“Neden, ister felsefede ya da politikada, ister şiir ya da sanatta olsun olağanüstü kişilerin hepsi melankoliktir?’’ Aristoteles’e ait bu soruda kastedilen olağanüstü kişilerden birisi olan Alman yazar Johann Wolfgang von Goethe, Genç Werther’in Acıları ile hiç şüphesiz edebiyat dünyasının en melankolik karakterlerinden birini yaratır.
Tıpkı bu duygulu genç Werther gibi, öğrenme arzusuyla dolup taşan ünlü düşünürün, kendi duygu dünyasının yaratıcı yoğunluğunda kaleme aldığı bu eserle; hem insanın çelişkilerle dolu duygu dünyasına daldığını, hem de özgür bir bireyin nasıl olması gerektiğini birey–toplum ikilemi üzerinden ele aldığını görüyoruz.
‘’Böyle mi olmalıydı? İnsanın mutluluğu, aynı zamanda kederinin kaynağı mı olmalıydı?’’
Genç Werther’in Acıları’nda, aynı isimli karakterin, yaşadığı şehri terk edip Wahlheim adındaki kasabaya taşındıktan sonra orada tanıştığı soylu bir ailenin kızı olan Charlotte’a (Lotte) olan imkânsız aşkı nedeniyle intihar etmeye karar veren bir adamın hikâyesini okuruz. Tanıştığı andan itibaren onunla çok iyi anlaşan Lotte’nin Albert isimli saygın biriyle nişanlı olmasından dolayı ona kavuşamayacağını bilen genç adam günden güne derin bir mutsuzluğa hapsolur.
Goethe’nin henüz yirmi beş yaşındayken kaleme aldığı bu mektup-roman her ne kadar imkânsız aşkı anlatıyor gibi görünse de başroldeki Werther’in karakter özellikleri ve düşünceleri nedeniyle yaşadığı topluma ayak uydurmakta zorlanmasına ve insanın çalkantılı ruh hallerine de değinmektedir. İçine düştüğü bunalımdan dolayı intihar etmeye karar veren bu genç adamın melankolik yapısı ve duyarlılığı, gerçek mutluluğun tanımını arayıp bulamadığı vazgeçişle bitecek bir sona hazırlayacaktır onu.
Büyük bir şehirden çıkıp her fırsatta güzelliklerinden bahsedeceği bu kasabaya inzivaya çekilmek için gelir Werther. ‘’Kentin dışında kendine bir yer bulmak, gözden uzak bir yerde kendisine ait bir kulübe inşa etmek ve orada yalın bir yaşam sürmek’’ konusundaki sevdası ile ilgi odağı olmaktansa yalnız kalmayı tercih eden birini anlatır bizlere.
Zaman zaman insanlarla bir araya gelmekten hoşlansa da ‘’onlara neyinin çekici geldiğini anlamayan’’ bu genç insan, okuyucuya başkalarından farklı bir mizaca sahip olduğunu hissettirir daha en başında. Yalnızca bir aşk romanı olarak değerlendirilmemesi gereken kitapta toplumsal eleştirilere de rastlarız. Nerede yaşadığı fark etmeksizin insanın ‘’her yerde aynı’’ olduğunu anlatan karakter, hayatı ve zamanı nasıl ele alacağını bilemeyen insanın tutarsızlıklarına değinir.
“İnsan yaşamının yalnızca bir düş olduğunu’’ düşünen Werther, hayatı gerçekten yaşayanların ‘’çocuklar gibi günü gününe yaşayanlar olduğunu’’ söyler. Kendi varlığını ve dünyayı sorgulayan karakterin yaşama isteği ise duygularında olduğu gibi tutkulu değildir ne yazık ki. Varoluşa büyük bir anlam atfetmeyen bu genç insanın daha çok ‘’sezgiyle ve karanlık bir arzuyla hareket ettiğini’’ öğreniriz sonra. Bu tutum onun diğer karakter özellikleri arasında göze çarpar. Zamanın sınırlı olduğunun farkında olan Werther, topluma uyum sağlamaya çalışmaktan ziyade, bireyleşme çabasına girmiştir; fakat duyarlı dengeyi sağlamaktan giderek uzaklaşır.
Aslında sanatla uğraşmak isteyen, edebiyatla ilgilenen birisidir. Boş zamanını kendisini geliştirmek ve bir şeyler üretebilmek için değerlendirir diğerlerinin aksine. Fakat bu düşünceleri, yozlaşan toplumun geri kalanında değer görmeyecektir. İnsana, duyguya, doğaya ve hayata değer verip bunlara dair düşüncelerini dile getirmekten çekinmeyen bir birey olsa da içinde yaşadığı toplumda bunların bir karşılığı olmayacaktır. Kendi değerinin farkında olan ve özgürce düşünebilmeyi savunan genç adamın bu yolculuğu hüsranla sonuçlanır.
Yaşam boyu süren bireyleşme yolunda kendi olmak isteyen Werther, sanki yalnızca Lotte’nin yanında olduğu gibi kabul görüp sevilmektedir. Sağlıklı bir kimlik ve ilişkiler için gereken bireyleşme süreciyle ilgili başarısızlığa uğrar. Bu başarısızlığın olası sebeplerinden birini psikiyatr yazar Engin Geçtan’ın “İnsan Olmak’’ adlı eserinin ‘’Yaşam ve Ölüm’’ başlıklı yazısında bulabiliriz. Geçtan, kendisine yön vermeye çalışan birinin bunu yetişkin bir insanın yapması gerektiği gibi yakınları, çevresi ve içinde bulunduğu toplumla bir ahenk içerisinde yapmak zorunda olduğuna değinir. Fakat ‘’insanın hem kendileri hem de başkaları için her şeyi zorlaştırması’’ nedeniyle bu genç adam, içinde yaşadığı toplumla özdeşleşme olanağını da zamanla yitirmeye başlar.
