Türkiye bir süredir seçim sandığına hapsolmuş durumda. Uzun zamana yayılmış bir seçim süreci yaşıyoruz. İktidar tarafından yaşanan krizi seçim sonrasına erteleyecek formüller deneniyor. Tek gayesi önümüzdeki seçimi kazanmak olan ve bunun için birçoğumuzun henüz tam olarak idrak edemediği büyüklükte risk alma iştahı (gayrimeşru yöntemlere başvurma potansiyeli) olan bir yapıyla karşı karşıyayız. Geride kalan 20 yıl sonunda Saray, içine sıkıştığı kuşatmadan çıkabileceği bir yaşam koridorunu kendi elleriyle imha etti. Sarayı terk edebilecekleri bir arka kapıları yok, zira Erdoğan’ın böyle bir niyeti olduğunu da sanmıyorum. Dahası 2023 kışının ekonomik açıdan iktidar için çok daha yıkıcı sonuçlar doğurma ihtimali nedeniyle Saray’ın önünde kötü ile daha kötü arasında bir tercih yapma zorunluluğu giderek somutlaşıyor.
Daha kötü seçenek Saray’ın önündeki zamanı sonuna kadar değerlendirip tabloyu tersine çevirmek için daha büyük bir kumar oynaması. Kötü seçenek ise yaz aylarında yapacağı asgari ücrete ek zam, emeklilikte yaşa takılanların yasal sorunlarının çözülmesi, memurlara 3600 ek gösterge düzenlemesi gibi hamlelerle (bu yazı yazılırken Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin ilgili düzenlemenin Mayıs’ta meclise sunulacağı açıklamasını yaptı bile) ücretli kesimler için bir yalancı bahar yaratmaya çalışarak sonbahar aylarında erken seçim girişiminde bulunmak. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma talebinin sürüncemede bırakılması gibi uluslararası krizler yardımıyla haraç niteliğinde bir dış finansal kaynak da temin edilirse bu ihtimal daha da güçlenebilir.
Bu zorlayıcı koşullarda hem siyaset çevrelerinde hem de toplumda muhalefetin adayının kim olacağına ilişkin tartışmalar giderek alevleniyor. Her ne kadar önemli olan aday değil program denilse de hem üzerimize yaklaşmakta olan büyük kırılma anının yarattığı kaygı hem de siyasi kültürümüzün lider odaklı olması nedeniyle[1] dikkatler adayın kimliği üzerine yoğunlaşıyor. Artık kamuoyunun dikkatini aday tartışmasından uzak tutmanın mümkün olmadığı bir eşiğe geldiğimizi düşünüyorum. Ayrıca önümüzdeki seçimin bir örüntüyü takip ederek önceki seçimlere benzer şekilde Erdoğan’ın kendi varlığını oylattığı bir referanduma dönüşecek olması nedeniyle karşısında farklı toplumsal kesimleri bir araya getirebilen güçlü bir “liderin” yarışması da yapısal bir zorunluluk haline geliyor.
Seçmen davranışında ekonomik etkilerin yanı sıra duygusal etkilerin önemini göz ardı etmemek gerekiyor. Ekonomik etkiler seçmeni iktidardan uzaklaştırırken duygusal etkiler hem muhalefet hem de iktidar açısından seçmeni kendine yaklaştırma işlevi görüyor. Liderle kurulan duygusal bağ, rasyonel karar mekanizmalarını çarpıtıp dönüştürebiliyor (ayrıca duygu ve inançların akıl yürütme süreçleri üzerindeki belirleyici etkisini dikkate almak gerekiyor). Bu bağlamda ağır kriz koşullarında ve geleceğe dönük belirsizlik endişesinin arttığı süreçlerde “kurtarıcı” konumuna yerleştirilen siyasi liderler ilgi çekiyor. Toplumu içine sıkışıp kaldığı yıkıcı koşullardan çekip çıkarabilme vaadi sunabilen bir karizma ve kapasite talebi artıyor. Türkiye’nin özgün koşulları da ortalama seçmeni soyut programatik vaatlerden çok bu vaatleri gerçekleştirme potansiyelini şahsında cisimleştirebilen, kanlı canlı bir insana dönüştürebilen bir temsilci arayışına itiyor.
Seçimi Kazanmak Mı, Siyasi Kültürü Dönüştürmek Mi?
