Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • SenSensizsin
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • Avrupa Gündemi
      • ABD Gündemi
      • Altüst
    • D84 INTELLIGENCE
      • Kitap Yorum
      • Göç Sorunu
      • Başkanlık Sistemi Projesi
      • Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi
      • Herkes için Siyaset Bilimi
      • Yapay Zeka
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Kim NATOcu, kim Rusçu?
    Yazılar

    Kim NATOcu, kim Rusçu?

    Doğan Gürpınar8 Mart 20228 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    [voiserPlayer]

    Rusya’nın Ukrayna işgaliyle iki hakaretamiz tabir hızla kullanıma girdi: “Rusçuluk” ve “NATOculuk”. Elbette kimse bu tabirleri üzerine almamakta ve yaka silkerek, ne münasebet diyerek karşı tarafa iade etmektedir. Haksız da değildirler, zira aslında bu tabirler; alegoriler, kodlamalardır. Sağdan sola kendilerince anti-emperyalistler için NATOculuk, Batı kapitalizminin/emperyalizminin çıkarlarını sorup sorgulamadan sefilce savunan güruhun en adi ve saf halde, halinin çıplak teşhiridir; zira Avrupa Birliği, liberal demokrat evrensel değerler gibi yaldızlı cilalar söküldüğünde geride kalan kaba bir arsız militarist yayılmacılıktır. Aynı şekilde, Rusçuluk yakıştırmasından murat edilen de kanların mavi-kırmızı-beyaz akmasından öte, suçu ve saldırganlığın failliğini bulandırarak ve dolaylayarak tarafsızlık ve ahlaki üstünlük kılıfı altında savunma reflekslerinin açık ettiği, Rusya’nın ve otoriter değer dünyasının yanında hevesle hizalanma iştahıdır. Öyle ki bu laftan çok sıkılan birçok sosyalist bir noktada “siz bizim Rusya’yı sosyalist mi sandığımızı düşünüyorsunuz?” gibi retorik sorulara başvurma ihtiyacı duymaktadır. Elbette aklı yeten herhangi bir kimsenin ve üzerine alınanların Rusya’yı sosyalist gördüğünü, ya da uykuya yattığı için hala SSCB’nin çökmediğini sandığını düşündüğü yoktur. Ancak SSCB’nin otoriter-hiyerarşist değerleriyle, oligarşik bir devletin esas rant dağıtıcısı olduğu kleptokratik Putin rejimi arasındaki siyasal kültürel devamlılık, kastedilmeyen bu algı kaymasına neden olmaktadır. Bir kültürel jeopolitik örtüşmesi söz konusudur. Esasen de Türkiye’de “Rusçuluk” bu mevzunun dallanıp budaklandığı şekilde sosyalistlerden çok ülkenin kültürel-ideolojik kodlarına içkin, genel ve ortak-kesen bir tavırdır ve aslında bu sözde-tartışma mevzunun esas odaklarını ve muhataplarını gözden kaçırtmaktadır (ve bu bakımdan Rusçulukta tali kalan solu merkeze alan tartışmalar pekala counter-productive‘dir).

    Haklılık iddiaları birçok mekanizma üzerinden çalışır. Elbette en alışılageldiklerden biri eşitlemektir; ahlaki eşitleme, sorumluluk eşitlemesi gibi. Yine benzer bir mekanizma ilgisiz ama bazen de ilgili kıyaslamaların devreye sokulmasıdır. Bir başkası, bağlamları keyfi tanımlayarak kaydırmaktır. Bu retorik mekanizmalar her tartışmada her taraf tarafından kullanılagelmiştir. Ancak tüm dolaylamalar ilk reflekslerin motivasyonlarını, hele muarızlarının gözünde, saklamamaktadır. Açıktır ki insanların birbirleriyle çatışan duyguları ilk ilhamdır, gerisi gerekçelendirmedir; kabaca ve en galiz olarak NATOcu ya da Rusçu olarak ifade edilen iki duygu evreni.

