Bir ülkede gelir dağılımının yapısı, toplum düzeninin temel unsurlarını derinden etkileyen, ekonomik olduğu kadar sosyal ve siyasi sonuçları olan karmaşık bir konudur. Gelirlerin toplumun farklı kesimleri arasında adil olmayan dağılımı, sosyal tabakalaşmayı artırarak fırsat eşitsizliğine ve toplumdaki farklı gruplar arasında huzursuzluklara yol açar. Adaletsiz bir gelir dağılımı, alt gelir gruplarındaki bireylerin ekonomik kalkınmadan ve refahtan faydalanma imkânlarını sınırlar. Bu durum, insanların eğitim, sağlık ve barınma gibi temel ihtiyaçlarına erişimlerini de zorlaştırır; bu da sosyal hareketliliği azaltarak toplumun genel refah seviyesini düşürür.
Gelir adaletsizliğinin, toplum düzenine etki eden çeşitli konular arasındaki en belirgin etkisi, toplumsal barışın bozulmasıdır. Yüksek gelirli gruplar ile düşük gelirli gruplar arasındaki farkın artması, bu gruplar arasında sosyo-ekonomik bir uçurum yaratır. Bu uçurum, sosyal güvenlik sistemine olan güvenin azalmasına, adaletsizlik duygusunun yayılmasına ve insanların devlete olan güveninin sarsılmasına neden olur. Bütün bunların sonucu olarak, gelir dağılımındaki bozulma, genellikle yoksulluk oranlarının artması ve toplumsal dışlanma gibi sorunları da beraberinde getirir. Bu durum, suça yönelimi artırabilir ve dolayısıyla toplumsal barışı tehdit edebilir.
Gelir adaletsizliği aynı zamanda siyasi istikrarsızlık riskini de yükseltir. Toplumda geniş bir kesimin gelir adaletsizliği nedeniyle memnuniyetsiz olması, bu kesimlerin siyasete yönelik ilgisini ve taleplerinin şiddetini artırır. Toplumun büyük bir kısmı ekonomik sorunlar yaşarken bazı kesimlerin ekonomik refahtan daha fazla yararlanması, sınıfsal gerginlikleri ve sosyal huzursuzlukları körükler. Bu durum, siyaset arenasında popülist politikaların yükselmesine, toplumsal kutuplaşmaya ve demokrasiye olan güvenin azalmasına yol açabilir. Bu gelişmeler makroekonomik koşulların daha da kötüleşmesi gibi bir sonuç yaratır ki bu da kısır döngünün başladığı nokta olur. Bundan sonrasında koşullar kötü olduğu için gelir adaletsizliği keskinleşir, gelir adaletsizliği arttığı için ise koşullar kötüleşir.
Türkiye’de Gelir Adaletsizliğinin Kökenleri
Dünya genelinde önemli bir gündem olan gelir adaletsizliği, Türkiye ekonomisinin de temel sorunlarından biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim gelir adaletsizliği, çeşitli ekonomik, sosyal ve politik faktörler tarafından şekillendirilen çok yönlü bir sorundur.
Gelir adaletsizliğine etki eden başlıca etkenlerden biri, farklı sektörler, bölgeler ve demografik özellikler arasında önemli ücret farklılıkları ile karakterize edilen işgücü piyasası yapısıdır. Bu farklılıklar, kayıt dışılığın giderek genişlediği bu tür ekonomilerde bu alanda faaliyet gösterenlere kıyasla daha iyi ücretler, iş güvencesi ve sosyal korumadan yararlanma imkânı sunan işgücü piyasasının ikili yapısını daha da körükler. Dolayısıyla kayıt dışı istihdam, özellikle düşük gelirli ve eğitimsiz gruplar arasında yaygınlaşmakta ve yoksulluğa ve yanı sıra gelir adaletsizliğinin büyümesine yol açmaktadır.
