[voiserPlayer]
İsrail’in Haifa kentinde bir çalışma yürütülür. On çocuk yuvası dört hafta boyunca gözlemlenir. Tutulan kayıtlara göre çocuklarını yuvadan geç alan ailelerin haftalık ortalaması yuva başına sekizdir. Beşinci haftadan başlayarak takip eden 16 hafta boyunca ailelere geç alışlar için çocuk başına 3 $ ceza konur. Amaç aileleri tam vaktinde çocuklarını almaya teşvik etmektir. Ancak tam tersi olur. Daha fazla aile çocuklarını geç almaya başlamıştır. Çocuklarını yuvadan geç alan ailelerin haftalık ortalaması yuva başına 20’yi bulur.
Bu çalışmanın gösterdiği basitçe şudur: İnsan davranışını anlamak için onların karşı karşıya oldukları cezalar veya ödüller veya ikisinin karışımından oluşan teşviklere bakmak gerekir.
İnsanların karşı karşıya oldukları teşvikler bazen onları iş ahlaklarının zıttına davranmaya itebilir. Mesela, Japon Sumo güreşçilerini… Teşvikler, güreşçileri bazen maçları bile isteye kaybetmeye teşvik eder. Bu meslek ahlakına zıt davranışın izini, en elit Sumo güreşçileri arasında yapılan turnuvalarda sürmek mümkündür. Bu turnuvalar iki ayda bir yapılır, 15 gün sürer ve güreşçiler her gün sadece bir maç, yani turnuva boyunca 15 maç yapar. 15 maçın en az sekizini kazanan güreşçinin sıralamadaki yeri yükselir. Kazanamayanın yeri ise düşer, hatta ardı ardına düşüşler sonunda elit sumocular kategorisinin dışına atılır. Güreşçinin sıralamadaki yeri maddi gelirini ve manevi kazançlarını sıkı sıkıya etkiler.
1989 yılından 2000 yılına kadar yapılan bütün elit turnuvaların son gününde yapılan maçlara bakıldığında. Daha önceki 14 maçın yedisini kazanmış, yedisini kaybetmiş, dolayısıyla sıralamada yükselmek için son maçını mutlaka kazanmak zorunda olan 7-7’lik güreşçilerin, son maç itibarıyla sıralamada yükselmeyi garantilemiş güreşçilerle karşı karşıya geldikleri maçları çok daha yüksek oranda kazandıklarını görüyoruz. Mesela, 7-7’lik güreşçiler daha önceki maçların sekizini kazanmış, altısını kaybetmiş, 8-6’lık güreşçilerle karşı karşıya geldikleri maçların yüzde 79.6’sını, daha önceki maçların dokuzunu kazanmış, beşini kaybetmiş, 9-5’lik güreşçilerle karşı karşıya geldikleri maçların ise yüzde 73.4’ünü kazanmışlardır. Ancak, 7-7’lik güreşçilerin aynı güreşçilerle geçmişte karşı karşıya geldiği maçlardaki kazanma oranları sırasıyla yüzde 48.7 ve yüzde 47.2’dir. Elbette 8-6’lık ve 9-5’lik güreşçilere nazaran 7-7’lik güreşçiler için son maçtaki kazanma dürtüsü çok daha güçlüdür, o yüzden turnuvanın son günündeki maça daha fazla asılmaları normaldir. Ancak, 8-6’lık ve 9-5’lik güreşçilerin maça asılmamaları, hatta bile isteye maçı vermeleri için de güçlü bir sebep vardır. Gelecek turnuvalarda kendileri 7-7’lik güreşçi durumunda, şu an 7-7’lik olan güreşçi ise onların yerinde olabilir.
İnsanları iş ahlaklarına zıt davranmaya teşvik eden bir hal de İktisatçıların bilgi asimetrisi adını koydukları haldir. Bu hal ikili bir ilişkide taraflardan birinin diğerine kıyasla ilişkinin konusu hakkında çok daha fazla bilgili olması halidir ve daha bilgili olanı, bilgisini kullanarak karşı tarafı aldatmaya ve ilişkiden daha fazla şahsi menfaat temin etmeye iten bir teşvik ortamı yaratır. Mesela, emlakçıların müşterileri ile ilişkileri bilgi asimetrisinin yoğun olduğu bir ilişkidir. Zira emlakçılar, emlak piyasasını, ev almaya veya satmaya çalışan müşterilerine kıyasla her açıdan çok daha iyi biliyordur. Emlakçılar pekala bu hali kendi lehlerine olacak şekilde kullanabilirler.
