[voiserPlayer]
Giriş
Endeksler toplumsal olguları sayısal miktar bazında ölçebilmek için kullanılırlar. Tahmin edilebileceği üzere toplumsal olguları sayı cinsinden ölçmek zor bir iştir. Örneğin -bu yazıda da bahsedeceğim üzere- bir ülkenin ne kadar LGBTİ+ dostu olduğunu sayarak ölçmek pek mümkün değildir. Ancak sosyal bilimlerin sağladığı bazı yöntemler ile toplumsal olgular için bazı göstergeler (endeks) belirlenebilir ve bu göstergelerin çeşitli yöntemlerle puanlanmasıyla olgular sayılarla ifade edilebilir.
Her ne kadar göstergeler yukarıda bahsettiğim zorluk sebebiyle tek başına herhangi bir toplumsal olguyu tüm yönleriyle açıklamak için yeterli olmasa da bizlerin, aşağı yukarı gerçeğe yakın tahminler yapmamızı sağlarlar ve dünyayı daha iyi anlayabilmemiz için bir araç olurlar. Bu yazıda 197 ülkeden gelen veriler sayesinde o ülkelerin ne kadar LGBTİ+ dostu olduğunu ölçen Equality Index’in sunduğu sonuçlar üzerinden dünyada LGBTİ+’ların durumunu ve Türkiye’nin yerini anlamaya çalışacağım.
Equality Index’in Değerlendirilmesi
İlk olarak çalışmalarına 2009 yılında başlanan Equality Index’in sunduğu ülke sıralaması 2014 yılından beri kamuya açık bir şekilde paylaşılıyor. Equality Index ülkelerin LGBTİ+ dostu olmak konusundaki performanslarını temel iki gösterge üzerinden hesaplıyor. Bunlardan ilki olan yasal gösterge, eşcinselliğin yasal statüsü, evlilik eşitliği, trans hakları, LGBTİ+’lara karşı ayrımcılık yasaları, LGBTİ+’lara ilişkin sansür yasaları gibi değişen pek çok konuda LGBTİ+’ların yasal durumunu ölçmektedir.
İkincisi ise itibar sahibi örgütlere ait anket araştırmaları ve kamuoyu yoklamalarından faydalanarak toplumların LGBTİ+’lara karşı tutumlarını ölçen kamuoyu göstergesidir. Bu iki göstergenin sayısal ortalamaları ise eşitlik göstergesi olarak isimlendiriliyor ve ülkelerin LGBTİ+ dostu olma konusundaki performansları bu göstergeye göre sıralanıyor.
Bu endeksin LGBTİ+ dostu olmak konusunda belirlediği göstergelerin ne kadar isabetli olduğu konusundaki başarısına bakmak için LGBTİ+ hareketinin küresel çapta ve tarihsel olarak kendi önüne koyduğu amaç ve hedeflere bakmak gerektiğini düşünüyorum. LGBTİ+ hareketinin amaçları ve hedefleri konusunda yaptığı tartışmalara baktığımızda, yasal kazanımlar veya toplumsal dönüşümden hangisinin önceleneceği konusunda bir tartışma olduğunu görürüz. LGBTİ+ hareketinin içerisindeki bazı kesimler haklar konusunda eşitlenmeyi ve hakları koruma altına alan yasalar çıkarmayı öncelikli hedefi olarak görüp bunu yeterli bulurken bazıları ise bunu ikili cinsiyet sistemi ve heteroseksizm gibi toplumsal yapıların şekillendirdiği yasal çerçeveye uyum sağlamanın, aynı toplumsal yapıları ve onların doğurduğu eşitsizlikleri yeniden üreteceği varsayımıyla toplumsal değişimi önceler.