İşgücü piyasasının yapısal özelliklerine ek olarak, cinsiyet Türkiye’deki gelir adaletsizliğini şekillendirmede önemli bir rol oynar. Kadınlar, kültürel normlar, çocuk bakımı olanaklarına sınırlı erişim ve destekleyici politikaların eksikliği gibi işgücüne dahil olmaya yönelik önemli engellerle karşı karşıya kalırlar.
Bunun çok önemli bir sonucu olarak, Türkiye’de kadın işgücüne katılım oranı, OECD ülkeleri arasındaki en düşük oranlardan biridir ve çalışan kadınlar genellikle erkek meslektaşlarından daha düşük ücretler kazanır. Cinsiyetler arası ücret farkı, kadınların liderlik ve yönetici pozisyonlarında yeterince temsil edilmediği yüksek ücretli sektörlerde özellikle belirgindir. Cinsiyet eşitsizliklerini ele almak, gelir adaletsizliğini azaltmak ve daha kapsayıcı bir ekonomiyi teşvik etmek için önemlidir.
Eğitim, gelir adaletsizliğini etkileyen bir diğer önemli faktördür. Eğitime erişim yıllar içinde nicel olarak iyileşmiş olsa da farklı bölgeler ve sosyo-ekonomik gruplar arasında eğitim kalitesi ve sonuçlarında hâlâ önemli farklılıklar bulunmaktadır. Düşük gelirli ailelerin çocukları genellikle kaynakları yetersiz okullara gitmekte ve bu da işgücü piyasasında rekabet etmek için gereken becerileri ve bilgiyi edinme yeteneklerini sınırlamaktadır. Eğitim eşitsizlikleri, daha zengin ailelerin karşılayabildiği özel ders ve eğitimin yüksek maliyetiyle daha da karmaşık hale gelmekte ve bazı kesimlere rekabet avantajı sağlamaktadır. Uzun vadeli gelir adaletsizliğini azaltmak amacına ulaşmak için herkesin kaliteli eğitime eşit erişimin sağlanması kritik bir öneme sahiptir.
Bölgesel eşitsizlikler de Türkiye’de gelir adaletsizliğinde önemli bir rol oynar. Ekonomik faaliyet ve istihdam fırsatları İstanbul, Ankara ve İzmir gibi bölgesel merkezlerde yoğunlaşırken, Anadolu kırsalı ve Doğu bölgeleri sanayileşme ve altyapı açısından geride kalmaktadır. Bunların neticesinde kırsal alandaki ücretler daha düşük olma eğilimindedir ve işsizlik oranları kentsel alanlara kıyasla daha yüksektir.
Bu bölgesel uçurum, az gelişmiş bölgelerden gelen işçiler daha iyi iş olanakları arayışıyla şehirlere taşındıkça, genellikle iş güvenliğinden yoksun kayıt dışı istihdamda yer aldıkça ve iç göç arttıkça daha da kötüleşmektedir. Bölgesel gelir adaletsizliğini azaltmak için eğitim, altyapı ve iş yaratma hedefli yatırımlar yoluyla kentsel ve kırsal alan arasındaki boşluğu kapatmak gerekir.
İşgücü piyasasındaki en temel mesele haline gelen genç işsizliği, gelir adaletsizliğine etki eden bir diğer problemdir. Özellikle yükseköğrenim sahibi veya mesleki eğitimi olmayanlar arasında yüksek düzeyde seyreden genç işsizliği, ekonomik hareketliliği sınırlar ve gençleri düşük ücretli işlerde veya kayıt dışı istihdamda hapseder. Uzun süreli ve yapısal hale gelen işsizlik, sosyal huzursuzluğa ve refah programlarına daha fazla umut bağlamaya yol açarak ekonomiyi daha da zorlayacak bir konuma sürükleyebilir.
Nereden, Nereye!
