[voiserPlayer]
Nolan’ın Oppenheimer filmi, Robert Oppenheimer’ın yaşam hikayesi üzerinden bir akış oluştururken odağına atom bombasının icadını yerleştiriyor. Robert Oppenheimer’ın “Küçükken ya şair ya mimar ya da bilim insanı olmayı istiyordum.” ifadesi yaşamındaki duruşu itibarıyla içine düştüğü belirsizlik halinin adeta erken bir tezahürü niteliğinde. Çünkü Oppenheimer, gerçekleştirdiği çok sayıda önemli bilimsel çalışmanın nihayetinde, “atom bombasının babası” olarak anılmayı göze alırken zaman içinde kendisine yöneltilen suçlamalar ışığında tarihe yüzlerce insanın ölümünün sorumlusu olarak yazılmaktan da hoşnut kalmamış ve ABD yönetimine “ellerimde kan var” gibi bir serzenişte bulunmuş. Ama aynı zamanda da atom bombasının savaşı bitirdiğini, ABD hükümetinin bu görevi kendisine verdiğini ve bu görevi bir ABD vatandaşı olarak yerine getirdiğini belirten ifadelerle de içten içe “vatana ve barışa hizmet” etme minvalinde açıklamalarda bulunmuştur.
Dolayısıyla üzerine çalıştığı Kuantum Teorisi gibi kendisi de çok net ve kolay anlaşılabilecek biri değil. Yaşamındaki duruşu fizikteki belirsizlik ilkesi gibi. Neyse ki bu yazıda Robert Oppenheimer üzerine odaklanmak niyetinde değilim. Ben daha çok Nolan’ın tarihsel süreç ışığında bir bilim insanı olarak Oppenheimer üzerinden kurguladığı anlatısının, hegemonyanın kayganlığına tuttuğu ışık üzerinden ilerleyeceğim.
Hegemonya; otoritenin toplum üzerinde çeşitli aygıtlar aracılığıyla oluşturduğu, gücünün sarsılmamasına hizmet eden, olumsuzlukları olumluluğa çeviren ve bununla da kendisine bağlılık yaratan imajlar, algılar ve yönlendirmeler bütünü sonucunda oluşan bir kuvvet halesi biçiminde açıklanabilir. Dolayısıyla politik çerçevede hegemonya, zora değil rızaya ve iknaya dayalı bir sürece işaret etmektedir. Bu bağlamda Gramsci, hegemonyayı genel olarak yönetici gücün hükmetme pratiğini gerçekleştirirken insanların rızasını alma süreciyle bağdaştırmıştır
Oppenheimer filminin anlatısını hegemonyanın oluşturulması ve dönüşümü çerçevesinde ikiye ayırabiliriz. Oppenheimer’ın atom bombasını icat edebilmesi için toplumsal rızanın oluşturulması ilk hegemonya oluşum sürecini imlemektedir. Filmin anlatısında ikinci hegemonya oluşum süreci ise ABD’nin hegemonyası karşısında tehdit oluşturan Sovyetlere karşı kurulu düzenin idamesi amacıyla bizâtihi atom bombasını ABD’ye armağan eden Oppenheimer üzerinden baskı yaratılmasıyla oluşturulmaktadır.
Bu da bize hegemonyanın; ilk etapta dünyanın en güçlü ve en yok edici silahının rızaya dayalı üretiminin sağlanmasına yönelik çalıştığını akabindeyse değişen konjonktürle birlikte Robert Oppenheimer’ın “Sovyet ajanı” olduğu iddialarına rıza gösterilmesi çerçevesinde işlediğini göstermektedir. Bu bağlamda, gücün pratik çıkarları ekseninde hegemonyanın ne denli kaygan olduğu görülmektedir. İlk süreçte hegemonyanın oluşturduğu alkış gücüyle Amerikan ideolojisinin kahraman öznesi haline getirilen Robert Oppenheimer, ikinci süreçte hegemonyanın sürdürülmesi uğruna bir suçluya dönüştürülerek nesneleştirilmeye çalışılmıştır.
