[voiserPlayer]
“Hiçbir şey, felsefe veya bilim denebilecek herhangi bir şeyden İslam’ın ilk yüzyılının olduğu
kadar uzak değildir,” der Ernest Renan ve ekler: “İslam, akılcılık veya bilim denebilecek her şeyden çok uzaktır.” Bu yüzden kültürünü ve eğitimini sadece bu dinden türeten ırklar entelektüel kısırlıkla mustariptir, ülkeleri geri, devletleri ise çöküştedir. Renan’ın İslam’a yönelik bu iddiasına karşı, dönemin ve sonrasının Müslüman entelektüelleri nihayetinde İslam’la alakalı güçlü bir anlatı geliştirdi: İslam akıl ve mantık diniydi, bilime asla kapalı olmadığı gibi, bilimi teşvik ederdi. Bir adım ötede, iddia oydu ki, İslam ve bilim biri birisi ile çelişmezdi, çelişemezdi. Hatta, İslam bilimin bulgularını asırlar önceden kutsal metni, Kuran-ı Kerim’de haber verdi.
Müslümanların bilimi neredeyse bu toptan kabulünün, belki de tek, bir istisnası olageldi: evrim teorisi. Müslümanlar bu teoriye başka hiçbir bilimsel teoriye karşı çıkmadıkları kadar şiddetle ve ısrarla karşı çıkageldi.
Caner Taslaman, Bir Müslüman Evrimci Olabilir Mi? başlıklı çalışmasında Müslümanların Evrim teorisine karşı yönelttiği/yöneltilebileceği argümanları teker teker ele alıyor ve en nihayetinde bu teoriye inanmanın İslam dini açısından sorunlu olmadığı sonucuna varıyor. Yani, Taslaman’a göre, bir Müslüman pekala evrimci olabilir. Ancak öncelikle, mümin bu konuda sadece Kuran-ı Kerim’i esas almalı ve konu ile alakalı Peygamber’in açıklamaları, -sahih olanlar tek bir kişiden nakledildikleri (haber-i vahid hadis) için- göz ardı etmelidir. Ancak bu yeterli değildir. Kuran’dan konu üzerine esas alınan açıklamalar zorlama yorumlamaya tabi tutulmamalı, ayrıca alternatif yorumlamalar, zorlama olmadıkları sürece, eşit derecede hak kabul edilmelidir.
Evrim teorisi yeryüzünde hayatın bir kaç milyar yıl önce tek hücreli bir veya birkaç canlı ile başladığını, takiben doğal seçilim mekanizması, genetik yapı taşında meydana gelen kalıcı değişim gibi mekanizmaların o tek hücreli canlıdan bugün karşı karşıya kaldığımız canlı çeşitliğini ürettiğini iddia ediyor. Teori, insan cinsinin de aynı süreçten istisna olmadığını ileri sürüyor, diğer bütün canlılar gibi, farklı bir mahiyeti taşımadan ve daha özelde ise maymunlarla aynı atadan türediğini.
Kuran’ın farklı surelere dağılmış konu üzerine açıklamaları bir arada düşünüldüğünde ise karşımıza şöyle bir anlatı çıkmaktadır. Tanrı yeryüzüne bir halife atayacağını meleklerine ilan eder. İlk önce bir balçığa insan şekli verir, sonra ona ruhundan üfler ve ‘ol’ diyerek onu er kişi olarak yaratır. Tanrı meleklere ilk insana secde etmelerini emreder. Hepsi emri yerine getirir. Şeytan hariç. Bunun üzerine şeytan huzurdan kovulur. Sonra Tanrı ilk er kişinin zevcesini, dişi kişiyi, yaratır ve ikisini cennete koyar. Ancak şeytanın yanıltmasıyla ilk iki insan günah işler ve cennetten birlikte kovulur. İkisinden bütün insanlık türeyecektir.
Bu anlatı Evrim teorisi ile çelişmez. Her şeyden önce ve öte, Tanrı’nın ‘ol’ demesiyle şeylerin ‘olması’ veya diğer bütün yaratma eylemleri ani ve anlık olarak oluveren bir eylem değil, bir süreç boyunca gerçekleşen eylemlerdir. Mesela, “Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size karınlarındaki sindirilmiş gıdalar ve kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz (Nahl-66)” ayeti Tanrı’nın insanlara süt nimetini tabii bir sürecin neticesi olarak verdiğini izah etmektedir. Aynı şekilde insanın anne karnında geçirdiği değişimi anlatan ayetler de, Tanrı’nın kendi yaratma eylemini tabiatta cari bir süreç boyunca gerçekleştirdiğini dile getirir.