Türkiye ekonomisi 1990’larda siyasi istikrarsızlık gölgesinde makroekonomik göstergelerde hiç de iç açıcı olmayan uzun bir dönem geçirdikten sonra 2001 yılında da ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya kaldı. Buna rağmen, krizi takip eden 2002 yılında ülkedeki temel kesimlerin elde ettiği gelirlere bakıldığında; bir emeklinin asgari ücretliye göre 1,5 kat gelir elde ettiği, bir uzman doktorun yine asgari ücrete nazaran yaklaşık 4 kat, bir profesörün ise yaklaşık 10 kat gelir elde ettiği görülür.
2024 yılında ise ülkedeki işgücünün neredeyse yarısının asgari ücretle çalıştığı bir ortamda, ortalama emekli maaşının asgari ücretin neredeyse yarı yarıya altında kaldığı, bir uzman doktorun ve profesörün ise asgari ücrete kıyasla 5 kat kadar gelir elde ettiği bir duruma evrildiğimizi söyleyebiliriz. Kuşkusuz bu kıyaslamanın amacı; esasen gelir adaletsizliğinden başlayarak, toplumdaki her türlü adaletsizliğin nereden türüyor olabileceği hakkında fikir yürütmektir. Ülke ekonomisi her zaman, yazılan reçeteler doğrultusunda kesintisiz büyümeyi ve yanı sıra kalkınmayı gerçekleştirebilirse, toplumdaki her bir fert kendi nispetinde bundan kazanç sağlayacaktır. Ancak toplumdaki niteliğe bağlı farklılıklardan oluşan bu temel kesimler arasındaki farkın kapanması, nitelik gerektiren konulardaki alternatif maliyetin giderek küçülmesi nedeniyle sistemsel sorunları karşımıza çıkaracaktır. Diğer bir deyişle, somut olarak ifade etmek gerekirse dünyadaki yeni trendlerle birleştiğinde bu etki, ülkede tedavi olunacak doktor, yenilik yaratacak profesör kalmamasına doğru bizi götürecektir.
Gelir Adaletsizliğinin Hediyesi: Sosyal Adaletsizlik
2002 ve 2024 yılları arasında gerçekleşen bu ücret farklılıkları, gelir adaletsizliğinin nasıl derinleştiğini ve bunun toplumsal sorunlara nasıl yol açtığını özetliyor. Dolayısıyla gelir adaletsizliği sadece ekonomik bir sorun olmakla kalmıyor, aynı zamanda sosyal ve siyasi sonuçları olan derin bir adaletsizliği karşımıza çıkarıyor. Gelir dağılımındaki bu adaletsizlik eğilimi, toplumun farklı kesimlerinin birbirinden kopmasına, sosyal tabakalar arasındaki uçurumun derinleşmesine ve ekonomik kaymaların hızlanmasına neden oluyor. Örneğin, yine 2002 yılında Türkiye’de konut sahipliği oranı %73 seviyesindeyken, 2024 yılına gelindiğinde bu oranın yaklaşık %55’lere düştüğünü görüyoruz.
Yüksek enflasyon, düşük ve denge gözetmeyen ücret artışları ve gelir dağılımında oluşan adaletsizlik, sosyal adaletsizliklerin en önemli kaynağı olarak karşımıza çıkıyor. Gelir adaletsizliği, sosyal sınıflar arasındaki farkı daha da açarak, fırsat eşitsizliğini artırmakta ve eğitim, sağlık gibi temel hizmetlere erişimde zorluklara yol açıyor. Bu durum, toplumsal huzursuzluğun artmasına, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların derinleşmesine yol açabilir. Ayrıca gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluk oranlarını artırarak sosyal refahın azalmasına neden olur. Bu aynı zamanda devletin üstündeki sosyal yardım gereksinimine bağlı yükün büyümesine de yol açar. Devlet, kendini görece nitelikli mesleklerde istihdam edilen kesimlere dahi sosyal konutlar yapma yükümlülüğü altında bulabilir.
