[voiserPlayer]
L. V. Mises, kapitalizmin ekonomik, siyasi ve ahlaki üstünlüğünün savunusunu yaptığı “Anti-Kapitalist Zihniyet” adlı eserinde kapitalizmi insanlığın refah ve zenginliğini sağlayan temel vasıta olarak sunmaktadır. Eserde kapitalist üretim metodunun sonucu olarak biriktirilmiş sermaye, insanların maddi şartlarını iyileştirmenin yegane yolu olarak vurgulanır.
Nitekim, hangi ürünün ne kadar ve hangi kalitede üretilmesine karar veren müşteriler kapital sistemin egemenleridir. Onlar her daim haklı tüketiciler olup, zengin müteşebbisleri fakir, fakir müteşebbisleri de zengin yapabilme gücüne sahip patronlardır. Tüketicilerin tercih, onay ve beğenilerine göre piyasa şekillenmektedir.
Mises aynı zamanda, kapitalizmin insan doğası ile en uyumlu ekonomik sistem olduğunu ispatlamaya çalışır. Sosyalistler tarafından lanetlenen hırs, açgözlülük ve kâr elde etme güdüsünü iktisadi ilerlemeyi sağlayan temel motivasyonlar olarak olumlar. Rand gibi özgeciliğin, amaçlardan ve eylemlerden uzak miskin yaşam tarzının erdem olmadığını savunur. Nitekim Mises’e göre insanı hayvanlardan ayıran temel faktör, yaşamını iyileştirmeye ve geliştirmeye yönelik daimi çabasıdır.
Peki, Mises’in belirttiği gibi kapitalizm, rıza, gönüllülük ve sözleşme kavramları ekseninde mal ve hizmetlerin hür mübadelesi ise ve sıradan bir insanı “proleterya” konumundan “burjuva” seviyesine yükseltiyorsa insanların çoğu neden kapitalizmden nefret etmekte ve eski nostaljik günlere özlem duymaktadır? Mises, eserinde bu sorunun peşine düşer ve kapitalizme yönelik iktisadi olan ve olmayan itirazları analiz eder.
Aristokratik Toplum-Burjuva Toplumu
İlk olarak kapitalist sistemin beraberinde getirdiği aristokratik toplum yapısının çöküşüne odaklanır. Nitekim bir aristokratın zenginliği piyasadan değil, fetih, bağışlar veya bahşişlerden kaynaklanmaktadır. Bir derebeyi tebaasını tüketiciler olarak görmediği gibi onların beğeni ve tercihlerine yönelik herhangi bir hizmet sunmaz. Halkın hoşnutsuzluğu ona bir şey kaybettirmez.
Müteşebbisler/kapitalistler ise mevcudiyetlerini ürünlerini satın alan müşterilere borçlu oldukları için daha iyi, kaliteli ve ucuz hizmet sunmadıkları ve rekabetçi piyasa sisteminde talep görmedikleri takdirde servetlerini kaybederler. Mises’e göre kapitalizm nefretinin temel motivasyonu, aristokratik toplum yapısının eşitsizlikçi doğasının getirmiş olduğu konfor alanından ileri gelmektedir.
Diğer bir deyişle, hiyerarşiye dayalı toplumlarda birey, başarısızlığını ırk, soy, sosyal statü vb. çevresel faktörlere izafe edebilir. Dolayısıyla, acizliği için utanmasına veya kötü hissetmesine sebep olacak herhangi bir neden yoktur. Nitekim o, zengin yahut soylu olarak değil, bir köle olarak dünyaya gelmiştir. Ancak kapitalizm, Mises’in defaatle vurguladığı gibi “fırsat eşitliği” ilkesini getirerek tüm başarısızlıkları bireyin kendi hatalarına ve gayretsizliğine bağlamıştır. Bu aşamadan sonra bireyler, kendilerini mevcut şansları ve imkânları kaçırmış, kendi başarısızlıkları yüzünden akranları tarafından geride bırakılmış olarak görürler:
“Onlar; bilinçaltlarında, hırslarının onları amaç edinmeye zorladığı uzak hedeflerini elde etmede başarısız olmalarının kendilerinin yetersizliğinden kaynaklandığının bütünüyle farkındaydılar. Onlar, hem yeteri kadar zeki hem de yeteri kadar çalışkan olmadıklarını pekâlâ biliyorlardı. Ama onlar, [sosyal konum itibariyle] aşağılık durumlarını hem kendilerine hem de hemcinslerine açıkça söylememek ve bir günah keçisi aramak için can atıyorlardı. Onlar, kendilerini avutarak, başarısızlıklarının sebebinin kendilerinin [sosyal konum itibariyle] aşağılık durumlarının değil, toplumun İktisadî teşkilatlanmasına ilişkin adaletsizlik olduğu konusunda başka insanları ikna etmeye uğraştılar. Onlara göre kapitalizmde kendi kendini gerçekleştirme, sadece çok az insan için elde edilebilir bir şeydir. Laissez-faire toplumunda hürriyet, sadece serveti veya onu harcamaya fırsatı olanlar tarafından elde edilebilir bir şeydir. Böylece onlar; devlet, “sosyal adalet”i -onların hakikaten kastettikleri şey, hayal kırıklığına uğramış vasat yetenekte kimselere “ihtiyaçlarına göre” vermekti- gerçekleştirmek için piyasaya müdahale etmek zorundadır, sonucuna ulaştılar.”
