Berk Esen-Burak Bilgehan Özpek hocaların tartışmasında Türkiye’deki hegemonik otoriterliğe geçişin sebepleri, tetikleyicileri ve buna karşın alınabilecek muhalefet önlemleri üzerine iki farklı aks ortaya çıktığını gördük. Bu akslardan birincisini kooptasyon[1] başlığı altında, diğerini de iktidarla müzakere başlığı altında toplayabiliriz. Bu yazıda benim eklemek istediğim nokta ise bir bilgi nesnesi olarak direniş.
Berk Esen’in kooptasyon(muhalefeti pasifleştirme amacıyla muhalif aktörü kendi yapısına dahil etme) çerçevesinden bakması, onun, Ekrem İmamoğlu’nun iktidarın gazetecileriyle ve iktidarın oyun sahasında hiçbir şekilde bulunmaması gerekliliği düşüncesini de beraberinde getiriyordu.
Bu bakımdan ahlaki-pratik bir terim olan kooptasyon, hem muhalefetin kendi tabanındaki meşruiyetini sallayan hem de oyun sahasını iktidarın kurmasına izin veren bir mekanizma. Yani, iktidarın oyununu oynarsanız hem meşruiyetinizi hem de pozisyonunuzu kaybedersiniz. Bu yüzden halka dönmeli ve iktidara, tabanı mobilize ederek karşı koymalısınız. Ekrem İmamoğlu ve CHP’ye yönelik operasyonlardan sonra bir seçim beklememeli, artık seçim anketleri üzerinden stratejiler geliştirmemelisiniz. Çünkü sandık tamamen etkisiz hâle getirildi.
Berk Esen ve Şebnem Gümüşçü’nün yeni yayınlanan makalesinde (2025) muhalefet ve iktidar arasındaki güç dengesinin Türkiye’nin tamamen otoriter bir rejime geçip geçmeyeceğini belirleyeceği yazılmıştı. Seçim manipülasyonları ve hileleri ya da Rusya tipi muhalefetin tamamen kontrol edildiği seçimler üzerinden Erdoğan’ın iktidarını yürütüp yürütemeyeceği gündemde. Berk ve Şebnem Hocalar hükümetin devlet aygıtını[2] ve rant dağıtımını kontrol ettiği bir rejim tipinde olmamıza rağmen muhalefetin elinde siyasal bir alternatif ve yeniden demokratikleşme için hakiki araçlar olduğunu dile getiriyorlar.
Berk Hoca’nın bir diğer makalesinde aktörlerin kendilerine mal edip kullandıkları eski demokratik araçları öne koyuyor: Yargıyı ele geçirme, (yargının meşrulaştırıcısı rolündeki) medya, zor kullanma ve yeni bir toplum sözleşmesi (anayasa ve barış süreci açılımı), Batı’nın normatif olarak demokratikleşmeyi desteklememesi. Berk ve Şebnem Hocalar bunları yeniden demokratikleşmenin önündeki engeller olarak listeliyor. Buna karşın hâlen daha popüler olan muhalefetin nasıl direndiğini ve Erdoğan’ın otoriterleşmesinde hangi yapısal araçları kullandığını ifade ederlerken, iktidar araçlarının dönüştürülebilirliğini göz ardı ediyorlar.
Bilgehan Hoca’nın çerçevesindeyse siyasetçilerin çıkar güdümlü hareketleri, yani kooptasyon dediğimiz kavramın ahlaki yönü eleştiriliyor. Daha realist diyebileceğimiz bir çerçeveden bakarak iktidarın birlikte yürüdüğü aktörleri parçalamanın bir müzakere pratiği olduğunu savunuyor. Siyasetçiler en nihayetinde ahlaklı olmaktan ziyade, pratik faydacılığı kovalamalılar.