Buraya kadar siyasi tabloya ve seçmen davranışına ilişkin bir betimleme yapmaya çalıştım. Eminim Türkiye’de siyasetle uzaktan yakından ilgili çoğu insan yukarıda anlatılanları farklı biçimlerde gözlemleyebiliyor ve ifade edebiliyor. Sorun bu siyasi kültürün demokratikleştirilmesine ilişkin beklentilerde ortaya çıkıyor. Muhalefetteki aday tartışmalarında kendini gösteren yaygın ve hatalı beklentilerden biri, bu lider kültünü ortadan kaldırabilecek bir adayla seçime girilerek siyasi kültürün lider odaklı olmaktan çıkarılması gerektiği beklentisi. Oysa kültürel dönüşümler, ister planlı ve iradi olsun ister kendiliğinden olsun, uzun zamana yayılan toplumsal süreçlerdir. Kültürel kalıplar ve alışkanlıklar yapışkandır. Değişime dirençlidir ve değişimi belirleyen ekonomi, hukuk, eğitim, inanç, kurumlar gibi çok sayıda toplumsal parametrenin istikrarlı etkileşimini gerektirir.
Tek bir seçim sonucuyla siyasi kültürün dönüşmesi gerçekçi bir beklenti değildir. Bu nedenle kültürel dönüşüm seçim sürecinin değil, seçim sonrasının konusudur. Mucizevi bir adayla seçimi kazanıp Türkiye’nin hem Osmanlı toplumundan devraldığı hem de 1950’lerde başlayan köyden kente büyük göç dalgasıyla gelişen kültürel arızalarını bir çırpıda ortadan kaldırma beklentisi kolay çözüm arayışının ürünüdür. Elbette muhalif toplumsal kesimlerin baskıcı iktidar karşısındaki yorgunluğu ve bıkkınlığının böyle acilci arayışları tetiklemesi olağan karşılanabilir. Ancak muhalefetteki siyasi karar vericilerin ve kurmayların bu beklentilere kapılması anlayışla karşılanamaz.
İdeal Aday Mı, Doğru Aday Mı?
Bir diğer yanılgı, ideal adayla doğru adayın birbirine karıştırılmasından ileri geliyor. Kolay çözüm beklentisiyle ilişkili olarak ideal aday arayışı da bir grup muhalif seçmenin siyasi, ideolojik, etik veya kültürel gerekçelerle kendine en yakın hissettiği veya en güvenilir bulduğu adayın geniş seçmen kesimlerince aynı gerekçelerle benimsenebileceği veya benimsenmesi gerektiği hatasına dayanıyor. Sosyal medyanın benzer düşünen insanları bir araya toplayan mekanizması veya kişinin günlük yaşamında filtreden geçirilmiş sosyal ilişkileri nedeniyle oluşmuş olan “yankı odaları”nı gerçekliğin kendisi sanması bu yanılgıyı besleyen etkenlerden biri.
Sosyal medya veya iş/arkadaş gruplarımız toplumsal gerçekliğin bir parçası ancak bizzat kendisi değil. Daha ziyade gerçekliğin temsil kalitesi düşük, yanlı bir örneklemi. Son derece saldırgan ve kazanmaktan başka şansı olmayan otoriter bir iktidara karşı toplumun mümkün olan en geniş kesimleriyle bağ kurabilen, muhalefetin tabanını dışlamadığı gibi karşı tarafın hedef kitlesine de azami ölçüde nüfuz edebilen adayı doğru aday olarak niteleyebiliriz. Ülkede öngörülebilir ve işleyen bir hukuk sistemi olsaydı, seçimi kazanmak için yüzde 50+1 oy almanın yeterli olduğunu düşünebilirdik. Ancak geçmiş deneyimlerimizden çıkarmamız gereken ders bize seçimi mümkün olan en büyük farkla kazanmanın zorunlu olduğunu gösteriyor. Seçime doğru gerçekleştirilebilecek olağanüstü siyasi saldırıların yanı sıra sandık başında ve sayım süresince yapılabilecek usulsüzlükler hesaba katılarak bir fire payıyla kazanmak, gerçekten kazanmanın tek yolu.
İktidar Değişikliği Sonrasına İlişkin Hatalı Öngörüler
Yine yukarıdaki yanılgılarla ilişkili olarak bir diğer hatalı öngörü, kazanacak adayın Erdoğan gibi güçlü lider özellikleri olmaması gerektiği, aksi takdirde Türkiye’nin yeni bir Erdoğan dönemine gireceği öngörüsü. Bu hatalı çıkarımın iki dayanağı var. Birincisi, mevcut iktidar yapısını Erdoğan’ın kişilik özelliklerine indirgeme eğilimi. Yeni cumhurbaşkanı da tıpkı Erdoğan gibi güçlü liderlik özelliklerine sahip olursa onun kurduğu çarpık sistemi benzer şekilde devam ettirebileceği endişesi. İkincisi ise Erdoğan’ın gücünün 2017 referandumuyla elde edilen anayasal yetkilerden ileri geldiğine inanmak. Bu iki dayanağın da temelsiz olmasının nedeni, Erdoğan’ın gücünün ne salt kişilik özelliklerinden ne de yasal yetkilerinden ileri geliyor olması.