Herkesi toplumsal refaha yaptıkları katkıya göre değerlendiren kapitalizm, Mises’e göre başarısız insanların günah keçisidir. Nitekim, Aristokratik değil de kanun önünde bütün insanların eşit olduğu bir toplumda, zeka, yetenek ve irade eşitsizlikleri daha görünür hale gelmekle birlikte, bir insanın tamamen kendi çabası sayesinde elde ettikleri ile bulunduğu pozisyon arasındaki uçurum daha da azalmaktadır.
Yoksulluk ve Gelir Eşitsizliği
Mises’e göre kapitalizm ile ilgili diğer bir safsata, yoksulluğun gelir eşitsizliği sebebiyle var olduğudur. Oysa Mises, yoksulluğun sebebi olarak işaret edilen zenginlerin servetinin, bilakis pek çok kimsenin ihtiyaçlarının tatminini sağlayan süreci başlattığını ifade eder. Başlangıçta bir grup zengin azınlığın fantezisi olan pek çok lüks tüketim malları giderek seri hale gelerek kitlelere ulaşmakta ve alışılmış ihtiyaçlara dönüşmektedir.
Bu bağlamda Mises’in “özgürlük ve mülkiyet ilişkisi”ni ele aldığı bir makalesinde de belirttiği gibi buzdolabından televizyona, trenlerden uçaklara kadar insan hayatını kolaylaştıran tüm buluş ve yeniliklere imza atan kapitalizmin kazanımlarını boş görmek ve küçümsemek bedavaya yapılan eğlencedir. Bu doğrultuda Mises, sosyalistleri kıskançlık ve cehaletleri nedeniyle iktisadi dinamikleri iyi analiz edememekle, hem Batılı ülkelerin zenginliklerine özenip hem de Batıyı refaha eriştiren yöntemleri reddetmekle itham etmektedir.
Nitekim kitlelerin ihtiyacı ekseninde kitle üretimini esas alan kapitalizmin planlamacı geleneksel ekonomi modellerinden temel farkı; yenilikçiyi desteklemesi, kâr-zarar şeklinde iktisadi hesaplama sistemine sahip oluşu ve nihai olarak ödül ve ceza mekanizmasını işletiyor olmasıdır.
Kapitalizm ve Yazın
Birçok sanatsal alanın varlığı ve gelişimi serbest piyasa süreçleri sayesinde olmuştur. Mises bu duruma örnek olarak edebiyatı verir. Kapitalizm öncesinde bir meslekten ziyade devlet adamlarının, kralların ve asilzadelerin uğraşı olan ve çoğaltılamayan yazma sanatı, bugün milyonlarca insan tarafından aranan bir mal haline gelmiştir.
Öyle ki insanlar gazete, kitap ve dergi satın alarak toplumsal meselelere dair farkındalık geliştirmişlerdir. Yoksul, yenilikçi ve muhalif yazarların pek çoğu, sanat ve bilim dostu sermayedarlar tarafından finanse edilmiştir. Nitekim, hamisi fabrikatör Engels olmadan Marx ne yapardı?
Kapitalizm, kitlelere enva-i çeşit kitap ve dergi satın alacak kadar zenginlik sunabilir, ancak Maecenas veya Can Grandle della Scala’nın anlayışını/zekâsını onlara telkin edemez. Sıradan insanın sıra dışı kitapları takdir etmemesi, kapitalizmin suçu değildir.