Bilgehan Hoca’ya göre muhaliflerin ahlaki tartışmalar içinde boğulması da muhalefeti kilitleyen bir durum. Bu tip ahlaki tartışmaların İletişim Başkanlığı’yla iltisaklı olduğu düşünülen ve kutuplaşmayı tetiklediği savunulan trol hesaplar tarafından körüklendiği hadiseler de bunu destekliyor. Bilgehan Hoca en ahlaklı olmanın değil, en sağlam pozisyonu ele geçirmenin seçmen ve iktidar nezdinde iş yaradığını savunuyor. Bu yüzden elit müzakeresini, iktidar bloğundaki çatlakları değerlendirmeyi, sandık ve seçim hedefini iktidarla anlaşarak getirmeyi ahlaken engelleyen görüşün pragmatik olmadığını savunuyor.
Yani elit müzakeresi, iktidar tarafından pasifleştirilmek ya da sübap işlevi görmek anlamına gelmiyor. Nitekim rejim hükümranlığını arttırdıkça rejim içerisinde oyundan atılan aktör sayısı da artıyor, bu da CHP’nin sistemden koparabileceği iktidar oyuncusu sayısını arttırıyor. Biraz daha oyun teorisi[3] çerçevesinden gelen bu bakış açısının problemli bulduğum yanı, kazanılabilecek bir seçim olacağı varsayımına dayanması ve partinin halkla arasındaki ilişkiyi bir seçim-temsiliyet ilişkisine indirgemesi.
Sentez ve Alternatif
Burada iki yaklaşıma da eleştirel bir bakış açısı getiriyorum. Siyasal iktidarın çizdiği oyun alanında oynamaktan ziyade, iktidarın bir sahne kurduğunu (simülasyon[4]) ve bu sahnenin önüne ya yeni bir muhalefet sahnesi kurulması ya da o sahnenin yıkılması stratejisini gütmek gerektiğini öne sürüyorum. İktidar sahnesinin kurucularıyla müzakere etmek, muhalefetin dağılmasını bir raddeye kadar engelleyebilir. Temel muhalefet stratejisini, iktidarın çizdiği oyun alanında oynamaya ayıramazsınız. Ancak iktidarın oyun sahasında oynamak da direnmek anlamına gelmiyor.
CHP’nin hükümranlığa dönen bir iktidara karşı direnebilmesi için halkı örgütlemesi gerekiyor. Sıkıntı şu ki direnebilmek, muhalefet tarafından bir bilgi nesnesi hâline getirilebilmiş değil. Dolayısıyla asıl sorun, direnişin sokak protestosundan ibaret olmadığını kabul edip, iktidarın pratiklerini daha temel düzeyde ele almak ve bunları tersine çevirmek. Bu sorunu aştığımızda kooptasyon ve müzakere arasındaki zıtlığı da aşacağız ve pratik önerilerde bulunabileceğiz.
Otoriterleşmenin, ABD’de de Türkiye’de de gündelik hayatıma olan sonuçlarını anlamak ve anlatmak, beni ve başka bireyleri otoriterleşmeye karşı daha duyarlı kılıyor. İktidar (yani herhangi bir toplumsal tahakküm alanı/network’ü) bilgi nesneleri üretir (Foucault 1980). Bilgi nesnesi; hakkında konuşulan, tanımlanan, ölçülen, normlara göre değerlendirilen bir insan, davranış, özellik ya da durumdur. Bu nesne, zaten var olduğu için bilgi konusu olmaz. Aksine, bilgi sayesinde (toplumsal olarak) var olur. Bir şey bilgiyle tanımlandığında, aynı zamanda toplumsal olarak “gerçek” hâle gelir.
Örneğin, “suça eğilimli birey”,kriminoloji tarafından tarif edilerek toplumsal olarak tanınan bir bilgi nesnesidir (Çelebi 2013). Direnmek ise iki hocamın literatüründe de bir bilgi nesnesi olarak muamele görmüyor. Direnmenin yalnızca protestoya ya da kolluk kuvvetlerine karşı bir hareket olduğu yanılgısı ise kelimenin kendisini baştan korkutucu kılıyor. Muhalefet bir bilgi üretebildiğinde iktidar için kısıtlayıcı bir hâle geliyor, aksi taktirde iktidar seçim kaybedeceğini düşündüğünde geriye değil, ileriye adım atıyor.