Bir çalışma emlakçıların kendilerine ait evleri, müşterilerine ait evlere kıyasla ortalama 10 gün daha fazla piyasada tuttuğunu, bunun neticesinde ise kendilerine ait evleri yüzde 3 daha fazla bir fiyata sattıklarını bulmuştur. Bu farkın sebebi emlakçıların her iki haldeki kazançları arasındaki farktır. Emlakçı kendi evini sattığında ev fiyatı üzerinden yüzde 3’lük fazlanın tamamını kendine alacaktır. Ancak müşterisinin evini sattığında o yüzde 3’ün sadece küçük bir yüzdesini alacaktır. Dolayısıyla emlakçılar, müşterilerinin sattığı evler için gelen teklifleri hemen kabul etmeleri için teşvik ederlerken, ev kendilerine ait olduğunda ise daha yüksek fiyat veren başka müşterileri beklerler. Bu yüzden de emlakçıların kendilerine ait evler, müşterilerine ait evlerden daha fazla piyasada kalır.
Varolan teşvik sisteminin kısa ve uzun vadeli etkileri birbirine zıt olabilir. Uyuşturucu satış piyasasındaki teşvik gibi. Şikago’nun güneyinde aktif siyahi bir çete üzerine yapılan sosyolojik bir çalışma bunu gösterir. Bu çete; çete lideri, onun altında güvenlik, muhasebe ve tedarikten sorumlu üç kişi ve en altta da yıllara göre sayıları 20 ile 75 arasında değişen sokak satıcılarından oluşmaktadır. Çete üyelerinden en yüksek geliri, o dönem saatte 66 $’la çete lideri, sonra saatte 7 $’la onun altındaki üç kişi kazanmaktadır. Sokak satıcılarının kazancı ise saatte 3.30 $’dır ve o dönemin asgari ücretinin altındadır. Kazancın düşüklüğü bir tarafa, çete üyeliği risklidir. Çetenin dört yıllık tarihinde normal bir çete mensubu ortalama 5.9 kez tutuklanmış, 2.4 kez ölümcül olmayacak şekilde yaralanmıştır. İş başında öldürülme ihtimali ise 4’te 1’dir. Amerika’nın en tehlikeli işi kabul edilen kereste kesiciliğinde bile ölüm oranı aynı dönem 200’de 1’dir.
Ancak, çete üyeliği Şikago’nun bu fakir bölgesinin siyahi gençleri için çekicidir, hatta normal bir gelir için belki tek kapıdır. Üstelik işini iyi yapanlar için çok daha büyük zenginliğin yolu açılıyordur. Ancak teşvik sistemindeki sorun tam olarak budur. Çete üyelerinin işlerini iyi yapması gerekmektedir. Piyasada aktif tek bir çete yoktur. Bilakis dar bir piyasada birbirinin bölgesine göz diken onlarca çete vardır. Çete üyesinin işini iyi yapması sertliği ve acımasızlığı ile nam salması demektir ve kendi bölgesine göz dikenlerle gözü kara silahlı çatışmaya girmesi. Çete savaşları kaçınılmazdır. Ancak çatışmalar büyük bir sorundur aynı zamanda. Zira yapılan işin riskini artırıyordur ve müşterileri kaçırıyordur. Teşvik sistemi kısaca çelişkilidir. Kısa vadede çete lehine, uzun vadede ise aleyhine işliyordur.
Hayatın herhangi bir alanında var olan teşvik sisteminde yapılan, dışarıdan empoze veya içten kaynaklı değişikliklerin uzun vadeli, öngörülemeyen dramatik sonuçları olabilir. 1973 yılında Anayasa Mahkemesi’nin bütün Amerika çapında kürtajı yasal hale getirmesi gibi. Bu kararla kürtaj bir gecede yasallaşır ve masrafı da 500 $’dan 100 $’ın altına düşer. Diğer bir deyişle, özellikle istemeden hamile kalmış, bekar, genç ve fakir bir kadın için teşvik yapısı bir gecede değişmiş ve kürtaj daha cazip hale gelmiştir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin kararının ertesi yılı 750 bin kadın kürtaj olur. 1980 yılı itibarıyla kürtaj olan kadınların sayısı 1.6 milyona ulaşır ve takip eden yıllarda bu seviyelerde kalır. Böylelikle fakir ve bekar anneler tarafından yetiştirilecek, istenmedikleri içinde iyi bir aile ortamında büyüyemeyecek, iyi bir eğitim alamayacak ve suç çetelerinin insan sermayesi olacak milyonlarca çocuk topluma katılamaz. Katılamadıkları için de Amerika boyunca 1990’lı yıllarda suç oranları dramatik bir şekilde düşer.