Bu iki kesim sıkça birbirini eleştirse de yasal kazanımlar ve toplumsal değişimi birbiriyle alakasız iki hedef olarak görmek de mümkün değildir. Çünkü her ikisi de bir şekilde LGBTİ+’ların kurtuluşu amacına hizmet ederler. Bu sebeple Equality Index’in, LGBTİ+ dostu olmak konusunda hem yasal durumu hem toplumsal tutumu göstergelerle temsil etmesi açısından bizlere kapsamlı bir sonuç sunduğunu söyleyebiliriz.
Bunun dışında endeks, ülkelerin yıllara göre gösterdiği performansı ve hangi sıralamada yer aldıklarını göstermiyor. Çünkü yasal göstergenin değerleri yürürlükte olan yasalara göre devamlı güncellenirken kamuoyunun tutumuna dair göstergenin değerleri ise veri deposuna eklenen yeni anketlerle birlikte devamlı olarak yenileniyor. Endeksi geliştirenlerin seçtiği bu yöntem, bir yandan ülkelerin LGBTİ+ dostu olma konusundaki performansını tarihsel bir şekilde görmemizi engellese de endeksin her geçen gün gelişerek daha isabetli sonuçlar vermesini mümkün kılıyor.
Dünyada ve Türkiye’de LGBTİ+’ların Durumu
Bugün küresel siyasete baktığımızda toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin dünyanın dört bir yanında güç kazandığını ve küresel çapta ülkeler arasındaki bloklaşmada toplumsal cinsiyet eşitliğine, daha da özelde LGBTİ+ haklarına ilişkin yaklaşımların gitgide belirleyici bir hale geldiğini görüyoruz. Bu hareketlerin özelliği “toplumsal cinsiyet ideolojisi” olarak isimlendirdikleri hayali bir düşmana karşı birbirinden farklı, hatta yer yer çatışan hükümetleri ve siyasi örgütlenmeleri kendi çatısı altında bir araya getirebilmesidir.
Örneğin, Türkiye’de toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin görünen yüzü olan Büyük Aile Buluşmaları’nda cumhuriyetçi kadınlardan, Nur cemaatine kadar değişen pek çok yapılanma bir arada hareket etmiştir. Aynı şekilde, çoğunlukla trans dışlayıcı feministler (TERF) olarak bilinen, ancak kendisine toplumsal cinsiyete eleştirel feministler diyen kadın örgütlenmeleri de toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerle söylemsel bir süreklilik içerisindedir. Hatta, İngiltere ve ABD’de TERF örgütlenmelerin toplumsal cinsiyet karşıtlığı temelinde kökten dinci Hristiyan vakıflarla işbirliği yaptığı haberleri de gündeme gelmiştir.[i]
Bu hareketlere göre toplumsal cinsiyet kavramı, kadını kadın, erkeği erkek olmaktan çıkarıp insan doğasına uygun olmayan cinsellikleri serbest kılarak ailenin ve insan soyunun sonunu getirecektir. Sıkça dış güçlerden oluşan gizli bir örgütün toplumu yıkmak için çalıştığı şeklinde bir komplo teorisinden beslenen bu hareketler, özellikle LGBTİ+ kimliklerin özendirilerek yayılacağı fikrine atıfla LGBTİ+’ların hak mücadelesini ve hak kazanımlarını hedefine koymaktadır.
Örneğin, Rusya ilk olarak 2022 yılında “geleneksel aile değerleri ve çocukların korunması” gerekçesiyle “LGBT davranışların ve yaşam tarzının sergilenmesini” kısıtlayan LGBTİ+ Propaganda Yasağı olarak anılan yasayı, ikinci olarak ise bu yıl transların cinsiyet uyum sürecini yasaklayan yasayı çıkardı. Rusya çıkardığı bu iki yasa ile toplumsal cinsiyet karşıtı hükümet ve siyasal örgütlenmelere ilham olmuştur.