AKP’nin otoriterleşmesi, çarpıtılmış bir modern-devlet sahnesi sunuyor: Düzensiz artan gözetleme, disiplin ve kontrol pratikleri (trafik kurallarında dönemlik sıkılaşmalar, doğum ve kadın bedeninin kontrolü, yerel yönetimler üzerinde tahakkümü, makbul kimlikler, tüketilebilecek nesneler ve imajlar, market fiyatlarıyla hükümetin doğrudan ilişkisi, evlilik politikalarındaki teşvikler vs.).
Otoriterleşme, modern iktidar pratiklerinin toplumsal işleve (ihtiyaca) göre değil, tarihin ancak belli bir döneminde hayatta kalabilecek bir zümrenin kendi ömrünü uzatmak için bir rejime dönüşme çabası. Dolayısıyla otoriterleşme, arkadaş çevremize ve ailemize kadar sirayet eden, kendi taleplerimizin de içinde olduğu toplumsal mikro-iktidar alanlarının tek bir merkez tarafından talep unsuru ve tersine gözetleme imkanlarımız tasfiye edilerek el konması değil midir?
İktidarlar özneleri belli alanlarda (örneğin kampüsler, kahvehaneler, köy meydanları, kültürel sergiler, kulüpler, kamusal alanda neşet eden mikro iktidarlar) kontrol eder, makbul hareketleri ve düşünceleri bu networkler içerisinde belirlerler (habitus), gözetler, talim eder, teftiş eder, kaydeder fakat bunu yaparken gündelik pratik ihtiyaçlarına da çözümler üretir. İktidarlar özneler için de pragmatik ürünler taşır, özneler iktidar alanlarında olmayı ve bu normlara riayet edip kendi çıkarlarını belli oranlarda kısıtlamayı da estetik ve etik kabul ederler. Dolayısıyla burada, zorlama ve rıza haricinde, karşılıklı bir talep ve çoğu kez de doğrudan tahmin edilemeyen iktidar etkileri açığa çıkar.
Demokratik Gerileme Çerçevesinin Üretemediği Bilgiler
“Nasıl direneceğiz?” sorusu her halükârda havada kalıyor. Bunun yerine, “hükümetin topluma daha fazla iktidar pratiği uygulamasının önündeki engeller neydi?” Yani, “Kısıtlayıcı güçler nelerdi?” sorusunu sormanın, neden İmamoğlu’nun belirli bir zaman diliminde tutuklandığını ve tutukluğunun nereye kadar devam edeceğini göstereceği kanaatindeyim. Aksi takdirde eskiden demokratik olan kurum ve araçların şimdi otoriter bir araç haline dönüşmüş olması iddiası, bu araç ve kurumların daha önce demokratik olarak nötr olduğu ön kabulünü taşıyor. Ancak burada demokratik olarak gerileyen araçlardan değil, kurum niteliğini, yani kendi mikro-iktidarını kaybeden aktörlerden bahsediyoruz. Bu kurumların demokratik ya da gayri demokratik olmasından ziyade, kim tarafından kontrol edildiği ve işlevleri önemli.
Güç teorisi, sert (kaba kuvvet, kolluk, askeri teknoloji) ve yumuşak güç (medya, kültür, din, iktidarı çekici kılan estetik algılar, örneğin diziler ve milliyetçilik) araçlarının birbirine dönüştürülebilmesini, kaynakların nüfuza dönüştürülebilmesi problemini ortaya koyar. Erdoğan’ın otoriterleşmesiyle birbirine ters gözüken hamleleri, halkta sağlam bir ideolojik taban olmamasına karşın tepki çekmeden yürütmesini; bunu hangi kaynakları dönüştürerek yaptığını sorgulamak gerekiyor. Bunu da hikayelere, yani iktidarın bilgi üretemediği yerde ürettiği simülasyonlara bağlamak istiyorum.