    Zira söz konusu olan anlık konjonktürden ibaret bir gerilim değildir. Kalıcı ve yüz yıllık mazisi olan ideolojik bir fay hattının yüzeye çıkarak çizilmesidir. Burada Rusçuluk pekala 19. yüzyıl sonu ya da 1930’larda Almancılık ile yer değiştirebilir. NATOculuk ise Tanzimat’tan ABD’nin dünya sisteminde hegemon haline geldiği döneme kadar İngilizcilikle. 1910’larda İstanbul’da siyasi elit ve entelektüeller İngilizci, Almancı ve Fransızcı olarak damgalanmakta ve hatta bıyık ve sakal biçimlerinden, yani estetik eğilimlerinden ifşa oldukları üzere, bu yakıştırmalar anlık uluslararası hizalanmadan fazlasını imlemekteydi. Benzer -cı/cu ithamları Türkiye tarihinde kalıcıdır. Burada amacım anakronik benzeştirmeler ve zorlamalar yapmak değildir. Ancak uluslararası çatışma ortamlarında taraflanma tercihleri hiçbir zaman temelde jeopolitik değildir. II. Dünya Savaşı sırasında devlet katında çatışan Almancı ve İngilizci fraksiyonlar, Türkiye’nin jeopolitik çıkarının rasyonel olarak hangisiyle hizalanmadan geçtiğine dair bir reelpolitik tartışma vermemişlerdir. Kendi değer dünyaları ve özlem duydukları Türkiye tahayyülüne uygun hissiyatlarını bu bağlılıklar üzerinden ortaya koymuşlardır. Nitekim, savaşı faşizmin kaybetmesinin ardından Türkiye de demokrasiye geçmiştir. Almancılar elbette kalıcı bir sağ-Kemalist otoriter rejimi savaş galibi Almanya üzerinden tesis edebilecekleri beklentisindelerdi ve savaş bu kadronun CHP içinde de, ordu içinde de güç kazandığı, akim kalan bir süreci tetiklemişti. Bunu (yine hasımlarının taktığı ve egemen tarih anlatısına, kendi sesinden savunması alınmadan dahil olduğu şekilde) Mahmud Nedimoff’lu ve karşısında isimlerinin başlarına “de” eklenmemiş Fuat-Âli Paşaların Osmanlı konteksine çekersek yazı hepten uzar.

    Hatta “Rusçuluk-NATOculuk” ideolojileri aşan bir cephelenmedir. Muhafazakarlarda da, sosyalistlerde de, Türkçülerde de, hatta giderek liberallerde de birbirlerine tezat iki siyasal-kültürel tahayyül eşzamanlı ayyuka çıkmaktadır. İYİ Parti lideri Akşener’in de kürsüden sahiplendiği üzere, gayet “NATO”cuyken, Avrasyacı emekli generaller ve Türkçü sosyal medya hesaplarının özellikle açtıkları “woke savaşı”nda Putin’in alfa, erkek, ayıya binen imajından mest halde alt-right bu tavırları dip dalgadır. Sosyalist cenahta sosyalizmi hakiki demokrasinin derinleşmesiyle eşleyen Batı sosyalizminin peşindeki cenahla, sosyalistliklerinin temeline anti-emperyalizmi koyan sosyalist tahayyülün çatışması, 1970’lerin sonlarındaki Eurocommunist nüvelerden beri süregitmekte ve bir sol-içi iç savaş verilmektedir. Muhafazakar cenahta da Batı’ya düşman ve Rusya’yla uyumlu toplumsal-siyasal projeyi tatbike koymak isteyen ana akım reisçilik ve entelektüel-siyasi kompleksine karşı, iktidar yapısının içinde dahi açığa çıkan şekilde bu deli gömleğine sığmayan karşı-tavırlar, dolaylanmış bir güç mücadelesinin ifadesidir. Ulusalcılık ülkedeki en keskin, adanmış ve işgali pek dolaylamadan gayet haklı ve anlaşılır bulan “Rusçu” hatken ve tıpkı yüz yıl önce olduğu gibi işbirliği halinde sayısız iç ve dış düşmanla mücadele ederken, Atatürk’ü bir Batıcı lider olarak, Batı’yla siyasi-kültürel uyumluluğun pusulası gören ana akım-merkezci Atatürkçülük için istikamet tam tersidir. Atatürk imgesi tam zıt anlam yükleriyle yine ortadadır. Hatta her ne kadar liberal demokrat merkez haliyle Batı’yla hizalanmanın en doğal adresi varsayılsa da Tayvan/Litvanya/Ukrayna/İsrail bayraklı klasik liberal amentüyü Amerikan sağı değerleriyle harmanlamış sosyal medya hesapları, NATO’nun temsil ettiği müesses nizamın kaba kuvvetinden ve metal yığınından adeta cinsel haz aldıkları gibi başları “ılık” değerlerle hoş değildir ve bu noktada bir karikatür olarak “aşırı NATOculuk” Rusçuluğa varabilmektedir. Balistik füzelerin, askeri aksamın ve mühimmatın verdiği hazzın (Her lastiğini altıma almak/Tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor/ Damarlarımda kovalıyor/ Oto-direzin ler lokomotifleri!) doğal sonucu olarak İsrail’den Rusya’ya… Zira bir fetiş olarak “Hür Dünya”ya, tüm dünyaya hükümranlığını kurmuş karşı çıkılmaz bir kudret olarak büyülenerek bağlanmışlar (bakınız İsrail imgesi) için de kurucu öteki bazen gevşek “ılık” değerler olabilmektedir. Bu zihinsel kozmolojinin önceliği liberal demokrat değerler değil müesses nizamın kudretinin cazibesidir. Hatta bu bakımdan denebilir ki farklı değerler dünyasına referans veren iki NATOculuk vardır. Zaten NATOcu Türkçülük de tam bu kesişimlerden beslenir. Özetle, Rusçuluk-NATOculuk en saf halinde birbirleriyle uzlaşmaz iki değer dünyasının çatışmasında yüklenen anlamlardır.

