18-19 Mart’ta başlayan yeni dönem özel olarak CHP’yi, genel olarak ise Türk siyasetini derinden etkiledi. Yaşadığımız kriz; muhalefetin iç mimarisi, iktidarla muhalefet arasındaki ilişkilerin niteliği ve Türkiye’deki devlet kapasitesinin sınırları bakımından ayrı başlıklarda değerlendirilmelidir. Bu yazıyı konunun öncelikli aktörüne, yani muhalefete ayırmak, devlet ve iktidarla ilgili diğer meseleleri ise zamana yayarak değerlendirmek niyetindeyim.
Cumhuriyet Halk Partisine şu aralar egemen olan hava ehven-i şer. Yani kötü bir şey oldu. Ama o kötülük bir yerde durdu. Daha kötü bir manzaranın ortaya çıkması engellendi. Ne olabilirdi de olmadı sorusunun yanıtı kayyım. Ekrem Bey terörden de tutuklanıp İstanbul’a kayyım atanabilirdi. Büyük kurultayın iptal edilerek CHP Genel Merkezine kayyım atanması da ihtimal dahilindeydi. Partinin fiili lideri ve seçimler bakımından en büyük kozu şu an hapiste. Diploma geri alındığı için yarın seçim olsa aday olamayacak. Her bir günü bir yıl gibi geçen uzun bir haftadan kalan Z Raporunda öne çıkan başlıklar bunlar.
Peki, bundan sonra ne olacak? İmamoğlu’nun yokluğunda Halk Partisini ne bekliyor? Her ne kadar CHP’li siyasetçiler gelinen durumu kamuoyu önünde açıkça tartışmasalar dahi Ankara siyasetine hakim olan hava İmamoğlu’nun oyundan düştüğü şeklinde. Ekrem Bey diploma iptali, ceza dava yükü ve üstündeki soruşturmalar nedeniyle adaylık şansını yitirdi.
Durum değişebilir mi? Şüphesiz ki evet. Siyasal sistemimiz ve ona paralel bir şekilde işleyen hukuk düzenimiz istikrarsız. Bu nedenle İmamoğlu’nun serbest bir şekilde seçimlere katıldığı günleri de görebiliriz. Ancak son 10 günde yaşadıklarımız bu olasılığı ciddi ölçüde azalttı. Yeni siyasal denklem gereğince CHP İmamoğlu’nun aday olarak katılmadığı bir seçimde seçimi kazanmak zorunda. Özgür Özel ve Mansur Yavaş seçimin iki potansiyel adayı. 18 Mart diploma iptaline kadar Ekrem Bey ile Mansur Bey arasında cereyan eden adaylık rekabeti bu sefer Özel-Yavaş ikilisi bakımından söz konusu olacak. Özel’in son 10 gündeki liderlik performansıyla göz doldurduğu ve kariyerinin en parlak günlerini yaşadığını söyleyebiliriz. Yavaş ise CHP kitle ve kimliğiyle daha fazla bütünleşti. Saraçhane ve İmamoğlu’na sahip çıktı. Kılıçdaroğlu’nun mesafeli siyasetini takip etmedi.
Bir diğer önemli mesele İstanbul siyaseti. İmamoğlu’nun ve onu ayakta tutan tüm kurmay kadronun şu an hapiste olması İstanbul Belediyesi çevresindeki siyasi gücü dağıtacaktır. Cumhuriyet Halk Partisinin ağırlık merkezi Saraçhane’den Ankara’ya kayacak. İmamoğlu çevresindeki medya, sermaye ve kanaat ağlarının da kademeli bir şekilde yeniden konumlanacağını öngörebiliriz. Tabii İstanbul Büyükşehir’e kayyım atanmadı. İmamoğlu hapisteyken de belediye ve genel siyaset için yönlendirici bir aktör olacaktır. Ancak Değişim Hareketinin doğal liderliğinden kalan senyörlük gücü artık yok eski başkanın. Hürriyetinin bağlanmış olması, siyasi eylem yapma olanağından yoksun konumu İmamoğlu’nu zayıflatacak bir diğer husus.
CHP liderliği İmamoğlu’nun mağduriyetini siyasi bir söylem olarak seçimlere kadar kullanacaktır. Şüphesiz ki mağduriyet önemli bir uyarıcı. İnsanların mağdur edilmiş bir özneye yardımcı olması Türk ve dünya siyasetinde sıklıkla karşılaştığımız bir durum. Ama mağduriyetin seçim kazanmaya tek başına yetmeyeceğini unutmamak lazım. Bu bağlamda Erbakan örneği ilginçtir. 28 Şubat öncelikle Erbakan’a karşı yapıldı. Dönemin başbakanı siyaseten yasaklı hale gelen bir sürecin içine itildi. Bu derin mağduriyet ortamına rağmen Erbakan’ın partisi 28 Şubat’ı takip eden süreçte ciddi ölçüde oy kaybına uğradı. Çünkü mağdurun kahraman haline dönüşmesi ve bu sürecin ilgili aktöre siyaseten yarar sağlaması pek çok faktörün aynı anda kullanımına bağlı.
İmamoğlu’nun göreli olarak zayıfladığı yeni denklemde muhalefet ve iktidarın zaaflarına ayrıca dikkat çekmek gerekli. İmamoğlu krizi bize şunları gösterdi: Muhalefet yürüttüğü siyasetle şu aralar dünya siyasetine hakim olan zamanın ruhu arasındaki gerilimi göremiyor. Sağ popülist zihniyet dünyası, demokrasi sorunlarını önemsiz hale getirdi. Ayrıca Türkiye jeopolitik gücünün zirvesinde. Mülteciler, Suriye’nin yeniden inşası, İsrail-Filistin çatışması, Avrupa’nın yeni güvenlik mimarisi ile Ukrayna-Rusya barışı gibi meseleler bakımından kimse Erdoğan Türkiye’sini karşısına almak istemiyor. Bu bağlamda İmamoğlu’nun gözaltına alınması dünyanın belli başlı güç odakları için önemli bir mesele değil. Muhalefetin bu gerçeklik karşısındaki okuması son derece yetersiz.
Buna karşın iktidar ise dış politikanın iç politika üzerindeki etkisini ve dış konjonktür avantajını abartılı bir şekilde yorumluyor. O tarafta ise başka bir aşırılık var. Türk ekonomisindeki kırılganlığın siyasi hayatı derinden etkileyen asıl güç olduğu unutuluyor. İmamoğlu krizinin başladığı haftanın Cuma günü borsa çöküşün eşiğine geldi. Ekonomi yönetimi ortaya çıkan tahribatı azaltmak için elinden geleni yapsa da ekonomik dinamikler hükümeti bir hayli zorladı.
Son olarak ise Terörsüz Türkiye sürecine değinmek lazım. Bu sürecin nereye doğru evirileceği hâlâ belirsiz. Siyasi iktidar gerçekten de PKK’yı feshettirebilirse iç siyasette büyük bir avantaj sağlar. Kürt hareketinin muhalefetin parçası olmaktan çıkararak daha nötr bir konuma evirilmesi bile Erdoğan’ın bir kez daha seçim kazanmasını sağlayabilir. Ancak bu olasılık henüz kesin değil. İşler tersine giderse muhalefet siyasal sosyolojik üstünlüğünü devam ettirecektir. İmamoğlu’nu hapisten çıkarmak isteyen CHP’nin Kürt hareketiyle nasıl bir ilişki kuracağı hususu, muhalefetin geleceğini ciddi ölçüde şekillendirecek bir unsur olarak önümüzde duruyor.