Ekonomik Kesimler Arasındaki Kaymalar
Gelir adaletsizliği ve ücret farklılıkları, ekonomide kesimler arasında belirgin bir kaymaya da neden oluyor. Yüksek gelir grupları, özellikle teknoloji, finans ve özel sağlık sektörlerinde çalışanlar, Türkiye ekonomisindeki büyümeden en fazla fayda sağlayan kesimlerdir. Buna karşılık, tarım, sanayi ve hizmet sektörünün geri kalan kısımlarında çalışanlar ise büyümenin nimetlerinden yeterince faydalanamamakta, hatta reel anlamda gerileme yaşamaktadır. Bu kayma, kuşkusuz ekonomik yapının dönüştüğüne işaret eder.
Türkiye, sanayi ve tarım sektöründen hizmetler sektörünün ağırlıklı olduğu bir ekonomiye dönüşmektedir. Ancak bu dönüşüm, tüm toplum kesimlerini eşit şekilde etkilememektedir. Yeni sektörlerde çalışanlar yüksek gelir elde ederken, geleneksel sektörlerdeki işçiler ve düşük vasıflı çalışanlar büyük zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum, söz konusu sektörlerde istihdamdaki çözülmeyi güçlendirmekte, ancak görece yeni sektörlerde de bu işgücünü istihdam etme kapasitesi oluşmamaktadır.
Bütün bunlar gelir adaletsizliğinin sadece ekonomik bir sorun olmanın ötesinde, toplumsal adaletsizliklere ve sosyal huzursuzluklara yol açan bir olgu olarak karşımıza çıktığını gösterir. Bu dengesizlik, Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınması ve toplumsal barışı açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
Herkes Eşittir, Ama “Bazıları Daha Eşittir”
Gelir adaletsizliğiyle birlikte, yüksek gelirli kesimler daha fazla sermaye biriktirir, daha iyi eğitim, sağlık hizmetleri ve sosyal imkanlara erişir ve bu kesimler, ekonomik refahtan en büyük dilimi alır. Ancak düşük gelirli kesimlerin bu kaynaklara erişimi sınırlı olur. Bu haksız durum, toplumun yüksek gelirli kesimlerinin güçlerini ve etkilerini artırırken, sosyal hareketliliği azaltarak düşük gelirli kesimlerin kendilerini geliştirme şanslarını kısıtlar. Örneğin, iyi bir eğitim alamayan bireylerin yüksek gelirli meslek gruplarına dahil olma şansı azalır. Bu da nesiller boyu süren bir yoksulluk döngüsüne yol açar.
Büyük kesimlerin bu süreçte kaybeden durumda olmasının en önemli nedenlerinden biri, adaletsiz gelir dağılımının fırsat eşitsizliğini beslemesidir. Düşük gelirli kesimler, iş güvencesizliği, yetersiz sosyal hizmetler ve düşük yaşam kalitesi gibi sorunlarla karşı karşıya kalırken, yüksek gelirli kesimler bu tür sorunları deneyimlemez ve servetlerini daha da artırma imkânı bulur. Zengin kesimlerin ekonomik ve siyasi gücü, onların sistem üzerindeki etkisini de artırır, bu da mevcut adaletsizliklerin büyüyerek devam etmesine katkıda bulunur.
Sonuç olarak, Türkiye’deki gelir adaletsizliğini ele almak, işgücü piyasası eşitsizlikleri, cinsiyet eşitsizliği, bölgesel eşitsizlikler ve kamu hizmetlerinin eşitsiz dağılımı dahil olmak üzere eşitsizliğin temel nedenlerini ele alan kapsamlı bir yaklaşım gerektirir. İşgücü piyasası reformları, sosyal refah programları, kademeli vergilendirme ve eğitim ve sağlık hizmetlerine yatırım, gelir adaletsizliğini azaltmak ve kapsayıcı büyümeyi teşvik etmek için elzemdir.