Bunu başaramadığından anlamsızlığa düşen Werther’in düşüncelerinde yaşamın boş olduğu duygusunun derinleşmeye başladığını görürüz. Ve böylelikle Engin Geçtan’ın aynı kitabında belirttiği gibi yaşama etkin biçimde katılmayı başaramaz. Her ne kadar çağın ilerisinde özgün düşüncelere sahip olup toplumun yozlaşmasına yönelik haklı eleştirilerde bulunsa da düşünceleri nedeniyle sıklıkla eleştirilir. Hem Lotte hem de zamanla iyi arkadaş olduğu Albert de bu eleştiri dünyasında yer alır. Werther’in düşünceleri her ikisi tarafından da abartılı bulunacaktır.
Bu haksız bulunma anlarından, duygu dünyasına geçiş yaptığımızda ise çalkantılı bir ruh hali ve bu ruh haliyle alınan kararlara tanık oluruz. Yazarın kendi hayatından izler taşıyan kitabındaki başrolün duygularını son derece yoğun yaşadığını ve coşkuyu da hüznü de derinlemesine hissettiğini anlıyoruz. Öyle ki Lotte’yle tanışmadan önce onun başkasıyla nişanlı olduğunun hatırlatılmasına rağmen duygularına söz geçiremeyen ya da kendi kendini bu duruma bilerek sokan Werther’e, en sonunda bu genç kadın da isyan edecek ve onu ‘’biraz ölçülü olmak’’ konusunda uyarmak zorunda kalacaktır.
Werther’in imkânsız aşka kapıldığında kendisine bunun hüznünü yaşamasına izin vermediğini ve melankolik ruh halinden çıkamadığını görüyoruz. Yaşadığı kasabanın güzelliklerine değinirken fark edebileceğimiz doğa sevgisi bile ona bir zaman sonra yetmez oluyor ve yok olma arzusu günden güne artıyor. Melankolik ruh hali dışında iyileştirici ya da dönüştürücü etkisi olan hüzün ise hikâye boyunca karşımıza hiç çıkmıyor.
Bu durumu değerlendirirken Fransız yazar Hélène L’Heuillet’nin ‘’Gecikmeye Övgü-Zaman Nereye Gitti?’’ kitabında hüzün ve melankoliyle ilgili yazdıkları bize rehber oluyor. ‘’…Öncelikle hüznü kabullenmenin tam olarak melankoliye teslim olmakla aynı şey olmadığını iyice görmek gerekir… Ludwig Binswanger’in altını çizdiği gibi hüzün ne de olsa empatiktir. Bize dünyadan el çektirmez, tersine duyulanmalara, yaşama, başkalarına karşı algılarımızı özellikle açar. Melankolik acı ise, tersine, çöküş duygusudur, dünyanın çöküşü ve kişinin kendi çöküşü… Melankolik öznenin kafası yalnızca kendi kaybıyla meşguldür. Kayıp bir dünyada kaybolmuştur. Acı, düşkünlük, hatta kendini küçük görme hezeyanına dönüşür. Nitekim melankolik özne hayatını ‘’önemsiz birisi’’ olarak acı içinde, tam anlamıyla hezeyan içinde yaşar, fiziksel, maddi ve manevi olarak çökmüştür…’’
İşte Werther de tam olarak bu melankolik acıya teslim olmuş ve hayattan vazgeçmeye varacak bir çöküş duygusuna kapılmıştır. Kitapta Lotte’nin bu sıkıntılı duruma son vermek adına onunla konuşmaya karar verdiği bir sahne vardır. Genç kadın bu sahnede şöyle der: ‘’Yaradılışınız neden böylesine hiddet dolu, dokunduğunuz her şeye niçin böylesine gemlenemez bir bağlılıkla tutuluyorsunuz? … Biraz ölçülü olun. Ruhunuz, biliminiz, yetenekleriniz, hepsi sizin için birer doyum kaynağı. Size acımaktan başka elinden hiçbir şey gelmeyen benim gibi bir varlığa duyduğunuz üzücü bağlılıktan vazgeçin.’’ Bu satırlarla başkarakterin kendini küçük görme hezeyanına kapıldığını, sevdiği kadın tarafından değerli olduğuna dair özellikleri hatırlatılmasına rağmen kör bir inatla, tam anlamıyla hezeyan içinde yaşadığını fark ederiz. İmkânsız olduğunu bildiği için arzuladığının farkına varmak istemeyen ve reddedilmiş gibi hissetmenin öfkesiyle uzun süredir aklını kurcalayan o karar netleşmiştir bir anda. Ölmek istiyordur.
Burada yine aynı kitaptan, Hélène L’Heuillet’ninhüzne dair düşüncelerine kulak verelim. Yazar, kendimizi ya da hayatımızı değiştirebilmemizi sağlayan ve bir dönüştürme gücü, bir bağ koparma gücü veren hüzne izin vermek gerektiğinden bahseder. Bu durumu bilen Goethe de aynı düşünceyi karakteri Lotte aracılığıyla bir diğerine, hayatına devam etmesi gerektiği düşüncesiyle vermektedir. Werther ise okuyucunun aklına kazınacak olan yaşama veda kararıyla hüznü de yaşamı da reddedecektir.
Alıntılar & Kaynakça
- Engin Geçtan, İnsan Olmak, Metis Yayınları, 2017
- Hélène L’Heuillet, Gecikmeye Övgü – Zaman Nereye Gitti?, Yapı Kredi Yayınları, Nisan 2025