Foucault, modern toplum kurumlarının oluşumunun izini süren bir arkeolojik kazıcıdır. O aynı zamanda çağdaş düşünceye büyük etkisi olan bir Fransız filozof ve sosyal teorisyendir. İktidar ve bilgi ikileminde ortaya koyduğu çözümlemeler ile modern çağların oluşumunu gözler önüne sermiştir.
Özellikle disiplin ve ceza üzerine çalışmaları, modern toplumun gözetim ve kontrol mekanizmalarını açığa çıkarmıştır. Ayrıca, cinsellik ve akıl hastalığı üzerine çalışmaları, sosyal normların ve marjinalleşmenin tarihini anlamamıza katkı sağlamıştır. Bu yazıda Foucault’un Cinselliğin Tarihi kitabını konu alacağız.
Foucault, Cinselliğin Tarihi kitabında, aslında diğer çalışmalarından farklı bir şey yapmaz. Bu kez de farklı bir kavramın, cinsellik olgusunun soy-kütüğünü çıkarmaya çalışır. Nietzsche’ye duyduğu sempati sebebiyle kitabının ilk cildinin adını bilme istenci olarak belirler.
Peki, Foucault bu kitabının ilk cildinde cinsellik olgusuyla ilgi neleri sorunsallaştırır? İlk olarak şu sorunsal göze çarpar: Toplum cinselliği gerçekten bastırmakta mıdır? Düşünürün buna yanıtı koca bir “Hayır”dır. Ona göre gündelik hayat içindeki konuşmalarda bir şekilde cinselliğe gönderme vardır. Hatta mekânsal düzenlemelerde de cinselliğe gönderme vardır. 19. yüzyılda evlerin odalara bölünmesi, kız ve erkek çocuklarının eğer şartlar uygunsa farklı odalarının olması, okul yurtlarında oğlan çocukların cinselliğini gözetlemek adına duvarların örülmemesi veya şeffaf camlarla örülmesi gibi mekânsal düzenlemeler, hep cinselliğe yapılan göndermelerdir.
17. ve 18. yüzyılda bastırılarak değil, hakkında konuşularak hatta üzerinde konuşmaya teşvik edilerek cinsellik üzerinde bir söylem kurulur. Konuşmak, bireyin kendi hakikatini dışarıya yansıtmasıdır. Bu sebeple, tüm iktidarlar bireyin kendi gerçekliğini ortaya çıkarmasını sağlayacak teknikler üzerinde çalışır. Örneğin Hristiyanlık, günah çıkarma metoduyla aslında asırlardır bunu yapmaktadır. Foucault’a göre cinsellik, insan hayatında rahip ve Hristiyan uyruk/özne arasındaki konuşmalar içinde düşünüldüğünden daha fazla yer kaplamaktaydı.
Modernite ile beraber yeni iktidar teknikleri gelişir ve dinin boşalttığı yerin bir kısmını tıp alır. Özellikle doktorlar, çocukları cinsel özneler olarak kurmaya başlar. Anne babalara çocuğun cinselliği üzerinde sürekli tavsiyeler verirler.
“Okulda öğretmenler bir şeyler söyler. Ve yavaş yavaş cinsellik üzerine bir literatür kurulur. Cinsellik deliğinden çıkarıldı ve söylemsel bir varoluşa zorlandı… İktisat, eğitbilim, tıp, yargı alanlarında cinsellik söylemini bulup çıkartan, kışkırtan, kurumsallaştıran çoğul mekanizmalara değin, kocaman bir laf ebeliği benimsendi. Belki de hiçbir başka toplum tür, böylesine kısa bir tarih içerisinde cinselliğe ilişkin böylesine çok söylem biriktirmemiştir.” (Foucault, 2018: 31).
Foucault cinsellik üzerine kurulan her söylemsel nesnenin bir safsatadan ibaret olmadığını ve işe yarar bilgilerin de verildiğini belirtir.
“Gerçekten de bireylere işe yarar bilgiler verilmeye çalışılır. Alınan tüm bu önlemler çerçevesinde çocuk, yalnızca yetişkinler tarafından düzenlenmiş gözetimin suskun ve bilinçsiz nesnesi olmamalıdır; çocuğa cinselliğe ilişkin akla yatkın, sınırlı, kilise kurallarına uygun doğru bir söylem önerilmektedir.” (Foucault, 2018: 28).
Kitapta dikkat çeken konulardan biri Foucault’nun mastürbasyona yönelik kurulan söylemin kuruluşunun izini sürmesidir. 19. yüzyılda çocuğun kendine dokunmasının ve kendini tatmin etmesinin bir tabuya dönüştüğünü belirtir. Doktorlar, mastürbasyonun ileride kısırlığa veya çeşitli bedensel verimsizliklere yol açacağından bahseder; kilisede ise bunun nasıl günah olduğu ballandırılarak anlatılır. Evde ebeveynler çocukların sinsice yasak elmaya dokunmaması için tetiktedir. Bu dogmalar günümüze kadar etkisini sürdürür. Küçük bir Google araştırmasıyla bu söylemlerin ne kadar güçlü olduğu görülebilir. Hatta ergen arkadaş gruplarının konuşmalarına kulak verirsek muhtemelen şöyle şey duyabiliriz: “Mastürbasyon yaptığın için yüzünde sivilceler çıkmış. Mastürbasyon yaparsan boyun kısa kalır.”
