[voiserPlayer]
“Bir düşünce adamını hiç bir şey kamu ve siyaset alanının dışında kalmak kadar mutlu edemez, çünkü bir düşünür ve sanatçı, ancak böylelikle acımasızlık ve ikiyüzlülükten başka bir yöntemle başa çıkamayacağı bir ortamdan kurtulabilir ve kimsenin el süremeyeceği, zarar veremeyeceği kendi iç dünyasına dönebilir.”
Bu hayırlı talihsizlik Marcus Tullius Cicero’nun başına 60’lı yaşlarında gelir. Öncesi? İlk önce Yunan felsefesi, sonra Roma hukuku tahsili. Yaklaşık 10 yıl sürecek avukatlık. Sonrasında konsül üyeliği ile taçlanan 30 yıllık başarılı, parlak bir kamu görevi. Öyle ki, Senato tarafından “vatanın babası” payeliği ile teşrif.
Ancak Cicero bir sonraki daha büyük darbeyi engelleyemez. Julius Ceasar’ın darbesini… Cicero karşı durur elbette. Hukuk adamlığının ve hatipliğinin bir manasının olduğu Cumhuriyet’i savunmak için. Ancak kılıç söze galip gelir.
Ceasar alicenaptır. Cicero’nun hayatını bağışlar, sadece politikadan uzak durmasını ister. Aslında Cicero için bu daha onurludur. Zira kalanların Ceasar’ın iradesine boyun eğmekten başka çareleri yoktur. Cumhuriyet artık yıkılmıştır. Artık “kendi içine dönüp ne için yaşadığını ve çabaladığını dünyaya göstermek üzere dinginlikle ve sessizce iç dünyasını” gözlemleme ve yazma zamanıdır.
Bunun için Roma’dan ayrılır, kente nispeten yakın bir mesafedeki Tusculum (bugünün Frascati’si)’a yerleşir. Hitabet Üzerine’yi burada yazar, Yaşlılık Üzerine ve Teselliler’i de.
Ancak bu filozof hayatı kısa sürer. Diktatör Ceasar Roma’da öldürülmüş, Cumhuriyet’i yeniden inşa fırsatı doğmuştur. Cicero cinayetin sinsiceliğini unutur ve tarihi bir misyonu yüklenmenin şuuruyla Roma’ya döner.
Kenti “şaşkın, çaresiz ve karmaşa içinde” bulur. Komplocular dahil hiç kimse, ne yapılması gerektiğini bilmiyordur. Cicero bu kararsızlık anında ortaya çıkar, tek kararlı kişi olarak. Ceasar’ın katledildiği ve hala kanının izlerinin olduğu mozaik zemin üzerinde dim dik durur ve Senato’ya seslenir.
“Ey halkım, bir kez daha özgürlüğe kavuştun!”
Komplocuların liderleri Brütüs ve Cassius “sadece Roma’nın değil, dünyanın en büyük eylemini” gerçekleştirmişlerdir. Bu eylem adi bir cinayet değildir. Çok yüce bir eylemdir. Bu eylemin icracıları olarak, Ceasar’ın boşalttığı iktidarı ellerine almalılar, o güçle cumhuriyeti tekrar inşa etmeliler, eski Roma anayasasını tekrar yürürlüğe sokmalılardır. Böylece bu hukuk adamı “özgürlüğün diktatoryasını sonsuza kadar kabul ettirmek üzere çok kısa bir süre için de olsa” diktatörlüğü meşrulaştırmış olur.
Ancak büyük bir sorun vardır. Komplocular Cicero’nun sandığı kadar güçlü değildir. “Onların gücü sadece hançerlerini savunmasız birinin bedenine beş inç derinliğinde saplamaya yetmiş ve kararlılıkları o noktada sona ermiştir.” İktidarı ellerine almak ve cumhuriyeti yeniden inşa etme iradesinden yoksun oldukları gibi, bilakis Ceasar’ın komutanlarından Marcus Antonius’la pazarlık yapıp af peşindedirler. Antonius ise cumhuriyetçi düşünceye son darbeyi vurma…
Bir fikir adamının bir eylem adamına dönüşmesi nadirattandır. Cicero’nun kendini içinde bulduğu ikilem. Bir tarafta “çağının budalalıklarını herkesten iyi gördüğü için müdahale etme zorunluluğu” duyar ve “bir heyecan anında tutkuyla politikaya” atılır. Öte yandan o anın gerektirdiği aksiyonu kendisinin değil, başkalarının yapmasını bekler.
Herkesin ve her kesimin Ceasar’ın mirasına çullandığı ve onu bölüşmek için çırpındığı bir dönemde sözün hükmü yoktur. Cicero’nun bunu fark etmesi uzun sürmez. “Gücün yasalardan daha üstün sayıldığı, vicdansızlığın bilgeliğe ve uzlaşmaya ağır bastığı” yerde bir yerinin olmadığını fark eder. Bir kez daha Roma’yı terk eder ve bu sefer Puteoli’deki villasına gider. Hiç olması, hayallerini kurtarmalıdır. Roma için hayallerini… Ve “gelecek kuşaklar için bir vasiyetname olarak özgür ve ahlaklı insanın kendine ve devlete karşı yerine getirmesi gereken yükümlülükleri ele aldığı en son ve en büyük yapıtını De Officiis’i [Yükümlülükler Üzerine] yazar.
