Her liderin hikayesi farklıdır. Bazıları olayların içine sürüklenerek lider olur, bazıları ise tarihi değiştiren kararlarıyla liderliğini gösterir. Mesela Nazilerin Almanya’yı silahlandırmasını tehdit olarak gören Churchill’i neredeyse kimse ciddiye almıyordu. Hatta Başbakan Baldwin, “onu dinlemekten keyif alsak da tavsiyelerine uymuyoruz” diyordu. Hitler Fransa’yı işgal etmeseydi belki de Churchill kimsenin hatırlamadığı eski bir milletvekili olarak kalacaktı.
Biz 2019 yılında sanırım olayların içine sürüklenen bir liderle tanıştık. İmamoğlu, bir ilçede çok az kişinin tanıdığı bir siyasetçiyken, İBB başkan adayı olarak gösterildi. Adaylığının ilk birkaç günü, ‘en yanlış adaydı’, ‘kimse tanımıyordu’, ‘başka aday mı yoktu?’ yorumlarıyla geçti.
İmamoğlu’nu ‘zoraki kahraman’ haline getiren, Binali Yıldırım’a karşı kazandığı seçimi bir de Recep Tayyip Erdoğan’a karşı kazanmak zorunda bırakılmasıydı. İstanbul halkının tercihini beğenmeyen ve sandığa sadece kendi kazanınca saygı duyan Cumhurbaşkanı, sadece o adlarını listelere yazdı diye meclise giren tüm milletvekillerini ve atadığı tüm bakanları seferber etti. Her lokmamızdan kesilen vergileri satın alınabilecek tüm medya mecraları üzerinden İmamoğlu’na topyekûn bir savaş açmak için kullandı. Tüm bunlara rağmen Erdoğan daha büyük farkla kaybetti. Golyat, Davut’a yenildi.
Belki şartlar çok uygundu, belki İmamoğlu işinin ehliydi. Bu zafer, halkın İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Erdoğan’a karşı kazanabileceğine inanmasını sağladı. Destekçileri, bugün hâlâ 2023’te aday gösterilseydi İmamoğlu’nun kesin kazanacağına inanıyor. Bu inanç öyle yayıldı ki Erdoğan, Musa’nın kehanetini almış Firavun gibi potansiyel rakibinden kurtulmak istedi. İmamoğlu’nun zoraki kahramanlıktan oyuna yön veren liderliğe dönüşümü muhtemelen bu nedenle oldu.
CHP’nin Doğal Cumhurbaşkanı Adayı
İmamoğlu, 2023 seçimlerinin ardından CHP’de değişim çağrısı yaparak seçim kaybının sonuçları olmasını sağladı. CHP’de yönetimin değişmesini sağlayan bu cesur hamlesiyle birçok insan için muhalefetin rakipsiz adayı konumuna geldi. Oyunun doğal akışı bir süredir bize İmamoğlu’nun bölüm sonu canavarıyla karşılaşması gerektiğini söylüyor ama oyun doğal akışında ilerlemiyor.
Birçok insan İmamoğlu’nun tutuklanacağından korkuyor ve erkenden aday ilan edilirse bundan korunabileceğini düşünüyordu. Demokrasilerde beklenmemesi gereken ama maalesef Türkiye’de herkesin beklediği üzere, İmamoğlu 19 Mart günü şafak vaktinde gözaltına alındı. Video oyunlarında böyle rutin dışı şekilde zorlukların çıkarılmasına ‘bullshit mechanic’ denir, zira böyle oyun olmaz.
İktidar, İmamoğlu’nu suçlu göstererek sistem dışına itmek ve halk ile olan ilişkisini zehirlemek için her şeyi planlamış gibi görünüyor. Bu yöntemler, demokratikliği tartışmalı tüm rejimlerde kullanılan muhalefeti sindirme yöntemleriyle aynı ve zaten AKP ile Fetullah Gülen ortaklığında da yıllarca uygulandı. Gelin maddeler halinde bu yöntemleri inceleyelim:
Bilgiyi kontrol et: Putin, Rusya’da iktidara geldikten kısa bir süre sonra kendisine muhalif yayın yapan kanalların sahipliklerini zorla devlet kontrolüne geçirmişti. Mesela Yeltsin’den vekaleten başkanlığı devraldığı dönemdeki politikalarını eleştiren NTV’ye, seçimle iktidara gelmesinin üzerinden bir ay geçmeden FSB ile baskın yapıp daha sonra bu kanalın Gazprom’a devredilmesini sağladı.