Erdoğan iktidarı 1990’lara kadar uzanan örgütlenme ve kurumları tasfiye sürecinin bir ürünü. Neden-sonuç ilişkisi tersyüz ediliyor. Erdoğan, mevcut anayasa kendisine şu an sahip olduğu yetkileri verdiği için güçlü değil; yıllar içinde öyle veya böyle bu denetimsiz güce erişebildiği için kâğıt üzerinde bu yetkilere sahip. Yasalar Erdoğan’ın iktidar örgütlenmesi üzerine geçirilmiş bir meşruiyet elbisesi. Haliyle Erdoğan koltuğundan indiğinde kurmuş olduğu siyaset-bürokrasi-rant makinesi işlemez hale gelip önemli ölçüde parçalanacaktır. Karşımızda kurumsal devamlılığı olan bir rejim yok, organik ve akışkan ilişkilerden örülü derme çatma bir siyaset makinesi var. Bu makineyi dağılmadan bir arada tutan omurga yerinden ayrıldığında bürokrasi ve iş çevreleri muntazam bir blok halinde yeni seçilen cumhurbaşkanıyla aynı şekilde çalışmaya devam edemeyecektir.
İktidar kendi içinde de onlarca çelişki barındırıyor. Ortada homojen, bütünleşik ve insicamlı bir devlet örgütlenmesi yok. Üzerindeki baskı ortadan kalktığında harekete geçecek hâkim ve savcılar, kendini temize çıkarmak veya özgürlüğünü satın almak için gönüllü işbirliğine girişecek itirafçılar, birbirine olan düşmanlığı nedeniyle harekete geçecek olan iktidar içi hasımlar ve bugünden öngöremeyeceğimiz daha birçok artçı şok ortaya çıkacaktır. Kaldı ki hem AKP içinden çıkıp muhalefete geçen siyasi yapılar hem de Sedat Peker gibi geçmişte Erdoğan iktidarıyla birlikte hareket edip bugün iktidara cepheden taarruza geçen aktörler bu büyük depremin öncüsü niteliğindeki fragmanlardır. Bunlar film hakkında bir fikir verebilir. Tüm bunlar ve daha fazlası nedeniyle yerine kim seçilirse seçilsin, istese de ikinci bir Erdoğan olamaz. Erdoğan’ın bugünkü işlevi, ağzına kadar dolup taşan bir barajın duvarına benziyor. O duvar olmazsa Türkiye siyasetinde biriken suyu mutlak biçimde dizginleyebilecek bir güç henüz yok. Siyasi mücadelenin ve katılım kanallarının önündeki bariyerler azalacak, toplum ister istemez daha rahat nefes almaya başlayacak.
Sonuç olarak ve özetle, içinde bulunduğumuz koşullarda seçimi kazanmanın gerektirdiği işler ile seçimi kazandıktan sonra ortaya çıkacak olanaklarla yapılabilecek işleri birbirinden net bir şekilde ayırmak gerekiyor. Doğru aday, ideolojik veya etik tercihlerimiz bakımından mükemmel niteliklere sahip olan aday değil, mükemmel olmasa da seçimi kazanacak adaydır. Hedefleri doğru sıraya koymadan ilerlemek, sahip olunan fırsat ve olanakların çarçur edilmesine, daha da kötüsü Türkiye’nin mevcut iktidar altında çok daha ağır yaralar alarak geri dönülmez zararlara uğramasına ve büyük toplumsal yıkımlara yol açacaktır. Toplumsal bellekte ve ülke tarihi karşısında affı olmayan bir karar anına yaklaşıyoruz. Hepimizin sorumluluğu büyük.
[1] Türkiye’de siyasi kültürün lider odaklı olduğuna ilişkin bir değerlendirme için: https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/14683849.2017.1326824?casa_token=RjOi1OUMjkIAAAAA%3AgdIO9i00Jg82igSKAWsDpSyQoEzZWPT0MHe5VxP3VzFZzUx7gT1zIiFOEwAmTRDeEkpbpi8PkhdT4Q
Fotoğraf: Zac Durant