Serbest Piyasa ve Devlet
Mises özgürlük ile mülkiyet arasındaki sıkı ilişkiye de dikkat çekerek hür bir basının ancak üretim araçlarının özel mülkiyete tabii olduğu yerde var olacağını iddia eder. Basın yayın araçları devletin tekelinde ise devlet, kimin neyi yayımlayacağı kararını da tek başına verir. Devlet âdeta büyük bir tanrı gibi açgözlü kapitalist sömürücüleri ehlileştirecek ve “kar” amacı yerine “hizmet” saikini ikame edecek otorite olarak görülür.
Bu minvalde sosyalistler, kredi genişlemesi, para arzının artırılması, asgari ücret oranları gibi müdahaleci önlemleri içeren ve kitleleri yoksulluktan kurtaracaklarına inandıkları belirli politikaların müdafaasını yaparlar. Oysaki Mises’a göre tüm bu önlemler, çözümden ziyade iktisadi depresyon dönemlerinin geri gelmesine neden olacak önlemlerdir.
Nitekim, enflasyona sebebiyet veren para arzındaki artış mal ve hizmetlerin fiyatlarını yükseltir ve bu durumla bağlantılı olarak asgari ücretleri artırma girişimleri kitlesel işsizliği beraberinde getirir. Tavan ve taban fiyat uygulamaları ise mal ve hizmetlerin arzında bir düşüşe yol açacaktır. Kısaca enflasyon, Hazlitt’in de sıklıkla vurguladığı gibi, müdahale edilen piyasa düzeninde hükümetlerin kendini telkin etme yöntemi, bir çeşit hipnoz, âdeta insanlara verilen bir tür uyuşturucu olma konumunu sürdürecektir.
Kapitalizme yönelik iktisadi itirazlardan biri de zenginliğin mutlak surette hilekârlık ile elde edildiği görüşüdür. Nitekim, zengin ve nüfuzlu sermayedarlar zenginliklerini çürük elmalara, çatlak demirlere, karton tabanlı ayakkabılara ve ipek yerine pamuklu giysilere borçludurlar. Onlar; senatörlere, valilere, hakimlere ve polislere rüşvet vererek servet elde etmişler ve çoğunlukla tüketicileri aldatmışlardır. İşadamları bilinenin aksine kumarbaz ve ayyaştır. Marx ve Engels’in Manifesto’da ifade ettiği gibi “burjuvalar, birbirlerinin eşlerini ayartmaktan haz alırlar.” Ancak Mises, iş dünyasına adım atan her bireyin kazanmak ve başarmanın anahtarını keşfedeceğine inanır:
“Şimdi, “burjuva”yla birlikte yaşarken onlar, daha fazla para kazanmak isteyen insanı daha az para kazanmak isteyen insandan ayıran şeyin, hilekârlık olmadığını keşfetmişlerdir. Onlar, eğer pek çok işadamının ve profesyonel insanın, kendileri gibi, çok daha yoksul olarak işe koyulup kendi kendine adam olmuş insanlar olduklarını anlayamayacak kadar aptal olsalardı, içinde doğdukları çevrenin/düzeyin daha üstüne çıkamamış olurlardı. Onlar, gelirlerdeki farklılıkların sosyalist gücenmeler tarafından ortaya konulanlardan başka faktörlere bağlı olduğunu anlamakta başarısız olmamışlardır.”
Kapitalizm’e Yönelik Diğer Eleştiriler
Mises, eserinde kapitalizme yönelik iktisadi itirazları inceledikten sonra iktisadi olmayan diğer eleştirilere de değinir. Bunların ilki mutluluk iddiasıdır. Eleştirmenler motorlu taşıta, televizyona veya bir buzdolabına sahip olmanın insanları mutlu yapmayacağını iddia ederler. Üstelik yeryüzünde bu araçlara sahip olmayan yoğun bir kitlenin var oluşunun suçu kapitalist sisteme atılmaktadır.
Mises bunu oldukça anlamsız bulur. Ona göre insanın içine, varoluşu gereği, kendi şartlarını iyileştirmeye yönelik bitmez tükenmez bir dürtü işlenmiştir. Bu anlamda, kir ve yoksulluk içerisinde sadakayla yaşayan ve kendini mutlu hisseden Budist dilenci gibi örnekler arızi olup insanların genelini temsil etmez. Dolayısıyla Asya’ya mahsus bir dilenci, ortalama bir Amerikalı için misal olarak kabul edilemez. Bununla birlikte kapitalizm, iddiaların tersine çocuk ölümleri hususunda kayda değer bir başarı sergilemiş ve önemli bir mutsuzluk sebebini ortadan kaldırmıştır.