Tanrı bütün süreçlerin yaratıcısıdır, onların bütün aşamalarını belirleyendir. Elbette yarattıklarının, canlıların ve kainatın bütün bileşenlerinin tabi olduğu süreçlere kendisi bağımlı olmak zorunda değildir, ancak onlara aykırı bir eylemde bulunması için de bir sebep yoktur. Dolayısıyla, Tanrı ilk insan(lar)ı da, -ilk iki insandan diğer bütün insanları yaratması ve yağmur yağdırmak, rüzgar estirmek gibi diğer bütün yaratma eylemlerinde olduğu gibi- kainatta cari bir süreç (yani, evrim) boyunca pekala yaratmış olabilir.
Müteaddit ayetlerde bahsi geçen toprak/su/balçıktan yaratma meselesine gelince. İlk olarak, “ve insanı çamurdan yaratmaya başladı (Secde-7)” ayeti insanın bir süreç boyunca yaratıldığını ilan etmektedir zira başlamak bir sürecin varlığına işarettir. Ayrıca mezkur ayet ve diğerleri, mesela Muminun-12, sadece ilk insanın değil, insan cinsinin toprak/su/balçıktan yaratıldığını ilan etmektedir. Nitekim Kuran, “Allah katında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona ‘Ol’ demesiyle o da olur (Al-i İmran-59), demektedir. Bu ayetten hem Adem’in de İsa gibi tabii bir süreç boyunca yaratıldığı çıkarılabileceği gibi, İsa’nın da Adem gibi topraktan yaratıldığı açıkça ilan edilmektedir. Öyleyse, bu tür ayetleri ‘literal’ olarak anlamamak gerekir. Makul bir yorumla onlarla Kuran’ın insanın yaratılış hammaddesine (su ve toprak) dikkat çektiği iddia edilebilir. Aslında bu da bir anda olup biten bir eylem değildir süregiden bir eylemdir zira insan bedeninin bütün gıdaları su ve topraktandır.
Tanrı’nın meleklere bir halife atayacağını ilan ettiği ayeti de farklı bir okumaya tabi tutmak mümkün. Zira, Tanrı’nın bu ilanına melekler şaşırarak cevap verir. “Orada kargaşa çıkaracak ve kan dökecek birini mi atayacaksın? (Bakara-30)”. Bu şaşırtıcı bir kuşku izharıdır ve ilk insan Adem’den önce aynı türden canlıların olduğunu ve bu canlıların olumsuz özelliklerini ve yeryüzünde ne yaptıklarını meleklerin bildiğini göstermektedir. Nitekim “bazı İslam düşünürleri, evrim teorisinin ortada olmadığı dönemlerde, Hz. Adem’den önce ‘insanımsı’ yaratıklar olduğunu kabul etmekte”dir. Adem ise, bu okumada, eylemlerinin sorumluluğunu alabilecek ilk ‘insan’ olarak görülebilir.
Kuran’ın başka bir ayeti ise daha ilginç bir okumayı mümkün kılmaktadır: “Muhakkak ki Allah Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler için seçti (Al-i İmran-33).” Seçme işlemi alternatifler arasından yapılabilir bir işlemdir. Öyle ise Adem’in tek kişi olmadığı, onun gibi konuşabilen, düşünebilen, iradesi olan ve bu yüzden sorumluluk sahibi, içinde zevcesinin de olduğu, bir grup insan arasından seçildiğini söylemek mümkündür.
Şayet ilk insan kainatta cari evrim süreci ile türedi ise bu, yeryüzünde olmuş olmalıdır. Nitekim, Kuran ‘cennet’ kelimesini çoğu kez dünyada bahçe anlamında kullanmıştır, bugün anladığımız anlamda “öldükten sonra iyilerin gideceği” yer anlamında değil. Mesela, “Onlara iki adamın şu örneğini ver: Onlardan birine iki üzüm bahçesi (cennet) verdik ve ikisini de hurmalıklarla kuşattık… (Kehf-32)” ayetinde ve “veya hurma ve üzüm bahçelerin (cennet) olsun, bir de onların arasından fışkıran nehirlerin (İsra-91)” ayetinde geçen ‘cennet’ kelimesini bahçe manasında kullanılmıştır.
