[voiserPlayer]
Bir süredir yazılarımı okuyan azınlığa seslenerek giriş yapmak istiyorum yazıma. Bilgehan hocanın derin anelizleri, Arın kardeşimin röportajları, Enes üstadımın kripto yorumları veya Caner Bey’in eşsiz ekonomi bilgisi (ne birisi borsa mı dedi? Caner Hocamla borsanın ne alakası var ki? Lütfen. Duymamış olayım.) kadar düzenli alıcısı olmasa da “aaaa yine bir şeyler yazmış. Yemek yerken okunur ya, nasılsa timeline akmıyor.” diyerek belirli aralıklarla klavye tıkırdattığım şeylere göz atan insanlar olduğuna inanmak istiyorum. Az çok neyler izlemeyi sevdiğimi, ne tür eserlere ilgi duyduğumu tahmin edebiliyor olmalısınız bugüne dek.
Korku filmi severim misal. İyi bir atmosfer etrafında şekillendirilmiş bir korku filmi kadar keyif veren çok az şey vardır benim için. Mücevher gibi davranırım onlara. Arada saklandığı yerden çıkartır, tozunu alır ve gözlerimdeki pırıltıyı onlara bırakıp (mecazi anlamda belki, kötü anlamda hiç değil) kaldığım yerden devam ederim. Savaş filmlerinde çok iyi değilimdir misal. Potansiyel izlenecek savaş filmi hakkında güzel birkaç eleştiri okumadan kolay kolay izlemem çünkü biraz beceri esirgenerek çekilen savaş filmi inandırıcılık olarak her geçen saniyede kendinden uzaklaştırır beni. Çizgi roman filmlerini memur hislerle izliyorum çünkü artık iş sinemalık olmaktan çıktı diziye bağladırlar. Romantik komedilerde de çok zayıfımdır çünkü I am dead inside (mutlu oldunuz mu?). Son bir zayıflık daha var ama zaten başlıktan ve yazının gidişatından tahmin etmişsinizdir diye düşünüyorum. Evet sit-com mevzuna gelince de zayıf sayılırım.
Mevzu züppelik, burnu kalkıklık değil elbette. Hayır, seyir zevki konusuna gelince biraz züppelik var aslında ama sit-comlarla aramın olmamasının bununla alakası pek yok. Sabit setler içinde, aynı oyuncuların sürekli aynı şeyler hakkında güldürü yapması çok cazip gelmedi hiç, bilmem anlatabildim mi? Yani bu eserlerin çoğu sanki tek bir tornadan çıkmış gibi geliyordu. CNBCE’nin ortalığı kasıp kavurduğu dönemde How I Met Your Mother izlemeyi denemiştim. Galiba Big Bang Theory’yi de o kanalda izlemiştim. Tam emin olamıyorum çünkü ülke gündemi düzenli olarak beni sürekli hırpalayıp durduğu için bazı kısımlar bulanık. Uzun bir süre izleyip artık devam ettirmemek üzere yollarımı ayırdığım bu iki komedi fakiri dizi en azından zamanında belli bir türe dair önyargılarımın oluşmasında hayli emekleri olan yapımlar. Sit-comlar tornadan çıkmış gibi diyordum ya. Doğal olarak o torna da elbette Friends oluyor.
Kendimi bildim bileli en çok kişisel zaman uğraşı olarak zaman ayırdığım şeylerden birisi bir şeyler izlemek. Onlarca farklı film, dizi vs izlememe rağmen sıra 2 sene öncesine kadar ancak Friends’e gelebildi. O zamana kadar The Wire tüm sezonları 10 defa seyretmişimdir en az (ki bence tüm TV tarihinin en iyi dizisidir ve hep öyle kalacaktır), House 3-4 defa tüm sezonları izledim. Supernatural temizinden 3 defa 5. sezona kadar gelip yarım bıraktım (15. sezonda final yapmışlar inanılır gibi değil) Lost 2 defa, 30 Rock 3 defa, Scrubs 7-8 defa. Liste uzar gider. Birkaç bölüme göz ucuyla bakmış olmama rağmen hiç sonuna kadar gitmemiştim Friends’te. Neyse bir merakla başladığımda aslında neyi kaçırdığımı daha iyi anladım.