Kapitalizme yönelik diğer bir eleştiri ise birçok yenilik ve icadın motivasyonları yok etmesidir. Nitekim, pek çok yenilik kitleler tarafından erişilebilir olana dek bir grup insanın lüksüdür. Eğer bugün TV satın alma gücüne sahip olanlar, bazı insanların satın almaya gücü yetmiyor diye TV almaktan vazgeçselerdi bu aletin popüler hale gelmesini ve kitlelere ulaşmasını engellemiş olurlardı.
Kapitalizme yönelik iktisadi olmayan diğer bir eleştiri ise maddecilik/materyalizmdir. Kapitalizm, insanların şartlarını iyileştirse de onları daha ulvi ve asil meşguliyetlerden alıkoymuştur. O, bedenleri besleyip ruhları ve zihinleri aç bırakmaktadır. Geçmişte gerek edebi alanda gerekse resim ve mimari gibi alanlarda muazzam eserler yapılmışken şu an yaşadığımız çağ ise işe yaramaz şeyler üretmektedir.
Mises bu eleştiriyi de absürt bulmaktadır. Nitekim sanat, ona göre sübjektif bir olgudur. Shaekespeare ve Mozart kimilerine göre harika sanatçılar iken kimilerine göre ise sıkıcı eserlerin sahipleridir. Kapitalizm bir sanat eserinin iyi veya kötü olduğu ile değil; kalabalıklara ulaşabilir olması ile ilgilenmektedir.
Kapitalizme yönelik iktisadi olmayan diğer bir itiraz, onun adaletsizlik yarattığı görüşüdür. Bu görüş, kaynağını doğanın her insana belirli hakları bahşettiği sanrısından alır. Bu yaklaşıma göre doğa, her insana karşı cömert olup herkes tabiatın kendisine tahsis ettiği devredilemez payını alma hakkına sahiptir. Dolayısıyla yoksul, adil olmayan insanlar onu doğuştan sahip olduğu haklarından mahrum ettikleri için yoksuldur. Bu tür bir soygunu önlemek ise siyasi otoritenin görevidir.
Mises, tabiatın bonkör değil, bilakis cimri olduğunu iddia eder. Her şeyin arzı sınırlıdır. İnsanın hayatta kalması ve refahı doğanın ona bahşettiği akıl yetisini kullanmasına bağlıdır. Doğadaki tüm zenginliği, işbölümü sistemi gereğince işbirliği yapan bireyler yaratmıştır. Mesele, doğal veya ilahi hukuka referansla zenginliğin “bölüşümü” değil, daha ziyade insanların ihtiyaç duydukları mal ve hizmetlerin üretimini sürdürecek/ilerletecek sosyal kurumları geliştirmektir.
Mises Asya ve Afrika’daki yoksulluğun temelde ilkel üretim yöntemleri, kaliteli makinelerden mahrum olma, teknolojik tasarımları yenileyememe, ülkelerin cari sistemlerinin sermaye birikimine uygun olmaması, kamulaştırmalar, ayrımcı vergilendirme ve döviz kontrol politikalarıyla yabancı sermayenin yatırımına mani olmaktan kaynaklandığını savunmaktadır.
Mises, kapitalizmin adil bir sistem olmadığını savunanları, sermayenin ne olduğunu, nasıl meydana geldiğini, nasıl korunduğunu ve üretim süreçlerinde kullanılmasından sağlanan faydaların neler olduğunu anlamaktaki başarısızlıklarından dolayı itham etmektedir. Mises’e göre sermaye, ne tanrının ne de doğanın bedava hediyesidir. Sermaye; tasarruf, yani insanların tüketimlerini basiretli bir şekilde sınırlandırmasının neticesidir ve tasarruflar sayesinde artırılır.
Kapitalizm ve Hürriyet
Mises kapitalist sistemin işlerliği açısından hürriyete büyük bir önem vermektedir. Kuvvetler ayrılığından mahkemelerin bağımsızlığına, adil yargılanma hakkından idarenin yargısal denetimine, ifade ve basın hürriyetinden laikliğe kadar bütün modern siyasi ve hukuki kurumların amacı, siyasi otoriteler tarafından gelecek saldırılara karşı bireyin hürriyetini korumak ve devlet görevlilerinin takdir alanını sınırlamaktır. Sosyalist sistemin hürriyet anlayışı ise devlete eklemli bir şekilde üstler tarafından verilen bütün emirlere uyma hürriyetidir. Dolayısıyla, sosyalist sistemlerde muhalefet özgürlüğünden bahsetmek mümkün değildir. Mises, muhalif Marx’ın dahi Viktorya İngiltere’sinde özgür bir şekilde yaşayıp yazabildiği gerçeğini vurgular.