Erdoğan, siyasetin tanımlamasını; diziler, TV programları, miting alanlarında sunduğu hikâye, sosyal medya trolleri, kontrollü yükselen milliyetçilik dalgalarıyla yapıyor. İletişim Başkanlığı aracıyla RTÜK’ün sansürcülüğünden de öte yaratılan bir estetik ve simülatif hikâye vardı: Sahneye baktığınızda siyasetin devlet düşmanlarıyla devlet adamları arasında oynanan bir oyun olduğu, Türkiye’nin oyunlar kuran bir lideri olduğu, bu oyunları kurarken de bazen iç ve dış düşmanlarla ittifak etmesi gerektiği anlatılıyordu. Bu hikâye, merkezine ideolojiyi almamakla beraber mukaddesatçı, milliyetçi ve daha önemlisi, tüketilebilir ve heyecan vericiydi. Erdoğan’ın damadı ve İletişim Başkanlığı bunu savunma sanayisini görünür kılarak perçinliyor, yani sert güç unsurunu yumuşak güce dönüştürüyordu. Bu mekanizma her ne kadar basit gözükse de iletişim çalışmalarında gerekli olan “büyük hikaye”yi (master narrative) ortaya koyuyor. Yani, siyasi bir janra ortaya koyuyor: klasik bir hikâye anlatısı üzerine değişen aktör yüzleri ve isimleri.
Bu şekilde bir anlatıyı insanlara kabul ettirdiğinizde, bu artık bir (hiper) bilgi halini alıyor. Normalde doxa, yani görüş olmasını bekleyeceğimiz bu tip bir hamle, hakikat ötesi bir boyut kazanıyor. Bu hikâyenin yanında kurgu komplo teorileri de ön plana çıkıyor çünkü gerçeğin çarpıcı değeri yok edilmiş, kurguyla aynı değere indirilmiş oluyor. Eğer Erdoğan sekiz boyutlu satranç oynuyorsa, bugün Öcalan’ı konuşturtup PKK’yı lağvedip ülkesini İsrail’e karşı tek cephede birleştirebilir. Tıpkı Ertuğrul Gazi, Fatih Sultan Mehmet, Sultan Alparslan, Sultan Abdülhamid gibi. Bu tip bir hikâyeye, kamusal bir bilgiymiş gibi yaklaşılıyor.
Bu anlatı üzerine bazı araçların kamuoyuna görünür, kimisinin de görünmez şekilde çalıştırılmasıyla birlikte bu hikâyeyi anlatacak olan ve bu hikâye içerisinde makbul kılınacak network de sağlanıyor. Aynı zamanda bu hikâyenin ortadan kaldırdığı kurumsal mikro-iktidar alanları dolayısıyla Erdoğan hükümetinin beslemesi gereken aktörler çoğalıyor. Bir başka deyişle, kurumların kendi bilgi nesneleri yitmiş oluyor, bu da gayri-demokratikleşmenin gerçek etkisini ortaya koyuyor ve belli bir yerden sonra hükümet kurumsal eğitim almış insanları bulmak zorunda kalıyor. Kamuoyunda bu durum liyakat sorunu olarak kategorize ediliyor.
