[voiserPlayer]
Çokça bilinen efsaneye göre ABD’de 1992 Başkanlık seçimlerine hazırlanan Bill Clinton’ın kampanya ofisinin duvarında “It’s the economy, stupid” yazısı asılıydı. Clinton’ın kampanya stratejisti James Carville’ın icad ettiği bu terim, Clinton’ın seçimi kazanmasından sonraki yıllarda bir ikonik slogan haline geldi. Türkçeye anlamlı olarak “Önce ekonomiye dikkat et” diye çevrilebilecek bu slogan, seçmen davranışının en çok ekonomik motivasyonla hareket ettiğini iddia ediyordu.
Türkiye 14-28 Mayıs seçimleriyle Erdoğan’ın zaferine tanıklık etti. Muhalefet seçime girerken kendisine ve anket sonuçlarına çok güveniyordu. Ancak ortaya çıkan sonuç tam bir hezimet oldu. Ekonomik sorunlar, depremin yarattığı yıkım ve toplumdaki değişim isteği muhalefete oy olarak devşirilemedi. Zaten seçim sürecinde bu konular yerine en çok terör ve güvenlik meseleleri gündeme geldi. Hükümetin tüm propaganda gücü ile bu konuya eğilmesine muhalefet yeterli karşılığı veremedi. Bunda hangi faktörler etkiliydi ve seçmen terör ve güvenlik konularına atılan oltayı nasıl yuttu?
Propaganda Makinesi
AKP yaklaşık 10 yıl önce Gezi ayaklanmasından sonra başlattığı kültür savaşında kendince bir hikaye yarattı. Bu hikayeye göre Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’yi yöneten ve halkın sırtına binen elitler artık def edilmiş, büyük lider Erdoğan’ın öncülüğünde halkın egemenliği sağlanmıştı. İçeride hainler ve dışarıda dış güçler bu uyanışa engel olmaya çalışırken halkın yapması gereken bu savaşta liderinin yanında olmaktı.
TRT’deki diziler, Cumhurbaşkanlığı karşılama komitesine giydirilen eski Türk devletlerinin kıyafetleri, kendi uçağını, gemisini tankını ürettiğini anlatmak, Ayasofya’yı cami statüsüne çevirmek gibi onlarca örnekle yürütülen simge ve duygu siyaseti, bu hikayeyi desteklemek için hayata geçirildi. Uzun yıllardır yapılan bu propaganda başta kendi tabanı olmak üzere muhaliflere kadar bile uzanan kesimlerde etkili oldu.
Bununla birlikte ekonomik sorunlardan dolayı bariz oy kaybı yaşayan iktidar cenahı, bunun üzerine bir de yaşanan depremin şokuyla sarsıldı. Depremin sadece ekonomik ve insani koşullarından değil, felaketi yönetemeyen devlet mekanizmasının yukarıda bahsedilen hikayeye ciddi bir tehdit olmasından dolayı da bu felaket iktidar için tehlikeliydi. Büyük lider, yaşanan felaket karşısında paralize olmuş ve yarattığı makinenin hiç de düzgün çalışmadığı ortaya çıkmıştı.
Tüm bu manzara içinde iktidar seçim sürecinde bunları konuşmak istemedi. Konuyu başka yere çekmek istedi. Konuşmak istedikleri şey terör ve güvenlik oldu. Tüm propaganda makinesini Kılıçdaroğlu’nun PKK ile işbirliği yaptığı yalanına yönelik olarak çalıştırdılar. Bu noktada sadece açık kaynaklardaki propagandanın değil, Facebook ve WhatsApp gruplarında dolaşan görsel ve videoların da iktidarın tabanında bir seferberlik başlattığını görmemiz gerekiyor. AKP’nin toplumun en alt kademelerine kadar inen şebekesi, bu yalan ve propagandayı seçime giderken tüm gücüyle pompaladı.
Seçim sonuçlarından görüyoruz ki bunun işe yaramasının iki nedeni var:
Mankurtlaşma
Özgür bir basının olmadığı ve eğitim seviyesinin düşük olduğu bir ülkede yalanlara inanma ihtimali de yükseliyor. Burada bahsedilmek istenen PKK terör örgütünün CHP ile gizli bir anlaşma yaptığı ya da olası işbirliğinden çekinen rasyonel milliyetçi seçmen değil; bizatihi Altılı Masa’daki partilerden birinin HDP olduğuna inanan, Kılıçdaroğlu’nun Öcalan’ı serbest bırakacağını söylediği videosu olduğunu iddia eden insanlardır. Bu insanları rasyonel siyasi davranış kalıbı içerisinde değerlendirmek doğru olmaz. Bu insanlara yalan söylendi ve bu insanlar da bu yalana inandı ya da aşağıdaki ikinci gruba enjekte oldular.