Equality Index’in sunduğu sonuçlara baktığımızda 13 hak alanındaki göstergenin 11’inde 1990’lı yıllardan itibaren iyiye gidildiğini, yasal kazanımların gerçekleştiği ülke sayısının her geçen yıl arttığını görüyoruz. Ancak özellikle 2010’lu yıllardan itibaren toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin hükümetlerin de desteğini alarak örgütlü bir şekilde LGBTİ+ haklarını hedefine koymasına tanıklık ettik. LGBTİ+’lar dünyanın pek çok yerinde nefret suçları ve hak ihlalleri ile mücadele etmek zorunda kalıyor. Son iki üç yılda Rusya’daki yasaklar ve Uganda’da eşcinselliğe idama varan cezalar getirilmesi basında çok yer buldu ve beraberinde daha özgürlükçü kesimler arasında bir panik dalgası yarattı. Peki, tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen Equality Index’in sunduğu sonuçlar bize ne söylemektedir?
Akla en kolay gelen yanıt toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerde vücut bulan LGBTİ+ nefretinin LGBTİ+ hakları alanında 1990’lı yıllardan itibaren yaşanan hak kazanımlarına karşı bir geri tepme (backlash) olduğu ve bu hareketlerin yarattığı sansansyon kadar güçlü bir etkiye sahip olmadığını söylemek olabilir. Ancak bu durum, hem LGBTİ+’lar için yaşamın son on yılda ne kadar zor bir hale geldiği gerçeğini açıklayamıyor hem de bizi yükselen bu faşist dalgaya karşı tembelliğe itebilir.
Her bir ülkenin yasal gösterge ve kamuoyu göstergelerinde aldıkları puanları kendi içinde karşılaştırdığımızda, yasal gösterge puanlarının kamuoyu göstergesine göre daha yüksek olduğunu görüyoruz. Özellikle, Uganda, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi demokratik kurumların işlemediği ve hukukun üstünlüğünün söz konusu olmadığı ülkeleri dışarıda bırakınca bu durumun istisnasız bir hal aldığını görüyoruz. Bu veriye bakarak yasal gelişmelerin toplumsal yaşamda karşılık bulamadığını söylemek mümkün.
LGBTİ+ hareketi 1990’lı yıllardan itibaren kurumsallaştı ve LGBTİ+ hakları örgütleri verdiği mücadelede yasal kazanımlar elde etmek amacıyla lobicilik faaliyetleri ve yasal mekanizmaların işletilmesine ağırlık vermeye başladı. Bu değişimin LGBTİ+ hareketinin meselenin toplumsal ayağını örgütleme kısmını boş bırakmasına yol açtığını söyleyebilirim. Batı ülkelerinde Onur Yürüyüşleri’nin siyasal niteliğinin aşınıp birer sokak festivaline dönüşmesi buna örnek olarak verilebilir.
Yasal göstergenin ezici çoğunlukla kamuoyu göstergesinden daha yüksek puanlar almasında bahsettiğim bu gelişmenin de etkisinin olduğunu söylemek mümkün. Tabii ki yasal korumanın daha gelişmiş olduğu ülkelerde LGBTİ+’lar toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin saldırılarından diğer ülkelere göre görece daha az etkileniyor. Yaptığım tespit yasal kazanımların önemini azaltmaz. Ancak toplumsal ayağı örgütlemenin önemini ortaya çıkarabilir.
Türkiye’de de senenin başında aileyi kadın ve erkek arasında tanımlamayı öneren bir Anayasa değişikliği gündeme oturdu. Bu yasa değişikliğinin gerekçesi ise “aileyi sapkın akımlardan korumak” idi. Açıkça söylenmese dahi hepimiz sapkın akımlar tanımı ile kimlere referans verildiğini anladık. Pek çok LGBTİ+ örgütü ve aktivisti hükümetin bu anayasa değişikliği teklifi ile LGBTİ+ karşıtı yasalar için zemin hazırlamayı hedeflediğini söylüyor. Ancak bu anayasa değişikliği teklifi muhalefet partileri tarafından olduğu hâliyle kabul edilmedi ve değişiklik gündemi bir süredir rafa kaldırılmış görünüyor.