Alternatif Bir Seçim Mahiyeti Okuması
İmamoğlu’nun 19 Mart’ta içeri alınması, kısıtlayıcı güçlerle ve onların meşruiyetle ilişkisiyle alakalı. Erdoğan için seçimler birer meşruiyet göstergesiydi. Erdoğan her seçimden sonra iktidarını zorunlu olarak değil, rahat alan kazanarak ele geçirdi ve ilerletti. Erdoğan İmamoğlu’nu hapse atmak zorunda değildi, ancak bunu yaparak iktidarını ilerletmesinin önünde kısıtlayıcı güçler yoktu. 19-26 Mart arasındaki protestolar bittikten sonra da CHP’ye daha geniş operasyonlar yapılabildi ve yapılmaya da devam ediliyor. Erdoğan toplumda neyin var olup olmayacağına karar verdiği noktaya geldiğinde de artık bu meşruiyetini kaybettirecek kısıtlayıcı güçleri bekliyordu:
- Meşruiyet ve makbullük arasındaki fark, birinin halkın talebiyle ve iktidarları gözetleyebilme yetisiyle gelmesi, diğerinin mikro-iktidar alanında tepeden inme olması. Yönetecek bir halkınız yoksa iktidar olamazsınız. Halkın tepkisi bir kısıtlayıcı güçtü, ancak anlatılan hikâye ve halkın direnişe dair bilgisinin olmaması Erdoğan için bu hareketi yapılabilir kıldı.
- Dış ilişkilerde Erdoğan’ın iktidarını arttırmasına askeri mecburiyet mesajları üzerinden izin verildi. Erdoğan’ın hükümetteki ilk dönemine kıyasla şu anda meşruiyet arayacağı ve arasında denge kurmak zorunda olduğu bir AB ve ABD yok.
- Erdoğan piyasaları bir şekilde elinde tutabileceğini, tutamayacağı noktada da uluslararası krizleri kullanabileceğini biliyor. Her ne kadar piyasa bir kısıtlayıcı güç olsa da Erdoğan’ın artan iktidarı ve kontrol araçları, piyasayı iktidarın elinde olmaktan çıkaramıyor.
- Kolluk, asker ve vesayet dediğimiz, devletin fail (kendi bilgi ve öznelerini üretebilen modern devlet) kurumlarının çoktan lağvedilmiş olması.
- Erdoğan’ın medya ve yargıyı bir bütün halinde kullanıyor olması Erdoğan’a İmamoğlu’nun tutuklanmasında da meşruiyet kazanabileceğini düşündürtüyor.
- Erdoğan, aynı haberleri yeniden ürettiğinde bunun gerçeklik yerine geçeceğini daha önce gördü. Zamana ihtiyacı var.
Direniş Pratikleri
Halka inilmesi demek akla ilk olarak protestoları ve mitingleri getiriyor. Ancak, protesto, görünürlüğünüzü sokaklar aracılığıyla ve tersine zor kuvvet uygulayarak elde ettiğiniz bir pratik. Protestoların son çare olarak elde tutulması gerekiyor. Protestolara gelene kadar, tıpkı AKP’nin iletişim araçlarının en azından 2014 yılından beri yaptığı gibi, CHP’nin de düzenli bir iletişim kampanyasına ihtiyacı var. Bu kez iletişim kampanyası, toplumsal iktidarı siyasal iktidar tarafından baskılamak için değil, toplumsal iktidar pratiklerini siyasal iktidarın elinden almak için olmalı.
Görünürlük, yani toplumsal olarak varlığınız, gücünüzdür. Agency dediğimiz faillik durumu, yani kendi kararını veren aktörler olabilme durumu, kendi görünürlüğünüzün kontrolünü kendinizin kontrol edip edememesiyle alakalıdır. İktidar ilişkilerinde ve networklerinde daha yoğun kontrol sahibi olmak istiyorsanız kendinize görünürlük araçları yaratmalı, görünürlük sahaları oluşturmalı ve bunları yaymalısınız. CHP’nin şu an tamamen çökertilmeye çalışılması, tıpkı Zeynep Tüfekçi’nin Twitter ve Biber Gazı (2017) kitabında yazdığı gibi, direnişin kurumsal aktörlerini de ortadan kaldırmaya yönelik.[5] Çünkü kurumsal aktörler hem organizasyonel kapasiteyi hem de direnişin bilgisini yayan ve diri tutan faktörlerdir. Sözün özü, direniş hareketine kurumsal aktörler tutarlı bir faillik kazandırırlar.
