[voiserPlayer]
Siyasetin ve toplumsal ilişkilerin, her türden toplumsal yargının tüm yönlerinin belirli derecelerde değiştiği ve aynı derece korunduğu muhafazakâr bir mecra olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu husus, “normallik ya da olması gereken” adı altında üretilen rıza nedeniyle pek fark edilmez. Daha ziyade, siyasal kültür ve bellek aracılığıyla öğrenilen zımnî bir kabul içerir.
Bu kabul ve rıza durumu, özellikle sosyolojik açıdan, siyasal ve toplumsal sorunlarla bu sorunların kaynağına, ele alınışına ve çözümüne ilişkin tartışmalarda belirli bir değer yargısını temel referans yapmaktadır. Bu nedenle de sadece olanın değil, olacak olan her bir siyasal ve toplumsal gelişmenin siyasal varlığının tahayyül edilme boyutunu da etkilemektedir.
Bütünleştirici ve ayrıştırıcı yönleriyle çeşitli amaçlarla örgütlenmiş olan yapılar, özellikle siyasi partiler, sadece alternatif bir tercih merkezi değildir. Aynı zamanda siyasal kimlikleri ve değer yargılarıyla psikolojik bir körlüğü besleyebilecek ve hatta yeniden üretebilecek kadar muhafazakâr mecralardır. Ancak ideolojik ve politik tutumlarıyla benimsedikleri reçetenin bilinçli veya bilinçsizce kişisel ve/veya toplumsal belleğe ket vurarak “öğrenilmiş çaresizlikle” sonuçlanmasında bir dizi etmenin etkisi de bulunmaktadır.
Siyasal kültürü yeniden yaratan ve rızanın psikolojik kaynağını da oluşturan ilk etmen; siyasi yapıların siyaseti “kamu menfaati”, “kamu yararı”, “kamu güvenliği” veya “halk ya da ulus adına” gibi içeriği ve kapsamı belli olmayan ancak ideolojik birer aygıt olan soyut kavramlara başvurarak ve daha önemlisi her ülkenin kendi dinamikleri ekseninde siyasal, iktisadî ve ideolojik olandan birine indirgemesidir. Bu indirgeme, kendi otonomisine sahip olmakla birlikte birbirinden bağımsız olmayan her bir etmenin siyasal ve toplumsal sorunlardaki bütüncül etkisini görünmez kılmaktadır. Dahası, siyasi partilerin toplumu homojen, yekpare ve/veya belirli bir değer yargısına indirgeyerek (Müslüman, muhafazakâr, Kürt, ulusalcı vb) tahayyül etmesi, siyasal açıdan psikolojik eşikleri derinleştirmektedir.
İkinci etmen, ilkiyle ilişkili olarak siyaset okumalarının genel anlamda siyasi partiler, liderler ya da dini veya etnik kimlikler gibi egemen yargılar üzerinden tartışılmasıdır. Bu durum, siyaset üretiminin iktidarı veya iktidar bloğunu besleyen ideolojik değerlerin kıskacında bir hareket alanına hapsolmak anlamına gelmektir. Üçüncüsü ise belirli bir egemen değer yargısının yerleşik hâl aldığı, bunun da topluma enjekte edildiği ya da edilmeye çalışıldığı ideolojik yapılar olan siyasi partiler veya bu doğrultudaki oluşumların genel mahiyetinin muhafazakârlığıdır. Özellikle toplumdaki değişimi idrak etmeye direnilerek belirli dönemlere ve tarihsel kültlere göndermelerle yetinilmesi, genel olarak siyasal düşünüşü muhafazakârlaştırarak kısırlaştırırken zamana yayılmış bir yozlaşmayı da beslemektedir.
CHP’nin Durumu
Türk siyaseti açısından söz konusu duruma birçok örnek sunmak mümkün olmakla birlikte devleti kuran, azımsanmayacak toplumsal dönüşümleri gerçekleştiren CHP’nin konumu çarpıcı bir örnektir. Çünkü CHP, ülkenin geleceğinde “sözde” teminat sigortası olarak lanse edilen ancak geçmişten gelen ve kavramsal kullanımın ötesine geçmeyen ve geçmişe takılıp kalan tutum ve tercihleriyle tarihsel yargıların ölmeye yüz tuttuğu bir eşikte yenisinin doğamamasına neden olan zihni bir körlüğün zamanla saflaştığı muhafazakâr bir mecradır. Yapısal kronik etmenlerin etkili olduğu bu durumun temel nedenlerinden birisi, hiç kuşkusuz partinin yukarıdan aşağıya kadar tüm örgütsel yapısının kemikleşmiş aktörleri ve bu aktörlerin varlıklarını temin eden üye, delege ve kadrolarıdır.
Özellikle delege yapısının, geleneksel toplumsal dokunun ağır basan düşünselliğinden pek sıyrılamamış olması ve eleştirel, düşünsel gelişime yeterince açık olmayan doğası nedeniyle toplumsal sorunların doğmasında ve gelişmesinde partiler kendi varlığını sorgulamaktan uzaktır. Ayrıca, geleneksel aidiyet ilişkilerine dayanan delege yapısı, politika üretiminde fikri gelişimi, liyakati, toplumsal sorunları ele alma ve değerlendirme gibi hususları köreltirken toplumsal değişimin gerisinde kalmaya mecbur bir siyasal döngüyü beslemektedir.