Erdoğan da benzer adımlar attı. İktidarının ilk günlerinden itibaren adım adım tüm büyük medya kurumlarının kendine yakın kişilerin üzerine geçmesini sağladı. En son, biraz tarafsız görünmeye çalışan HaberTürk de seçimlerin ardından satıldı.
Bilgiyi kontrol etmek sadece istediği bilginin yayılması değildir. Hükümet, istemediği bilgi yayılmasın diye, Dezenformasyon Yasası, KVKK, İnternet Kanunu ve Türk Ceza Kanunu ile istemediği hiçbir bilginin yayılmamasını da sağlıyor.
Fahrettin Altun, Dezenformasyonla Mücadele Merkezi adı altında sıklıkla dezenformasyon yaptırarak Goebbels’e şapka çıkarttıracak bir performans gösteriyor.
RTÜK başkanı Ebubekir Şahin, klasik anlamda sansür uygulayarak yapılmamış yayınları kısıtlayıcı ihtarlarda bulunuyor, ayrımcı cezalar uyguluyor. İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına dair yapılan haberler üzerine muhalif olarak sınıflandırılan kanalların hepsine ceza yağdıran Şahin, İmamoğlu’nu peşinen mahkûm eden ve karalama kampanyası yürüten hükümet kontrolündeki kanallara hiçbir yaptırım uygulamadı. Şahin, hükümetin erişimi kısıtladığı sosyal medya mecralarında yaptığı duyurusunu şöyle bitiriyor: “Halkımızın doğru ve tarafsız haber almasını temin eden tüm medya kuruluşlarına teşekkür ederiz.” Çünkü, bilgiyi kontrol etmek, aynı zamanda neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair karar verici otorite olmak demektir.
Alternatif güç odaklarını biat ettir: Putin, Rusya’da iktidara geldikten kısa bir süre sonra kendisine muhalif olan iş insanı Hodorkovski’yi tutuklatarak iş dünyasına gözdağı vermişti.
AKP de benzer adımlar attı. ‘Silivri soğuktur’ şakası tüm ülkeye, sanki gerçekten her birimizi tutuklamaya güçleri yetermiş gibi hissettirdi.
Geçen yıllarda hükümete biat etmeyen iş insanları da en azından sessizliğe bürünmeyi tercih etti.
Sinmeyen iş adamlarından Osman Kavala yedi yıldan uzun süredir AİHM kararına rağmen tutuklu. Yıllar sonra ilk kez ses çıkartan TÜSİAD’ın yöneticileri Orhan Turan ve Ömer Aras oldukça yumuşak sayılabilecek açıklamaları nedeniyle kelepçelendiler. Bu, iş insanlarına bir daha ses çıkartmamaları için verilen bir ihtardı.
Ya sanatçılar? Gezi eylemlerine katılan çoğu sanatçı soruşturmalarla köşeye sıkıştırılmıştı, ta ki İmamoğlu, ‘Sanatçıymış konuşamazmış, konuşacak’ diyene kadar. Tam da bu nedenle bir ihtar olarak Ayşe Barım tutuklandı.
Suçlu göster: Rus muhalif Alexei Navalny, 2010 yılında Putin’in ve çevresindekilerin yolsuzluklarını gösteren belgeleri yayınlamaya başladı. Ardından, 2009 yılında imzalanan bir anlaşma nedeniyle zimmet suçlamasıyla hakkında soruşturma açıldı. Bahsedilen anlaşma 330 bin Euro değerindeki kerestenin alım satımı üzerineyken, Navalny hakkında 330 bin Euro’yu zimmetine geçirdiğine dair karalama kampanyası yürütüldü, Navalny hapis cezasına mahkûm edildi. Yetmedi. Putin rejimi, Yves Rocher’in aksini belirtmesine rağmen Navalny’yi bu şirketle olan ticari anlaşmada zarara yol açtığı iddiasıyla yargılayıp mahkûm etti. AİHM iki kararı da haksız buldu. Fakat yolsuzlukla mücadele eden Navalny çoktan kirli ilişkiler içindeymiş gibi gösterilmişti.
İmamoğlu da benzer bir kampanya ile karşı karşıya. Hükümet kontrolündeki medya ve sosyal medyada, gözaltına alınan İmamoğlu’nun 560 Milyar TL yolsuzluk yaptığı algısı yaratılmaya çalışılıyor. Bu rakam İBB’nin bir yıllık bütçesine denk düşüyor. 5,5 yıl önce göreve geldiğinden beri Ekrem İmamoğlu’nun her an denetim ve gözetim altında olduğunu biliyoruz. Böyle bir gözetim altında böyle bir yolsuzluk mümkün müdür? Mümkün olması değil, akılda böyle kalması önemlidir. Terör suçlaması peki? Uzun süre alıkoymak ve yerine kayyum atayabilmek için müthiş bir araç!