Kısıtlayıcı güçler, içinde iktidar üretebilecek network’e sahip ve toplumun gözünde varlığı kapatılmamış kurumlardır. Kısıtlayıcı bir güç: halk, dış ülkeler, lağvedilmemiş kurumlar, hükümeti doğrudan bağlayabilen bir piyasa; bunlar artık devrede yok. Lakin, bu kısıtlayıcı güçlerden halk eğer devreye sokulabilirse, ki bunun için direnişin bir bilgi nesnesi olmaya ihtiyacı var, muhalefet iktidarı kısıtlayabilir. Halkın devreye sokulması kısmında da ciddi strateji eksiklikleri olduğunu görüyorum.
Muhalif Stratejiler
- Yeni görünürlük araç ve sahaları yaratmak (sokak, pazar, iş yeri, sosyal medya, telefon kameraları, kısa postlar)
- Görünürlük sahalarını ele geçirmek ve yeni sahalar yaratmak
- Direniş pratikleri için kampanya şeklinde, halkın oyuna dahil edildiği, fertlerin küçük iktidar alanlarında teker teker teftiş ettiği, belediye meclislerine ve il-ilçe parti merkezlerine gündelik bir şekilde uğramaya davet edildiği bir kampanyadan bahsediyorum.
- İktidarı kısıtlamak adına üretilen görüşleri bir havuzda toplamak, paketlemek ve yaymak
- Bireysel müzakereyi (yani iktidar aktörlerinin hareketlerini kaydetmek, CHP genel merkezi tekelinde kaydetmek, sınıflandırmak ve yaymak) toplumun her bir ferdine cool kılmak ve ön ayak olmak
Kaynakça
Abrami, S. C., Gasco, R., & Esen, B. (2025). Turkey’s 2024 municipal elections. A turning point for democratic resilience?. Mediterranean Politics, 1-13.
Çelebi, Vedat. 2013. “Michel Foucault’da Bilgi, İktidar ve Özne İlişkişi.” Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi 5 (1).
Foucault, Michel. 1980. Power/Knowledge: Selected Interviews & Other Writings. Translated by Leo Marshall Colin Gordon, John Mepham, Kate Soper. edited by Colin Gordon: Pantheon Books, New York.
Tufekci, Zeynep. 2017. Twitter and tear gas: The power and fragility of networked protest. Yale University Press.
[1] Kooptasyon, bir rejimin muhalif sesleri, karşıt grupları ya da toplumsal hareketleri kendi yapısı içine alarak onların oluşturabileceği tehditleri etkisizleştirmeyi ve kontrolü sürdürmeyi amaçlayan bir siyasi stratejidir. Aynı terimi Antonio Gramsci ideolojik dönüşüm bağlamında “Transferisimo” (Dönüştürme, Taraf Değiştirtme) olarak tanımlıyordu. Siyasal bir soğurma ve ideolojik bir etkisizleştirme politikasıdır.
[2] Yani demokratik bir mantıkla (denge-denetleme) kurulan kurumların partizan bir şekilde işletilmesi.
[3] Aktörlerin rasyonel olduğunu, rasyonel çıkarları etrafında tercihlerinin en kazançlıdan en kazançsıza doğru sıralandığını varsayan matematiksel bir “seçim teorisi.”
[4] Simülasyon, gerçekmiş gibi davranılan ancak gerçeklikle bir bağı olmayan bir sahne yaratımı. İktidarın bir bilgi formunda davrandığı, bu yüzden de etkilerinin çok şiddetli olduğu ancak gerçek bir tabana karşılık gelmeyen bir tür sahte-temsiliyet ilişkisi.
[5] CHP’nin tasfiye edilmesi aynı zamanda en rekabetçi partinin tasfiye edilmesi anlamına da geliyor.
Fotoğraf: Timon Studler