Filmin ilk yarısında vatansever bir bilim insanı olarak ülkesinin çıkarları için tereddüt göstermeden insanlığın korkulu rüyası atom bombasının geliştirilmesi sürecinde liderlik üstlenen ve üstlendiği bu misyonla ülkesinin takdirini kazanan Robert Oppenheimer, atom bombasının insanlar üzerindeki etkisini görünce ve ileride yaratabileceği tehlikeleri düşününce atom bombalarının gelişi güzel üretilmemesi ve kullanılmaması, ayrıca atom bombasının daha ileri versiyonu olan hidrojen bombasının da geliştirilmemesine yönelik muhalif söylemlerde bulunarak resmi ideolojinin karşısında konumlanınca ona destek veren ve bir nevi kutsayan hegemonya aygıtı bu kez tüm gücüyle onun karşısında konumlanmıştır.
O dönem ABD’nin en önemli rakibi ve düşmanı olan Sovyetlerin de atom bombası geliştirdiği ya da geliştirmekte olduğu yönünde duyumlar alınınca Oppenheimer’ın Rus ajanı olduğu ve atom bombasıyla ilgili bilgileri Sovyetlere sattığı gibi dedikodularla imajı zedelenmeye başlanmıştır. Bu süreçte Oppenheimer gayri resmi bir mahkeme aracılığıyla da yargılanmıştır. Bu yargılama esnasında hem bilim camiasına yayılan söylemlerle hem de kamuoyuna yansıtılan haberlerle Oppenheimer’ın “hain” olduğuna dair kanaat oluşması ve bu kanaat aracılığıyla da hem ABD’nin hegemonyasının sağlamlaştırılması hem de Sovyet karşıtlığına yönelik tutumun pekişmesine yönelik rıza üretilmeye çalışılmıştır.
Böylece ilk etapta atom bombasının kahredici gücüne yönelik toplumun başat ideoloji bağlamında susması ve rıza göstermesi sağlanırken ikinci süreçte de Sovyetlere karşı yine Amerikan hegemonyasının korunmasına ve olası siyasi hareketlerin engellenmesine yönelik bir kabul oluşturulmuştur. Bu noktada resmî ideolojinin toplumsal kabulünü sağlayan medya ve kamusal kurumların bir ideolojik aygıt olarak çalıştıklarını görmekteyiz. Althusser’in ideolojik bir aygıt olarak ele aldığı medya ve resmî kurumlar, baskı aygıtlarının (ceza veren ve cezayı uygulayan kurumsal aygıtlar) devreye girmesine gerek kalmadan toplumsalın resmî ideolojiyi benimsemesine yönelik çalışmaktadır. Böylece filmin anlatısında hegemonyanın yüzergezerliğinin konjonktüre göre değişebildiğini, resmî ideolojinin devamlılığı için tam tersi yönde hareket ettirilebildiğini görüyoruz.
Stuart Hall (1994: 99), “güçlünün rıza ve meşruluğa dayanarak yönetmeye devam edebilmesinin araçlarından biri, tekil bir sınıfın ya da iktidar bloğunun çıkarlarının, çoğunluğun genel çıkarlarıyla aynı hizaya getirilebilmesi ya da eş değer kılınabilmesidir” der. Tarihsel süreç içinde ve hegemonya bağlamında Robert Oppenheimer bir biliminsanı olarak atom bombasının icadını gerçekleştirerek bu meşruluğun idamesini sağlamıştır. Ne zaman ki bu icat lanetlenmeye başlanmış ve resmî ideolojinin karşısında başka politik görüşler belirmiş o zaman da bu kez Oppenheimer’ın “ajan” ve “hain” olduğu söylemi üzerinden egemen gücün çıkarları çoğunluğun çıkarlarıyla aynı hizaya getirilmiştir.
Bu bağlamda Oppenheimer filmi, anlatısıyla hegemonyanın toplumsal alanda nasıl işlediğine, değişen güç odaklarına ve ideolojik tutumlara yönelik rızanın üretilmesi çerçevesinde resmî ideolojinin nasıl çalıştığına dair bir nüve sunuyor. Toplumların kendi öykülerinin nasıl biçimleneceğini de aslında bu nüve belirliyor.
Kaynakça
Hall, S. (1994). “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı Altında Tutulanın Geri Dönüşü” Mehmet Küçük (Der.) Medya İktidar İdeoloji. Ankara: Ark Yayınevi.