adımların Tayyip Erdoğan’ın siyasi geleceğine endekslendiği görüldü. Bu faktör, Kürt meselesinin çözümüne yönelik şeffaf yürütülmeyen bir tür siyasi çıkar ilişkisine yol açtı. İmralı ve Kandil’in ağırlık kazandığı bu dönemde PKK’ya silah bıraktırmak ana hedef olarak belirlendi, fakat demokratik reformlar çok sınırlı kaldı. Dolayısıyla çözüm süreci çeşitli ilişkiler ağına hapsoldu ve toplumsallaşmadı. Selahattin Demirtaş’ın Türkiye siyasetinde bir lider olarak ortaya çıkmasıyla HDP’nin Türkiye’de ana akım bir siyasi partiye dönüşmesi, ortaya yepyeni parametreler çıkardı.
15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası Türkiye’de muhalefetin iktidarın devlet gücüyle dizayn edilmesi, CHP’de dönüşümün hızlanmasını beraberinde getirdi. Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde gelişen strateji, İYİP’in kurulmasında ve yeni bir muhalif güç olarak konumlanmasında etkili oldu. 2019 Yerel Seçimlerinde HDP’nin oyları, Millet İttfakı’nın büyükşehirleri kazanmasında belirleyici unsurdu. CHP’nin öncülüğünde gelişen muhalefetin genişleme stratejisi önümüzdeki seçimler öncesinde maksimum sınırlarına ulaşmış durumda. Zira, Muharrem İnce ve Sinan Oğan’ın muhalefeti bölmeye yönelik atılımları, iktidarın/rejimin değirmenine su taşıyan bir nitelikte.
Helalleşme söylemiyle muhalefeti genişleten Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, HDP ile olumlu bir diyalog geliştirdi. CHP ve HDP arasında diyalog seviyesinde ilerleyen bu ilişki, Kürt meselesine dair ortak aklın bir tezahürü olarak ortaya çıktı. Bu diyalog ve ortak akıl, “Kürt meselesinin çözüm yeri TBMM’dir” yaklaşımıyla somutlaştı. Bu yaklaşım, geçmişte yaşanılan deneyimlerin ve mevcut iktidarın Kürt meselesi konusunda muhalefetin alanını kısıtlayan zehirli dilinin bir sonucu olarak gelişti. Ayrıca, Kürt Siyasal Hareketi’nin ve Türkiye Kürtlerinin yakın tarihte yaşanılan gelişmelere paralel seyreden dönüşümü, meşru siyaset zeminini güçlendiren diğer faktörlerden biri oldu.
Terörü araçsallaştıran ve Türkiye Kürtlerinin demokratik taleplerini lekeleyen PKK’nın, Kürt meselesinde ana aktörlerden biri olarak önemini yitirmesi, silahlı hareketle siyasi hareketin ayrışmasını beraberinde getirdi. Nitekim, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Türkiye siyasetinde bir lider olarak ortaya çıkmasının arkasında Türkiyelileşme kavramına yönelik güçlü bir irade yer alıyordu. Bunlara ek olarak, Demirtaş’ın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu yaklaşımına ve Cumhurbaşkanlığı Adaylığına seçim sürecinde destek verdiğini hatırlamakta fayda var.
Kürt Meselesinde Yeni Bir Metodoloji: Süreç Parlamentoya Taşınmak İsteniyor
Uzun yıllar devletle PKK arasında devam eden çatışmalı süreç, ortaya çözümsüzlükten beslenen kötücül aktörler çıkardı. Giderek görünür hale gelen bu analoji, meşru demokratik siyasetin TBMM’ye taşınması ihtimaliyle varoluşsal bir riskle karşı karşıya. Başka bir deyişle, HDP’nin Türkiye’de ana akım bir siyasi parti olarak TBMM’de Kürt meselesinin demokratik çözümü için meşruluk kazanması ve birincil muhataba dönüşmesi, PKK’nın kendisine atfettiği varoluşsal gerekçeleri ortadan kaldırma potansiyeline sahip. Bu nedenle, CHP’nin bu meseledeki tarafları, yine muhalefet içinde CHP ile benzer görüşlere sahip diğer partilerin desteğiyle ayrıştırdığı ve seçimlerden önce Kürt meselesinin nasıl yönetileceğine dair yeni bir anlatı inşa ettiği görülüyor.