Üretildiği sanılan siyaset ise mevcut sorunların kaynaklarının sosyolojik açıdan nasıl bir gerçeklik içerdiğine yönelik analizden ziyade ikircikliğe dayalıdır. Bir yanda tarihsel argümanlara, söylemlere, değer yargılarına dayalı siyaset ve toplum anlayışıyla mevcut düşünsel reflekslerin muhafaza edilmesi (Kürt sorunu, muhafazakârlık vb.), diğer yanda muhafazakâr kesim nazarında kendini kabul gördürmek adına söylemin, vurguların ve kavramsal tercihlerin revizyonu yer alır.
Oysaki, toplumda ve siyasette yeni bir alan açmak adına yapılan bu siyaset ve toplum okuması, CHP’yi siyasal iktidar ve egemen siyasal kültürün sınırlarına daha fazla bağımlı kılmıştır. Aşılamayan psikolojik eşikler, siyasetin verili teamüllerine ve değer yargılarına bağlı politik okumalar, CHP’yi döneminin gerisinde söylem, tavır ve hareket alanıyla geçmişi geleceğe tercih eder aşamaya götürmüştür. Düşünsel körlüğü de derinleştiren bu yönelim, “adalet yürüyüşü” gibi toplumsal yönü güçlü adımları hiçleştirirken siyasal ve ideolojik daralmaya neden olarak meşruiyet krizini tetiklemektedir.
Siyasetin “patikaya bağımlılığın” mevzubahis olduğu zorlu ilişkileri barındırdığını unutmadan şunu söylemek mümkündür: Siyasal, İktisadi, ideolojik ve toplumsal koşulların bu denli uygun olduğu bir dönemde yeterli başarı ve heyecan duygusu aşılanamıyorsa; hukuksuzluklar bu denli yaygınken, taciz ve tecavüzler böylesi bir aymazlıkla “normallik” kazanıyorsa; eğitimden sanata, siyasetten iktisada, hukuktan özgürlüğe uzanan onca alanda böylesi bir yozluk mevzubahisse; geçmişin ağır bedelleriyle yüzleşmek elbette önemlidir. Bunların bir daha yaşanmaması adına gerekli hassasiyeti taşımanın kıymeti harbiyesini unutulmadan söylenecek şey, bugün görmezden gelinip yarınlar heba edilirken dönüp arkaya bakmanın bir açıklaması olamayacağıdır.
Bu açıdan Cumhuriyet Halk Partisi, bugün iki kelimeyi bir araya getiremeyen kurmaylarını medyanın ve toplumun karşısına çıkarmak ve 7/24 aynı kelimelerin yerini değiştirerek yeni bir şeyler söylediğini düşünenlerle geleceği kuracağını beyan etmek yerine;
- Çocuğunun bedenini çuvalda taşıyan babanın yanına ya da bir gencin boynunun kesildiği cemaat yurduna gidebilseydi;
- Yakılan, katledilen, tecavüze uğrayan onca kadının sesi olmayı başarabilseydi;
- Toplumsal yozlaşmayı besleyen Ensar ve ensarvari yapılara karşı çıkabilseydi;
- Milli Eğitimin cemaatlerle aleni ilişkisine onca gencin geleceği için ses olabilseydi;
- Onca gün karakışın ortasında öylece kalakalan bir kentin yollarını aşındırabilseydi;
- Yolsuzluklar karşısında daha nitelikli politik tavırlar alabilseydi;
- Bir kereden bir şey olmazları, makara bakara beyanlarını, pudra şekerlerini siyasal manevraya entegre edebilseydi;
- Soma, Ermenek gibi onca maden ocaklarının yolunu aşındırabilseydi;
- Selahattin Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılmasına müsamaha göstermeseydi;
- Hasankeyf ve benzeri onca tarihsel dokunun katli görmezden gelinmeseydi;
- 7 Haziran seçim sonuçlarına sessiz kalınmasaydı ya da yeterli sesi çıkarabilseydi;
- Hükümet sisteminin yüksek seçim kurulu eliyle hukuksuzca hiç edilmesini sineye çekmeseydi;
- Suruç, Ankara, İstanbul ve Diyarbakır gibi yerlerdeki patlamalara yeterli tepki verilebilseydi;
- Sosyal medya platformlarında ve daha nicelerinde iki kelam ettik vazifemizi yerine getirdik deyip vicdan muhasebesi sunmak yerine toplumsal sorunların olduğu her yerde bilgiye, birikime, liyakate kendi özelinde önem verebilse idi;
- Yönetici kesimlerin eleştiri veya değerlendirmelerinin salt bağlı olunan oluşumu olumlama ya da “ben yapmadım” tarzı bir yaklaşımın dışına çıkıp yukarıda yer alan ve daha nicesini sayamadığımız onca toplumsal sorunda toplumsal muhalefeti örgütleyebilseydi şüphesiz bugün bambaşka bir Cumhuriyet Halk Partisi konuşuyor olurduk.
Ancak, Nazım’ın deyimiyle:
“… Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak;
Kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin, canım kardeşim…”