Bir kere rol ve oyuncu tercihleri olabileceğinin en iyisi. Tiplemeler oyuncular üzerine o kadar iyi oturmuş ve inandırıcı ki ardından gelen sit-comları kendisini taklit etmeye mecbur bırakmış. Hatta iş ekran boyutlarını da aşmış bazı tiplemelerin gerçek ile hayal arasındaki sınırları zayıflamış bile diyebilirim. Bunu hayatındaki ciddi sorunlar ortaya çıktığında fevri ve orta kalitede + kendini rezil etme ihtimali olan şakalar yapan bir Chandler familyasından erkek birey olarak söylüyorum, yani bana güvenebilirsiniz. Ayrıca yaklaşık 20 yıl önce bir üniversitenin Fizik bölümünde okurken bir laboratuvarda bir hanım bireyin Rachel’ın meşhur kollarıyla yaptığı hareketi bana yapmasını ve benim yıllar sonra bunun anlamını keşfetmem… Belki Ross değildim ben ama o hanfendi kesinlikle Rachel’dı ve o gün bana yaptığı şeyi hiç anlamamıştım. Laboratuvar sıra arkadaşım olan hanfendi. İsmini hatırlamıyorum ama yüzün aklımda ve seni yaklaşık 17 yıl geç de olsa kınıyorum. Hala esas anlatmak istediğim şeye giriş yapamadım farkındayım ama Friends anlatmadan Reunion nasıl anlatabilirim? İnternetler henüz bu kadar yaygın değilken küresel bir fenomen haline gelen, sürekli referans verilen, taklit edilen ve hala izlenebilirliğini koruyan bir iş var karşımızda. Neler söylesem eksik kalacak gibi geliyor. Basit ve eğlenceli theme song, bir kere izledikten sonra rastgele bir bölüm açıp izlenebilmesi, düzgün bir prodüksiyon, birbiri ile çok iyi anlaşan ve gerçekten arkadaş olan iyi oyuncular. Belki milyonda bir vuracak bir görsel piyango bu. Binde bir ihtimal uyumlu olabilecek binlerce Lego’nun bir araya gelip birbirini tamamlaması.
Friends yaşamaya devam ediyor. Son bölümün yayınlanmasının üstünden 17 yıl geçmiş olmasına rağmen esprilerde, göndermelerde yaşamaya devam ediyor ve muhtemelen devam edecek de… Hatta iş öyle bir hal almış ki şu an streaming servisleri dönüşümlü olarak ülkemizin USD/TRY kurunu 10 kuruş aşağı çekebilecek miktarları ödeyip duruyorlar. Ben, bu dizinin en büyük hayranı olmasa da popüler kültürdeki yerini takdir eden birisi olarak, NBC’ye ödenen paraları telaffuz ederken dahi dilim düğümleniyor. Artık bir reunion zamanı da gelmişti. Bu kadar uzun süre unutulmaya sadece kendi varoluşuyla direnen bir dizi için doğal olan buydu elbette.
Tabii bazı kafa karıştıran şeyler var bu Reunion muhabbetinde. Ben açıkçası böyle bir girişimin NBC’den olmasını beklerdim. Tabii HBO yeni online platformu için bu projeye baya bel bağlamıştı ama onların da televizyon tarihine altın harflerle kazınmış tonla dizisi var. Kafamda bu olay altmışlarında birisinin başka bir ailenin otuzlarındaki oğlunu alıp sünnet ettirmesine denkti. Elbette seyirlik değeri çok yüksek olacaktı ama yine de doku uyuşmazlığı olur mu düşüncesi vardı kafamda.
Bir cuma günü bilgisayarı açarken nasıl olacağına dair kafamda soru işaretleri dolaşıyordu. Aslında senaryo temelli bir reunion olmaması aslında kafamı rahatlatıyordu ama ben açıp izleyinceye dek ilk yorumlar arkadaşlarım tarafından yapılmaya başlanmıştı bile. Bir şekilde onları savuşturduktan sonra açıp izlemeye başladım. Ve eğlenceliydi. Tabii ki benim beklentim bu değildi. Kafamda başka bir şeyler vardı ama onları tatmin edecek bir şey değildi baktığım. Yani kesinlikle büyük yıldızların yağmur gibi yağdığı dünyanın en önemli TV işlerinden birisine dair büyük bir anma. Ama sanki izledikten sonra Friends Wikipedia sayfasını görsel olarak okuyormuşum gibi hissettirdi. Şovda geçen şeylerin çoğu hayranlar tarafından defalarca tüketilmiş, forumlarda, sosyal medyada tartışılmış şeylerdi. Bilinmeyene pek yer yoktu. Hayallerimizde kaldığı yerden nasıl ilerlediğine dair spekülasyonlarımıza çok aldırmadan aslında bugün dahi arkadaşlıklarını devam ettirebilmiş oyuncuların ve yapımcı ekibin başarılarını kutlamak için düzenlenmiş bir seremoni gibiydi. Ama bu haliyle bile eğlenceli ve duygusal olarak tatmin ediciydi. Herhangi bir şekilde yan çizmek olarak görmeyin. Hâlâ en sevdiğim dizi değildir. Yani benim seyir tercihlerim ile çok uyuşmayan bir dizinin reunion’ı var klavyemin ucunda. O kadar delisi olmamama rağmen aklıma kazınmış anları, replikleri ve mimikleri ile artık kendi başına bir varlık olmuş bir dizi bu. Ben ne yazarsam yazayım siz daha bu yazıyı okumadan çoktan izleyip eski güzel günlere dalmışsınızdır bile.
Son söz: Yazının 45%i kendi geçmişime yolculuk, 45%i eski Friends dizisine dair yorumlarım ve 10%u Reunion ile alakalı oldu biliyorum ama başka bir şekilde yazamazdım herhalde bunu. Popüler kültürün mihenk taşlarından birisine dair bu anma herhalde bu diziye ve sevenlerine son güçlü bir saygı duruşu anlamına geliyor. Dizinin hayranlarına kötü zaman geçirmesine ihtimal dahi vermiyorum. Ben daha farklı olmasını dilerdim ama bu haline de okeyim açıkçası.