Devleti ayakta tutan temeller adalet ve hukuktur, der Cicero. Öyle bir devlet ise ancak gerçek fikir adamlarının elinde varlığını sürdürebilir, demagogların değil. Genel menfaatler vardır. Kişisel menfaatler. Devlet idaresi genel menfaatleri kişisel menfaatlere önceler. Diktatörlük ise aksini. Kişisel menfaatleri, kişisel iradeleri, kişisel istekleri önceler ve halka dayatır.
Cicero’dan önce de sonra da… Bunlar ve benzerlerini söyleyenler çıkacaktır. Ancak Cicero’da yeni bir öğe vardır: insancıllık duygusu.
“… işkencelerin ve gladyatör dövüşlerinin, çarmıha germelerin ve katliamların sıradan gündelik olaylar sayıldığı bir çağda Cicero, gücün kötüye kullanılmasına karşı çıkarak protesto eden ilk ve tek kişi olmuştur.”
Savaşa karşı çıkar, onu vahşi hayvanların işi olarak tanımlar, insanların değil. Roma’nın hakimiyetini kılıç üzerine değil, kültür ve gelenek üzerine inşa etmesini savunur. Ganimet ardında savaşmaya başladığından beri, Roma’da adaletin kalmadığını.
Ancak daha da vahim bir sorun vardır. Roma iç savaşın eşiğindedir. Dört farklı ordu birbirine girmek üzeredir. Tarih tekrar Cicero’yu iş başına çağırmaktadır. O da bu çağrıyı cevapsız bırakmaz. Roma’ya gider ve Roma forumunda konuşmalar yapar. Hala mücadelenin mutlak iyi (cumhuriyet) ile mutlak kötü (diktatörlük) arasında olduğunu sanıyordur. Antonius diktatörlük. Octavianus cumhuriyet. Tutulacak taraf nettir. Antonius’a karşı Octavianus desteklenmelidir.
“Başka halklar esaret altında yaşamak istiyor olabilirler” der, “ama biz Romalılar bunu istemiyoruz. Özgürlüğümüzü tekrar kazanamazsak ölelim daha iyi. Eğer devlet gerçekten alçalmanın son noktasına kadar düştüyse o zaman tüm dünyaya egemen olan bir halka köle durumundaki gladyatörlerin arenada yaptığını yapmak düşer: Yerlerde sürünerek öldürülmektense düşmanın yüzüne bakarak ölmek.”
Hazin. Cicero’nun yüce duygularına hitap ettiğini sandığı halk. Aslında öyle bir halk yoktur. Zira Roma’da yaprak kımıldamaz. Sadece şaşkınlık. “…fikir özgürlüğünü ve cumhuriyet hukukunu deli cesaretiyle, çaresiz kalmış birinin cesaretiyle, tek başına savunan bu yaşlı adama karşı” duyulan şaşkınlık.
Cicero yalnızdır. Yapayalnız.
Ve ihanet. İlk önce cumhuriyete karşı. Cicero’nun Romalıların desteklemesini istediği Octavianus, diğer iki komutanla anlaşır. Lepidus ve Antonius’la. “Roma bir gecede büyük Ceasar’ın yerine üç küçük Ceasar sahibi olur.”
Sonra kendine. Antonius’un ısrarı ile Cicero ortadan kaldıracak muhalifler listesine konur. Ve böylece “cumhuriyetin ölüm fermanı gerçek anlamda imzalanmış olur.”
Cicero’nun artık günleri sayılıdır. İtalya’dan kaçmalı ve anlaşma harici bırakılan dördüncü orduya sığınmalıdır. Hazırlıklarını da yapar. Ancak son anda duraksar ve vazgeçer. “Yaşlı bir adam ne ölümü aramalı ne de onu geciktirmelidir” yazmıştır Yaşlılık Üzerine’de… Günlerini İtalya’da saklanarak geçirir. Bir kaçar, iki kaçar. Ve bir ihanetle yakalanır. Evinde çalışanlardan birisi onun yeri hakkında bilgi vermiştir. Cicero askerlerin eline düştüğünde yanındaki köleleri sonuna kadar vuruşmaya kararlıdır. Ancak o kendisi için kan dökülmesini istemez ve teslim olur. Katiller Cicero’yu öldürmekle yetinmez. Kellesini ve ellerini keserler ve bir çuvala koyarak Roma’nın yolunu tutarlar. Antonius katilleri cömertçe ödüllendirir. Hala içi soğumamıştır. Cicero’nun başını ve ellerini konuşmalarını yaptığı hatip kürsüsüne çiviletir.
Roma halkı “özgürlüğün bu son savunucusunun kanı çekilmiş başı ve elleri” karşısında büyük bir utanç ve kederle toplanır, saygılarını sunarlar ve başlarını eğerek uzaklaşırlar.
Stefan Zweig, İnsanlığın Yıldızının Yükseldiği Anlar, Çev. İlknur İgan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019.