    “NATOculuk” pozisyonu bir psikolojiye de dayanmaktadır. 1990’ların hem demokratik derinleşme hem de ekonomik zenginleşme vaatleriyle yükselen beklentilerinin, iyimserliğinin ve coşkunluğunun ardından özellikle 2008 ekonomik krizinin sonrasında kutsanan değerlerin kofluğunun, daha doğrusu vaatlerinin yarım kalmasının yaratığı hayal kırıklığı yaşandı. Avrupa Birliği halkların itirazları neticesinde derinleşemeyerek Türkiye’yle mültecilerin Kapıkule’nin doğusunda tutulması karşılığı para almak gibi müzakerelerde görüldüğü üzere ancak at pazarlığı yapan realist bir ortak çıkarları koruma örgütünden ibaret kaldı. Avrupa ülkelerinde popülist partiler ya iktidara geldiler, ya da bu eşiği zorladılar; zaten ana akım sağ ve sol partiler de bu seçmen davranışı karşısında cafcaflı söylemlerini bırakarak egemenlikçi ve savunmacı tavırlara döndüler. Özellikle Suriye’den mülteci korkusu dünyanın sert gerçeklerinde çiçekli böcekli söylemleri hepten fantezi kıldı. Yükselen gelir adaletsizlikleri özgürlük söylemlerini sermayeyle iç içe dar bir meritokrasinin oyuncağı haline getirdi. İşte böyle bir konjonktürde Rusya’nın en temel uluslararası hukuk normlarını, değerler ve ilkelerle alay edercesine küstahça çiğnemesi ve ırgalamayarak pazılarını göstermesi “Hür Dünya”nın yokluğunda bu soyut ideanın tam karşısında olana karşı kenetlenmesini getirdi. Hür Dünya’nın sahibi yoktur; sahipsiz ve yetimdir ama ana hasmı, temsil ettiklerinin tam zıttı bellidir ve güç gösterisi yapmaktadır. Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşı gösterilen yoğun dayanışma ve duygusal tepki de (savaşın her geçen gününde daha da dehşet uyandıran bombalanmış şehirlerin görüntüleri daha önümüze düşmeden) bu hissiyattan kaynaklanmaktadır. (Bir soyutlama/idea olarak) Hür Dünya’nın kendisi ortada yoktur ama kendini bir türlü olamayan bu projenin deccali tanımlayan siyasi muktedir ve kültürel-ideolojik-entelektüel sacayakları küstahça ortadadır.