Mises’in üzerinde önemle durarak altını çizdiği hürriyet ise anayasalar yahut haklar bildirgeleri ile değil, ancak piyasa ekonomisi şartlarında gerçekleşebilir. Serbest piyasa neticesindeki sosyal işbölümü sayesinde insanlar, arzu ettikleri görevin peşinden koşmakta ve diledikleri meslekleri seçmekte hürdürler. Planlı bir ekonomide ise her bir insanın işini/görevini üst otoriteler belirler. Birey tamamen iktidarın insafına kalmış durumdadır. Kapitalizmde ise herkes başkasının kazanılmış menfaatine meydan okumakta hürdür. Daha iyi, kaliteli ve ucuz hizmet verebileceğini düşünebilir ve üretkenliğini göstermek için daha azimle çalışabilir.
Mises’te Doğu-Batı Karşıtlığı
Mises Doğu ile Batı arasında da bir karşılaştırma yaparak Doğu’nun insanlığın entelektüel çabasına artık herhangi bir katkısı olmadığını öne sürer. Buna sebep olan faktörün ise Doğu’nun devletten ayrı müstakil bir hürriyet anlayışının olmamasını gösterir. Mises’e göre Doğu, hiçbir zaman idarecilere karşı bireysel hak ve hürriyetlerin vurgusunu yapmamış, despotların keyfiliğini sorun etmemiş ve tiranlar tarafından gelen müsaderelere karşı vatandaşların mülkiyetini koruyacak hukuki düzenlemeleri hayata geçirememiştir.
Bilakis, zenginlerin servetini yoksulluğun başat aktörü olarak niteleyenler, devlet adamları tarafından başarılı iş adamlarının servetini müsadere eden uygulamalara onay vermiştir. Bundan ötürü Doğu’da, büyük ölçekli sermaye birikimi gerçekleşememiş ve burjuva sınıfı gelişememiştir. Dolayısıyla, yazarları, sanatçıları, yenilikçileri destekleyen ve himaye eden bir halktan bahsetmek de mümkün olmamıştır:
“Batı ise daha yüksek ödüller için rekabet edebilen bireylerden müteşekkil bir topluluktu. Doğulu toplum, egemenlerin insafına bağlı kullardan müteşekkil bir güruh iken; Batının gözü açık genci, dünyaya, ün kazanabileceği, şöhreti yakalayabileceği, onur ve zenginliğe ulaşabileceği eylemler alanı olarak bakar; tutkuları için hiçbir şey çok fazla zor gibi gözükmez. Doğulu ailelerin sakin evlâtları, çevrelerinin rutinlerini takip etmekten başka bir şey bilmezler.”
Sonuç
Mises, sosyalizm gibi total ideolojileri doğaya karşı olmaları nedeniyle de eleştirir. Nitekim, ona göre kâinatta hiçbir şekilde istikrar ve hareketsizlik yoktur. Değişim ve dönüşüm, yaşamın ve her çağın kanunudur. Toplumsal hayat da belli bir statükoda değil, inişli çıkışlı olan bir süreç içerisinde ilerler. Oysa ütopik hareketler insan zihnini sabit bir gelecek, belli bir “iyi” ideali ve değiştirilemez bir varoluş hayaliyle kandırmaktadır. Bütün ütopik hareketlerin amacı, tarihe bir son vermek ve nihaî ve sürekli bir istikrar/huzur tesis etmektir. Bu ön kabul ise tarihi hızlandırma girişimi olan devrimleri meşrulaştırmaktadır.
Oysa Mises’in bahsi geçen eserinde idealize ettiği sistem, serbest piyasaya olan vurgusu dışında, bu tarz teleolojik nüvelerden uzak, normlar ekseninde inşa edilen, değerlerin çoğulculuğuna dayanan, gayri ahlaki, bilginin dağınık bir vaziyette olup hiçbir toplum mühendisliğine geçit vermeyen liberal sistemdir. Eserinde özgürlüğün ekonomik veçhesini ele almakta, iktisadi hürriyetler olmaksızın siyasi ve fikri hürriyetlerin var olamayacağını, bunun yönteminin ise kapitalizmden geçtiğini savunmaktadır.