Mayıs ayındaki seçimlerde meclis dağılımının değişmesiyle birlikte bu Anayasa teklifinin mecliste tekrar gündem edilmesi bekleniyor. Meclisin açılacağı Ekim ayından bir ay önce ise 17 Eylül’de hükümet destekli Nefret Mitingleri’nin ikincisi yapıldı. AKP ve çevresinde öbeklenen toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin, toplumu örgütlemenin yasal değişimlere giden yoldaki önemini gördüğünü söyleyebiliriz.
Türkiye, endekste Tacikistan, Guatemala, Gürcistan ve Madagaskar’ın hemen altında 106. sırada yer alıyor. Yasal göstergede aldığı puan 100 üzerinden 46’ıyken, kamuoyu göstergesi 33’ü gösteriyor. Yani, yasal gösterge ve kamuoyu göstergesi arasındaki ilişki bizim için de aynı. Her ne kadar LGBTİ+ karşıtları henüz bu senenin başındaki Anayasa değişikliği teklifi ile bu konuyu yasal bir zeminde tartışmaya başlamış olsa da LGBTİ+’lar, Onur Yürüyüşleri’nin yasaklandığı 2015 yılından beri ciddi bir saldırıyla karşı karşıya.
Toplumsal cinsiyet karşıtı hareket birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de ortaya çıktığı anda “eşcinselliği yasaklamak” gibi LGBTİ+ nefretini yasallaştırmaya yönelik marjinal fikirlerini yüksek sesle dillendirmedi. Ahlaki panik ve komplo teorilerinin gücüne dayanarak toplumsal meşruiyetini sağlayan ve anaakıma sızmayı başaran bu hareketler, örgütlenmek için harcadığı yılların ardından yeni yeni yasal kazanımlara saldırmaya başladı. Örgütlenmekle geçirilen bu yıllara paralel olarak toplumsal cinsiyet karşıtı hareket hukuku araçsallaştırarak LGBTİ+’ların örgütlenmesinin ve kamusal görünürlüğünün önüne geçti.
Sıklıkla yasamanın yürütmeye yüklediği “önleyici tedbir” alma sorumluluğu üzerinden yürütmenin aldığı hukuka aykırı kararlarla ve pratikte var olan yasalara paralel bir hukuk üretildi. Örneğin, 2017 yılında Ankara Valiliği’nin verdiği karar ile LGBTİ+ temalı etkinlikler süresizce yasaklanırken öbür yanda polis, kamusal alanda gökkuşağı bayrağı taşıyan herkesi göz altına aldı. Yani, geldiğimiz güne kadar toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler doğrudan yasaları hedef almadı, daha çok onların araçsallaştırılması yoluyla fiilen yeni normlar üretti. Endeksteki göstergelerin arasındaki farkı açıklayan etkenlerden bir diğerinin ise bu olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak şu çok açık, LGBTİ+ nefretinin bilinçli bir şekilde toplumsal düzeyde örgütlendiği bu dönemin yavaş yavaş sonuna geliyoruz. Belki de Rusya’da çıkan iki yasanın ve Uganda’da eşcinsel olmaya ölüme varan cezalar verilmesinin bizde yarattığı panik duygusunun sebebi biraz da budur. Çünkü artık, içten içe anaakımlaşmayı başarmış toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin LGBTİ+’ların yasal kazanımlarına saldırdığı bir kırılma noktasında olduğumuzu hissediyoruz. Bu gidişe dur demezsek bundan beş yıl sonra yasal gösterge ile kamuoyu göstergesi arasındaki farkın LGBTİ+’ların aleyhine bir şekilde kapandığına tanıklık edebiliriz.
[i] https://www.nbcnews.com/feature/nbc-out/conservative-group-hosts-anti-transgender-panel-feminists-left-n964246