Ancak mevcut siyasal iklimde CHP’nin HDP ile sürdürdüğü diyaloğun ve bu kapsamda Kürt meselesini Parlamento merkezli çözme vaadinin yönetim sürecinin bir hayli güç olduğunu da kabul etmek gerek. Örneğin, CHP içerisinde Kürt meselesinde aktif politikalar üreten isimlerin başında gelen ve CHP’nin Diyarbakır’da birinci sıradan aday gösterdiği İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun katıldığı bir televizyon programında, “Türkiye’nin Kürt Meselesi’ni çözeceğiz. Silah olmayacak artık Türkiye’nin gündeminde. Şiddet olmayacak, terör olmayacak. Çözeceğiz. Meclis odaklı bir yöntemle çözeceğiz. Diyalogla, müzakereyle, Meclis odaklı bir çalışmayla adım adım ilerleyeceğiz. Parlamento’daki bütün siyasi partileri bu işin paydaşı yapacağız” sözlerini iktidar medyası çarpıtarak CHP’nin PKK ile Parlamento çatısı altında müzakere yürütmeye hazırlandığını iddia etmişti.
İktidar medyası bir başka algı operasyonunda ise CHP İstanbul Milletvekili Yunus Emre’nin, “Yerel yönetimlerin özerklik konusu tamamen çarpıtılıyor. Siyasi özerklik başka bir şey, idari, mali özerklik başka bir şey. Genel başkanımız bunu açıkladı, yerel özerklik şartındaki çekinceleri kaldıracağız. Bu, emin olun Türkiye’yi bölecek bir şey değildir. Aksine Türkiye’yi daha da güçlendirecektir. Çünkü artık çağımız, yerel yönetimlerin güçlenmesi çağıdır. Avrupa Birliği’nin ve Avrupa Konseyi’nin en temel ilkelerinden birisi, yerellik şartıdır.” sözleri üzerinden gerçekleştirmişti.
Tüm bu gelişmeler demokrasi ve otokrasi arasında sıkışan Türkiye’de yeni bir anlatı inşa eden ve giderek rejimin ördüğü duvarları aşma iradesi ortaya koyan CHP’nin iktidar hedefindeki kararlılığını gösteriyor. İktidarın güçlü propaganda makinesinin her türlü manipülasyonuna ve algı operasyonuna rağmen CHP’nin riskli kabul edilen Kürt meselesi alanında argümanlar üretmesi, bunu bir pazarlıktan öteye insan hakları meselesine indirgemesi, Türkiye’nin iç barışına ciddi katkı sunuyor. Tüm bu kutuplaşma ve gerilimden ciddi bir bıkkınlık hisseden toplumun bu kucaklayıcı siyasete ihtiyacı var. CHP’nin Kürt meselesinde inşa ettiği yeni söylemler, işte tam da bu ihtiyaca uygun ilerliyor. Ne eksik, ne de fazla…
Yeni Dönemde HDP’nin Siyasi Tutumu Belirleyici Olacak
HDP liderliğinde oluşan Emek ve Özgürlük İttifakı, Cumhurbaşkanı Adayı çıkarmayarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı aldı. CHP ve HDP arasında son yerel seçimlerde gelişen dirsek teması, yerel seçimlerden sonra diyaloga dönüştü. CHP’nin Kürt meselesinin çözüm adresi olarak TBMM’yi öne çıkarması, seçimlerde belirleyici bir unsur olarak görülen Kürt seçmenin acil taleplerine cevap veren bir nitelikte. Her ne kadar HDP içinde farklı dinamiklerin yönetim süreci kolay olmasa da HDP’nin önde gelen kurmaylarının iktidarın tüm kıskacına rağmen başarılı bir performans gösterdiğini söyleyebiliriz.
Seçimlere partinin kapatılma riski karşısında Yeşil Sol Parti amblemiyle girecek olan HDP, kamuoyunda çok tartışılan Hasan Cemal ve Cengiz Çandar gibi isimleri seçilmesi kuvvetle muhtemel yerlerden aday göstererek kendisini yeni döneme hazırladığının mesajını verdi. Nitekim, Çözüm Süreci’nin önemli aktörlerinden biri olan Sırrı Süreyya Önder de yeniden Parlamentoda olması beklenen isimlerden.
Tüm provokasyonlara rağmen kendisini Türkiye siyasetinde önemli bir aktör olarak koruyan HDP’nin ve Kürt Siyasi Hareketi’nin yeni dönemde tüm siyasi partilerin yaşayacağı eski ve yeni arasındaki dönüşüme nasıl reaksiyon vereceği önemli olacak. Burada, tutuklu HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın siyasi geleceği çok belirleyici bir rol oynayacak. Türkiye’de Kürt meselesinin TBMM’ye taşınacağı bir dönemde Öcalan mı, Kandil mi, yoksa halkın iradesiyle seçilmişlerin mi rolü Kürt meselesinde daha belirleyici olacak, bunu seçimlerden sonra takip edeceğiz.
Fotoğraf: Palden Gyamtso