Bukalemunları yerleştir: AKP, sosyal medya platformlarında genellikle sahte hesaplar ve televizyonlarda “eski CHP’li” kontenjanından yorumcular istihdam eder. Bu sözde muhaliflerin her renginden vardır ve o an konuşulan konuda muhalefetin yanlış yaptığını söylerler.
CHP’nin gösterdiği aday yeterince solcu, milliyetçi, özgürlükçü olmadığı gerekçesiyle veya bu adayın yolsuzluk iddiaları nedeniyle ona karşıdırlar. Sağın tüm ölmüş liderlerinin mirasını sahiplenen ama her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan, her özgürlüğü bir şekilde çiğnemeyi başarmış, kesinlikle yolsuzlukla anılmamış(!) Erdoğan’a oy vermeyi uygun görmüşlerdir.
CHP, HDP ile görüştüğü için CEXAP’tır, özüne dönmelidir. Devlet Bahçeli, ‘Öcalan gelip mecliste konuşsun’ dediğinde ise vatana sahip çıkmaktadır.
2023’te ‘plana sadık kal’ demişlerdir ama CHP Yavaş’ı, Özel’i, Kılıçdaroğlu’nu veya İnce’yi aday gösterse tabi ki oy vereceklerdir. Olmadı Özdağ’ı seçeceklerdir. Bir tek İmamoğlu içlerine sinmemektedir.
Her şeyi kitabına uydur: İktidar, Ekrem İmamoğlu’na karşı yürüttüğü operasyonu hukuka uygunmuş gibi gösteremeyeceğini bilse de kanuna uygunmuş gibi göstermeye çalışıyor.
Sanki Erdoğan defalarca kamuoyu önünde yargıya müdahale etmemiş, hatta sanki daha kısa süre önce ‘turpun büyüğü heybede’ dememiş gibi, tüm bakanlar operasyonla ilgili bilgileri olmadığını iddia ediyor. Bakanların bilgisi yokmuş, yargı bağımsızmış, darbe ile ne alakası varmış, siyasetçiler sadece izlesinmiş. Bu mesajları, hiç bilgileri olmadıklarını iddia ettikleri operasyon başladığı andan itibaren erişimi kısıtladıkları sosyal medya hesaplarında yayınlıyorlar.
Bu hukuka saygılı ve yargıya müdahale etmeyen siyasetçi cosplay’i, yukarıdaki adımlarla ikna edilmek istenen adaletten ve demokrasiden yana vatandaşın iki yanını mühürleyip içini yumuşacık bırakmak üzere yapılır. Asıl mesaj bellidir: “Hukuka saygılıyız, tabi bizim istediğimiz insanları tutukladıkları sürece.”
İmamoğlu’nu Ne Korur?
Rus muhalif Navalny, önce sinir gazı ile zehirlendi, sonra AİHM kararına rağmen hapse atıldı. Yetmedi, 19 yıl cezaya daha mahkûm edilerek Sibirya’ya gönderildi ve orada şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti.
Selahattin Demirtaş 8,5 yıldır, Can Atalay 3 yıldır AİHM ve AYM kararlarına rağmen hala hapiste ama öyle ya da böyle seçimler gerçek halk katılımı ile gerçekleşiyor. Türkiye tüm kusurlarına rağmen hala Rusya değil, ama bir Rusya olmaya çok uzak da değil.
İmamoğlu gözaltına alındığından beri konuşan herkesin çiğnendiğini söylediği her şey; demokrasi, insan hakları, hukuk ve daha nicesi, çok eski kavramlar olsa da çok genç kurumlar. Bu kurumların neredeyse hepsi sadece bir insan ömrü kadar zamandır evrensel standartlar haline geldi ve son çeyrek asırdır tüm dünyada yıpratılıyor.
Yine de AKP hükümeti, en azından şimdilik, çoğunluğun rızasını elde ederek meşru kabul edilen bir hükümet olmaya çalışıyor. O nedenle, bu kurumları olduğu gibi İmamoğlu’nu da tek bir şey korur: kalabalıklar.Konuşarak, ziyaret ederek ve ağırlanarak kaynaşılmış kalabalıklar. Sadece sokağa çıktığında değil, evinde otururken de rahatsız olduğunu hissettirecek kalabalıklar.
İşte burada CHP’nin üyelerine kadar tüm bileşenlerine büyük rol düşüyor. Ünlü deyişi uyarlamak gerekirse: Gülümsemeyi bilmeyen, siyaset yapmasın.