    Dolayısıyla Rusçuluk ithamı, sözde tarafsızlık ve eşit sorumlu tutma iddiaları altında gösterilen apolojetik tavırların arkasında görülen, daha geniş bir dünya görüşüne verilen ve -çu ekinin verdiği damgalayıcı güçten faydalanan bir yargıdır. Tıpkı NATOcu gibi. Zira duygusal ve anlık refleksif tepkiler muhataplarında külyutmaz edayla belli niyetleri okuma ve yapıştırma eğilimini doğurur. Elbette itham edenlerin nazarında NATOculuk da sadece bir bölgesel/küresel çatışmada bir tarafta yer almayı imlememektedir. Zaten bu çatışmanın bir tarafı NATO olmadığı halde çatışmanın geniş bağlamına NATO’yu yerleştirerek tarafları bu şekilde tanımlamak da aynı eğilimin yansımasıdır. Burada hayal edilen ve zihinde bütünleştirilen Batı’nın siyasal, ekonomik ve kültürel hegemonyasına boyun eğmiş bir kitle ve onun gönüllü ve süfli siyasal ifadesi, sözcülüğüdür. Bu husumetin sosyalist biçimleri de, sağ-milliyetçi biçimleri de, ulusalcı-Kemalist biçimleri de, İslamcı biçimleri de, kendi ideolojik filtreleri doğrultusunda ses vermektedir. Elbette Putin ve Putinizmle en organik uyuşan, Avrasyacı genel şablon etrafında sıralanan milliyetçi ve egemenlikçi kültürel dünyayı paylaşan siyasi hatlardır. Öyle ki; Türkiye’de Kızılelma koalisyonundan önce 1990’larda Rusya’da Kızıl-Kahverengi ittifakından bahsedildiğini hatırlamak faydalı ve anlamlı olabilir. Bu Kırmızı-Kahverengi ittifakın 1990’lardaki derin hoşnutsuzlukların üzerine oturan (ama kendini asla bu ideolojik hatla özdeşleştirmeyen) Putin, başından itibaren kendini küreselleşmenin saldırganlığına, mütecavizliğine, kültürel yerleşik, geleneksel değerleri tarumar eden doğasına karşı bir sığınak olmayı temsil etmektedir. Zaten egemen demokrasi bu tavrın manifestosudur ve Ukrayna’ya saldırmadan hemen önceki manifesto niteliğindeki uzun konuşmasında da bu pozisyonu bir nevi işgalin mazereti olarak altını çize çize hatırlatmıştır. Putinizm de cezbedici ve tüm Batı sağının (ve Batı’nın siyasi-kültürel dünyasından hoşnutsuz egemenlikçi solun) duygu dünyasını kavrayan bir post-ideolojiye dayanmaktadır ve Rusçuluk bu post-ideolojinin yamasıdır.

    Özetle kimsenin kelimelerin literal anlamlarıyla Rusçu olduğu da yoktur; NATOcu da. Dünyadaki tüm jeopolitik hizalanmalar ve savaşlar da ideolojik eksenlere oturur. Söz konusu olan Rusya’nın temsil ettiği siyasal-kültürel tahayyülün sunduğu efsunlaştırıcı cazibe ve mest eden kaba kuvvete dayanan haşmet iddiasının karşı cenahta uyandırdığı endişe ve hatta çaresizlik hissidir. Bu ikili duygusal hizalanma Türkiye’nin geleceğinin ne olacağına dair birbirleriyle çatışan iki önermede düğümlenmektedir. Rusya’nın on yıldır Gürcistan Savaşı’yla belirginleşen artan bölgesel yayılmacılığı arka planında, Avrupa’nın yeniden tanımlanması ya da bir şakadan ibaret olması meselesi masadadır. Aynı şekilde Türkiye’nin de… Nerede olacağı değil; yani “Avrupa’da” ya da ”Avrasya’da” gibi bir klişe cevap anlamında değil. Türkiye’nin nasıl bir değerler sistemi üzerine oturacağı ve aslında bizim hangi değerler sistemine bağlı olduğumuza… Bir insani zafiyet olarak kurgulanmış alfa erkeklik gösterilerinden büyülenmeyecek kadar olgunluk, minimal bir erdem olmalıdır.

    Fotoğraf: Mario Dobelmann

    NATO Siyaset
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerikSoru Cevap Yayını | Politik Psikoloji Özel Bölüm
    Sonraki İçerik Filler ve Çimen: Ekonomik Savaş | Devr-i Sabık #30

    Diğer İçerikler

    Yazılar

    Yatırım mı Sömürü mü?: ABD ve Ukrayna Arasında Tartışmalı Maden Anlaşması

    14 Mayıs 2025 Cem Özen
    Yazılar

    Abdülhamid ve Sherlock Holmes

    12 Mayıs 2025 Umut Dağıstan
    Videolar

    Parlamenter Sistem Nasıl Geri Gelecek? | Çavuşesku’nun Termometresi #252

    8 Mayıs 2025 Melis Konakçı, İlkan Dalkuç ve Burak Bilgehan Özpek

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    Yatırım mı Sömürü mü?: ABD ve Ukrayna Arasında Tartışmalı Maden Anlaşması

    14 Mayıs 2025 Yazılar Cem Özen

    Dünya Gündemi: Trump’ın Körfez Turu, ABD-Çin Ticaret Savaşlarında Geçici Ateşkes

    13 Mayıs 2025 Bültenler Bahadır Çelebi

    Abdülhamid ve Sherlock Holmes

    12 Mayıs 2025 Yazılar Umut Dağıstan

    ABD Gündemi: Trump’ın İlk 100 Günü, Sol Muhalefet Meydanlarda, Kamuda Tasfiyeler, Mineral Anlaşması

    10 Mayıs 2025 Bültenler Emrullah Özdemir

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}