İşine Gelene İnanma
İnsan beyni işine gelene inanma eğilimindedir. Açken yenen yemek daha lezzetli gelir çünkü enerjiye ve besine ihtiyacı olan vücudumuzun beslenmesini sağlamak için beynimiz bizi manipüle eder ve yemeğin lezzetli olduğunu bize dayatır. AKP’nin terör propagandasının etkili olmasının önemli bir nedeni de buna benziyor.
Türkiye’de iktidarın nimetlerinden faydalanan AKP’nin kaleleri mevcut. Devlette kadrolar bu şehirlerin insanlarına açılıyor, şehre inşaat yatırımları yağıyor, devlet ile işleri kolayca çözülüyor. Bu şehirlerde yaşayanlar (örn. Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum) bu rant aktarımı mekanizmasından yararlandıklarını biliyor. Ancak, “kamu kaynaklarını biz sömürüyoruz” ya da “İstanbul’un Ankara’nın İzmir’in yarattığı değeri biz yiyoruz” diyemeyecekleri için bu sistemin devamını sağlayacak bir “bahaneye” ihtiyaçları var. Terör ve güvenlik bu bahaneyi onlara verdi. Yani anket sonuçlarında kararsız çıkan, AKP’ye oy vermek için son anı bekleyen kitle sonlara yaklaşırken güvenli ve sorgulanamaz terör suçlamasını cebine koyarak oy sandığına gitti.
PKK, Terör
1999 seçimlerinin belirleyicisi Abdullah Öcalan’ın yakalanması olmuştu. 2015’teki iki seçimin de ana oy verme motivasyonu sırasıyla çözüm süreci ve çözüm sürecinden çekilmek oldu. Türkiye’de teröre karşı doğal hassasiyet özellikle 2015’ten sonra bir toplum mühendisliği ile toplumsal histeriye dönüştürüldü. Terör konusunda tek tartışma, kim daha sert ve keskin bir politika izleyecek noktasına sıkıştı.
Muhalefet bu hassasiyeti küçük gördüğü gibi muhalefetin seçim stratejisinde etkili olan İkinci Cumhuriyetçi ve sol-liberal çevreler “Kürtlerin oyu olmadan seçim kazanılmaz” mottosu ile hareket edilmesini teşvik etti. Unuttukları şey, Türk oyları olmadan da seçimin kazanılamayacağı idi. Hükümetin terör propagandası pek çok yalan ve iftirayı içeriyordu elbette ama kendisinden kopmaya razı olmayan kitleler için de güvenli bir geri dönüş alanı sağladı.
Türkiye’de iki toplum var: vergi veren ve toplanan vergiyi yağmalayan. Yağmalayan kesimler bu ayrıcalıklarından vazgeçmeye niyetli değil. Bunun için kendilerine verilen terör bahanesini kabul ederek Erdoğan limanından ayrılmadılar. Muhalefet pek çok başka şeyi yanlış yaptığı gibi bu denklemin çözülmesi konusunda da ayırt edici hamleler yapamadı. Ekonomideki huzursuzluk AKP’yi %35 gibi düşük bir seviyeye çekerken Erdoğan özelinde bu rakam düşüş göstermedi. Muhalefet, rahatsızlığı oya çeviremedi.
Türkiye’de insanların ekonomik motivasyonları güçlüdür. Ancak AKP’nin yarattığı refah alanını kaybetmek istemeyen kesimler bu orantısız avantajı bırakmamak için Erdoğan’a destek verdiler. Onlara Erdoğan rejiminin devamı için bir bahane gerekiyordu. Terör ve güvenlik başlıkları, zaten yıllardır milliyetçi ve güvenlikçi bir siyasal kültürün içinde yüzen seçmen için yeterli bir bahaneydi.
Türkiye daha da karanlığa sürüklenirken muhalefetin bundan ders çıkarmak için çok zamanı olacak…
Fotoğraf: Roland Lösslein