Daha sonra Foucault şu soruyu ele alır: Cinselliğin bu biçimde söyleme geçirilmesi, salt üreme düzenine uymayan cinsellik biçimlerinin ayıklanması için midir? Ona göre bunca söylem arasında küçük sapkınlıklara verilen hukuksal cezalar çoğaltılmış, cinsel uygunsuzluk akıl hastalığına bağlanmıştır. Diğer yandan çocukluktan yaşlılığa bir cinsel gelişme normu tanımlanmış ve tüm olası sapmalar titizlikle belirlenmiştir. Bu bağlamda cinsellik üzerine kurulan söylem eğitsel denetim ve tıbbi tedaviler ile geliştirilmiştir. Cinsellik üzerine etkin bir denetim kurmak için hem ahlakçılar hem de doktorlar, küçük fantezileri dahi iğrençliğe ilişkin şatafatlı söz dağarcığı ile tasvir etmişlerdir.
Foucault daha sonra cinselliğin neden iktidarların nesnesi haline geldiğinin izini sürer. Ona göre cinsellik tertibatının varoluş nedeni kendini yeniden üretmek değil; bollaştırmak, yenilemek, eklemek, icat etmek bedenlere giderek daha ince ayrıntıları kuşatacak bir biçimde sokulmak ve nüfusları gitgide daha bütünsel bir biçimde denetlemektir.
Bununla birlikte cinsellik, yaşamın ve bütün siyasal teknolojinin geliştiği iki eksenin birleşme noktasında yer alır. Yani cinsellik, beden ve toplumun birleştiği noktadır. Ve iktidarlar bu kesişim noktasını denetlemeye çalışır. Bu denetimi, olumsuz ve baskıcı tekniklere dayalı olarak değil, cinsellik ile ilgili bilgi süreçlerini kontrol ederek yapar. Foucault’ya göre iktidar, bize dünyayı yorumlayacak bilgileri ve bilme biçimlerini vererek bizi kendi uyruğuna dönüştürür ve yönetir.
Kan Toplumundan Cinsel Organ Toplumuna
Kitaptaki temel meselelerden biri de iktidarın yaşama ve ölüme bakışlarının evrimidir. Beden ile nüfusun bağlantı noktasında yer alan cinsellik, yaşamın yönetilmesi çerçevesinde iktidarın merkezi hedefine dönüşmüştür. Kan, uzun süre, iktidarın mekanizmaları, dışavurumları ve törenleri için önemli bir öğe olarak kaldı (Foucault, 2018: 105). Kan, ölümle burun buruna yaşayan toplumlar için önemli bir göstergedir. Aynı zamanda kan, aile ve evlilik bağları dolanımıyla bir soyluluk göstergesiydi. Kan dökmek, belki de iktidarların uyrukları üzerinde uygulayabildiği tek iktidar tekniğiydi. Bu sebeple, idamlar törensel bir nitelikteydi ve dehşet uyandıracak şekildeydi.
Fakat cinsel organ toplumunda her şey yaşatma üzerine kurulmuştur. Artık beden üretim için değerlidir ve korunmalıdır. Bu sebeple iktidar, hayatın her alanını düzenlemeye çalışır. Ölüm, artık topluma dışsallaşmıştır. Ancak bu dönüşüm çizgisini doğrusal olarak düşünmemek gerekir.
Öjenistler, kan toplumu ve cinsel organ toplumu arasında yer alır. Saf kana ulaşmak için cinselliği bir araç olarak kullanırlar. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren cinsellik kurallarını belirleyen ve denetleyen siyasi iktidarın, kanın saflığını korumak veya tarihsel bir temele dayandırmak zorunda olduğu görülmüştür. Modern devletin biyolojik ırkçılığı, bu noktada ortaya çıkar: Aile, nüfus, evlilik, eğitim, toplumsal hiyerarşi ve mülkiyet politikası ile bedenlere, davranışlara, sağlığa ve gündelik yaşama yönelik müdahaleler, renklerini ve gerekçelerini kanın saflığını koruma ve ırkın saflığını zafere ulaştırma endişesinden alır. Aslında bu noktada Foucault, modern devletin ve milliyetçiliğin ırkçılığa yol açış sürecini cinsellik üzerinden yansıtmaktadır.
Sonuç ve Değerlendirme
Foucault’nun Cinselliğin Tarihi kitabı modern insanın sahip olduğu cinsellik algısının tarihsel süreç içerisinde nasıl oluştuğunu ele almaktadır. Bu söylemsel oluşumun siyasi iktidar, bilim, eğitim ve din içindeki köklerini göz önüne sermektedir. Bu anlamıyla bu yapıt bir arkeolojik çalışma olarak ele alınabilir. Diğer yandan, kitabın cinsellik üzerinden modern kurumların gelişimini ele alması, Foucault’nun bu eserinin alternatif bir tarih anlatısı olarak da okunabileceğinin kanıtıdır.
Foucault, M. (2018). Cinselliğin Tarihi, Çeviren: H. U. Tanrıöver, İstanbul: Ayrıntı.