[voiserPlayer]
Kılıçdaroğlu, uzunca bir süredir CHP’nin temas edemediği, kendi ifadesiyle “sosyal gruplar” ile partisinin temasını arttırırken bunun doğal sonucu olarak bu gruplarla partisi arasında bir güven ilişkisi tesis etme çabası içinde. Özellikle hükümetin “dâhiyane” iktisadi politikalarının toplumdaki bir avuç imtiyazlı şımarık yandaşın dışında her gruptan tepki çektiği bu dönemde CHP lideri, halk lehine kapsamlı bir dönüşümü, mülkiyeti tabana yaymayı, adil bölüşümü ve dolayısıyla yoksulluğun bertaraf edileceği bir düzeni uzunca bir süredir zaten vadetse de söyleminin başlığını yer yer “sosyal demokrat” olarak atıyor. Mesela, Kılıçdaroğlu’nun göreve gelmesinin ardından sosyal güvence ağlarının dışında kalanlar için savunduğu Aile Sigortası’nı nasıl sosyal demokrat saymayabiliriz? CHP liderinin bu konuda bugün konuştuğunu söylemek haksızlık olur. O, 2011’de Oktay Ekşi’yle yaptığı “Türkiye’ye Sözüm Var” başlıklı nehir söyleşisinde de sosyal hukuk devletinin anayasanın değişemez maddelerinden biri olmasına karşın, “yoksulluğun siyasi sömürü alanı hâline” getirildiğini belirtmiş ve “sosyal devleti yeniden inşa edeceğiz, refahı tabana yayacağız, bu coğrafyada tek bir çocuk yatağa aç girmeyecek” demişti.
Unutmamak gerekir ki CHP lideri, “yatağa aç giren çocukları” hiçbir dönem gündeminden düşürmedi. Bu vurgunun vardığı menzil, Hacer Foggo’nun liderliğinde parti içinde bir Yoksulluk Dayanışma Ofisi kurulması oldu. Ancak Kılıçdaroğlu, Türkiye’de refahın ve büyüme hızının görece yüksek olduğu, iktidar partisinin farklı kimliklerle diyalog kurduğu ve henüz kadro hareketinden tam manasıyla bir kişi örgütüne dönüşmediği bir dönemde partisinin başına geldi. Bu dönemde ulusalcılık cereyanı dolayısıyla partinin söylemi, kapsayıcı olduğundan çok dışlayıcıydı ve dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun önce parti-içinde bir dönüşüm gerçekleştirmesi gerekliydi. Yine unutmamak gerekir ki Kılıçdaroğlu, tüm bunlara rağmen muhalefet partileriyle diyalog kanallarını açık tutarak 2015’te Erdoğan’ı yenmeyi başardı. Ancak Türkiye’nin 2015 sonrası yaşadığı olağanüstülüklerin olağanlaştığı süreç içinde kurumsallaşan tek adam rejimi, bu galibiyetin meyvelerinin toplanmasını erteledi. 2017 sonrasında herkesin umudunu kestiği bir anda yine meydana çıkan Kılıçdaroğlu, kolları sıvayarak tek ölçütü asgari demokratlık olan bir birleştirici çatı inşa etti ve bin bir benzemez muhalif partiyi en çok istedikleri üzerinden değil, en çok istemedikleri üzerinden, “bu ucube sistem”e karşı bir araya getirmeyi başardı.
Tüm bunlar yaşanırken kurumsallaşmış tek adam rejiminin Türkiye’ye maliyeti günden güne arttı. Dolayısıyla iktidar partisinin toplumu fay hatları üzerinden bölme çabaları, bu rejimin olumsuz çıktılarından günden güne daha da muzdarip olan seçmen açısından tatsız bir şakadan ibaret kalmaya başladı. İşte tam da bu noktada CHP lideri günden güne el yükseltti. Gençlere iktidarın lüks gördüğü temel gereksinimlere vergiden azade ulaşacakları, memurlara 3600 ek gösterge haklarının tanınacağı, EYT’lilere emeklilik haklarının iade edileceği ve genel olarak kamu kaynaklarının “beşli çete” için değil, toplum için seferber edileceği bir düzen vadetti.
Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun “Ben sosyal demokratım” vurgusunu, onun helalleşme söyleminden de bağımsız değerlendirmemek lazım. CHP liderinin temel amacı, Ak Parti sonrası sürecin olası toplumsal barışına yeniden fay hatlarının kaşınarak halel getirilmemesi. O, sadece bugün değil, yarın için de sağ popülist siyasetin alanını kapatmaya çalışan bir strateji izliyor. Yani o, 1970’lerde Ecevit’in yaptığı gibi toplumu kimlikler üzerinden ayrıştıran “tarihsel yanılgı”yı bertaraf ederek, ilericilik-gericilik ayrımının bu sahada değil, iktisadi sahada gerçekleştiğini gözler önüne sermenin peşinde.
Dolayısıyla, “gerici” olanı Türkiye’nin tüm kaynaklarını üç-beş kişiye peşkeş çekenler olarak kodlarken, kendisinin ve partisinin sosyal demokrat kimliğini hatırlatarak, kamu kaynaklarını halk için seferber edeceğini belirtip “ilericilik” anlayışını da ortaya koyuyor. Yani Kılıçdaroğlu, tıpkı 1970’lerde Ecevit’in yaptığı gibi kimlik temelli çatışma ve kavgalardan kaçınarak tartışmayı sosyo-ekonomik zemine çekiyor. Bunu yaparken de toplumla diyalog kanallarının geliştiği ve toplumun sosyal demokrat bir dönüşüme belki de hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyduğu bir dönemde üst perdeden “sosyal demokratım” demeye başlamalı. Bu söyleme duyulan ihtiyacın sebebiyse Kılıçdaroğlu’nun dönüşümü değil, halkın sosyal demokrat dönüşüme olan ihtiyacı ve CHP liderinin pek çok konudan bahsetmeye çalışırken sabit bir söylem geliştirememesi. Ecevit, 1960’ların ortalarından 12 Eylül’e kadar sabit bir söylem ve sabit karşıtlıklar üstünden topluma nasıl bir dönüşüm vadettiğini anlatabilmişti. Kılıçdaroğlu’nun vaatleri, en az Ecevit’inkiler kadar değerli ve günün gerçeklerine uygun olsa da siyasal iletişim stratejisinde değişikliğe gitmesi elzem. Bu değişiklik, kısa grup konuşmaları ve her konuşmada tekrarlanan “ezenler” ve “ezilenleri” de mutlaka kapsamalı. Çünkü bizim gibi iktidar lehine medya hegemonyasının var olduğu seçimli otoriter rejimlerde belirleyici olan şey, savunduğunuzun haklı olmasından çok, savunduğunuz hakkın halka ulaşmasıdır. Bunun yolu da sabit ve ortaklaştırılmış bir söylemden geçer.
Fotoğraf: Brett Sayles