Öte yandan Evrim teorisini kabul etmek dini bir zorunluluk değildir. İddia edilen, konu ile ilişkili ayetleri zorlama olmayan bir yorumlama ile bir Müslüman’ın pekala evrimci olabileceğidir, olması gerektiği değil. Ayrıca bu yorumlamanın Evrim teorisini doğruladığı da iddia edilemez. Evrim veya başka bir bilimsel teorinin doğruluğunu veya yanlışlığını dini kaynaklar, hatta Kuran bile, belirleyemez. Bunu ortaya koyacak bilimin ta ve sadece kendisidir. Evrim dahil, bütün bilimsel teorilere Müslümanın duruşu ‘teolojik agnostik’ olmalıdır. Bu şu anlama gelir. Kuran, yaratma eyleminin Allah tarafından yapıldığını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ilan eder. Ancak Allah’ın yaratma eylemini hangi yol veya yollar ile yaptığını izah etmez. Kuran bunu izah etmediği için de Allah’ın herhangi bir şeyi nasıl yarattığına ilişkin dini duruş ‘agnostik’ olmalıdır. Zira, yaratmanın nasılını bilim ortaya koyar, din değil. Bu elbette iki alanın birbirinden tam olarak ilişkisiz olduğu anlamına gelmez. Zira bilim, felsefe ve din aynı hakikatin farklı yüzleridir, bu yüzden de çelişmemeleri gerekir. Bu Müslümanların en çok itiraz yükselttikleri Evrim teorisi için bile böyledir.
* * *
Şüphesiz Caner Taslaman, Bir Müslüman Evrimci Olabilir Mi?’de son derece hassas bir konuyu ele alıyor. Özellikle dindar Müslümanların hakkında keskin inançlarının olduğu bir konuyu. Taslaman bunu büyük bir cesaretle yapıyor, olabildiğince anlaşılır bir dille, söz konusu kesimlerin tanıdığı en otoriter kaynaktan deliller getirerek ve onların yükseltebileceği itirazları ve o itirazların türevlerini teker teker cevaplandırarak. Ancak halen daha ‘tekrar yorumlamaya’ tabi tutması gereken önemli bir noktanın olduğunu düşünüyorum. O nokta da şu: Şayet Tanrı, Evrim teorisi ile genel hatları resmedilen, içeriği ise halen doldurulmaya çalışılan, bir tabii süreç/süreçler boyunca canlıları yaratıyorsa, ki Taslaman bir Müslümanın buna inanmasında bir sorun olmadığını iddia ediyor, yaratmasında inanılmaz boyutlarda bir israf yapmış da olmuyor mu? Darwin’in doğal seçilim tezinin kabulü tam olarak bunun kabulü. Canlılar, Taslaman’ın diliyle konuşursak, Tanrı’nın belirlediği ve onlarla çalıştığı mekanizmalarla, farklı ve çeşitli tür-içi ve tür-dışı olarak çeşitlenirken, önemli bir kısmı da yok olmaktadır. Doğal seçilim bunu gerektirir. Türlerin yok olması vaka iken sürecin banisi Tanrı iyi planlanmamış ve neticesi başarısızlık olacak bir işi yapmış olmaktadır. Üstelik sınırsız ilmi ile bu sonucu bilmektedir.
Taslaman da aslında bunun farkındadır. Zira yaratılışla alakalı iki ön kabulü olduğundan bahsetmektedir. Ön kabullerden birincisi, Tanrı’nın yaratışlarında yasaların hakim olması iken, ikincisi Tanrı’nın eserlerinin ihtişamı için hiçbir masraftan kaçınmamasıdır. Bu ikinci ön kabulün çağrışımı doğal seçilim mekanizmasının ıskartaya çıkartacağı türlerin Tanrı’nın daha mükemmeli yaratmak için kaçınılmaz olarak yaptığı bir israf olduğunun kabulüdür. Ancak, bu kabul İslam’ın her şeyi bilen, her şeyi bir hikmetle yapan, abesle iştigal etmez kusursuz Tanrı kurgusu ile çelişmez mi?
Bu çalışmayla Evrim teorisinin ötesinde önemli bir imkanın kapısı da aralanıyor. Taslaman, Evrim teorisi ve İslam arasında bir uyum kurgularken, son yüzyılda defalarca rastladığımız bir tutumu sergilemiyor: Kuran zaten filan bilimsel bulgudan veya falan bilimsel teoriden bahsetmişti tutumunu. Taslaman bunu bilim ve dinin alanlarını tam olarak ayırarak yapıyor. Daha önemlisi, bunu İslamcılığın salt siyaseten değil, fikren de altın dönemini yaşadığı bir ülkede yapıyor. Evrim teorisini bir Müslüman olarak kabul etmekten daha cesur bir tutum bu. Bu tutumun özellikle din ve devlet ilişkisine dair çağrışımlarını dile getirmeye cesaret edip edemeyeceğini ise zaman gösterecek.
Caner Taslaman, Bir Müslüman Evrimci Olabilir Mi?, İstanbul Yayınevi, 2017.
Fotoğraf: Suzanne D. Williams