* * *
İnsan davranışları nasıl anlaşılır/açıklanır? Steven D. Levitt ve Stephen J. Dubner’in Freakonomics’te bu soruya verdikleri cevap son derece basittir: insanların karşı karşıya kaldıkları teşviklerin yapısına bakılarak. Ancak bunu yapmak o kadar basit değildir. Zira insanlar, hayatın farklı alanlarında, siyaset, ekonomi, kültür, din, ve saire çeşitli nitelikte faktörün, farklı bileşimlerle şekillendirdiği teşvik yapıları ile karşı karşıyadır, bu yüzden de hayatın belli bir alanında aktif teşvik yapısını çözümlemek, uzun zaman ve yoğun emek harcamayı gerektirebilir.
Freakonomics yayınlandığı tarihten dört yıl içinde 4 milyon adet sattı. Bu hiç kuşkusuz müthiş bir ticari başarı. Ancak bu ticari başarının sebebi elbette sadece yazarların “insan davranışını teşvikler şekillendirir” iddiasının orijinalliği değil. Hatta bu iddia orijinal bile değil. İnsanların farkında olarak veya farkında olmayarak sorunlarını çözmeye çalışırken yaptığı bu değil mi? Teşvikleri değiştirmek. Bir şeyden sakındırmak için korkut, yaptırmak için ödüllendir. Yazarların kendi kültüründen örnek verirsek, havuç ve sopa mecazının anlatmaya çalıştığı şey.
Freakonomics’in varsa bir orijinalliği bu fikri en uç noktaya götürmesi, hayatın her alanına yayılan küçük büyük her şeyde aynı prensipin işlediğini ve insan davranışlarını şekillendirdiğini, yönlendirdiğini iddia etmesi ve bunu da oldukça çarpıcı örneklerle gösterebilmesi. Öğretmenlerle, Sumo güreşçilerini, Ku Klux Klan üyeleri ile emlakçıları, uyuşturucu çete üyeleri ile çocuklarına isim seçen aileleri aynı tartışma içinde ele alabilmesi ve bunu yaparak hayatın farklı alanlarında yaygın, genel kabul görmüş kanıları ve inançları sorgulatması, o kanı ve inançların yerine daha basit, daha anlamlı, daha insani, bazen de oldukça şaşırtıcı bir açıklama önerebilmesi…
Freakonomics’in en güçlü yönü, başka bir açıdan da en zayıf yönü. Zira akademik dahi olsa her kitabın başı, gelişmesi ve sonu olan bir hikayesi vardır. Freakonomics’in böyle bir hikayesi yok. Nitekim yazarlar da bunu itiraf ediyor. Kitap konudan konuya fütursuzca atlayarak ilerliyor, birbiri ile aslında bağlantısız farklı alan ve konulara değiniyor. Ele alınan konuların yarattığı keşmekeşi bir düzen içinde birbirine bağlayan tek bir tema var: her alanda insan davranışını teşviklerin şekillendirdiği, yönlendirdiği. Ancak eklemeliyim. Bu son derece genel tema bile kitabın sadece ilk üç bölümünü birbirine bağlıyor, son üç bölümünü değil. Zira kürtaj ve suç oranları arasındaki ilişkiyi ele alan dördüncü bölümde ve onu takip eden iyi ebeveynlik konusunu ele alan son iki bölümde “insan davranışları ve teşvik” temasına vurgu son derece zayıf. Kitabı meşhur eden ve en şaşırtıcı bulgunun tartışıldığı dördüncü bölümde bahis var ama çok kısa. Hatta bir iki cümle. Beşinci bölümde o kadarcığı bile yok, altıncı bölümde ise örtük bir gönderme var.
Bu haliyle Freakonomics iyi bir akademik kitap değil. Sadece yazarların hayatın farklı alanlarından ilginç ve bazen şaşırtıcı bilgileri ve tespitleri sıraladığı bir kitap. O kadar.
Steven D. Levitt ve Stephen J. Dubner, Freakonomics, Harper Collings, 2009.
Fotoğraf: Mike Swigunski