“Devlet aklı” yine gündemimizde. Halbuki ihtiyacımız olan şey, her şeyi bilen, kadir-i mutlak ve gizemli bir üst akıl değil; milletimizi 21. yüzyılın fırsatlarına hazırlayabilen, meydan okumalarından koruyabilen, sürekli öğrenen ve kapsayıcı bir kurumsal kapasite. Cumhuriyetimizi ancak bu şekilde “ilelebet payidar” kılabiliriz.
Devlet
TDK Sözlüğü devleti şöyle tanımlıyor: Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık; ülke. Nitekim erken kaybettiğimiz “Süper Vali” Recep Yazıcıoğlu meseleye bu çerçeveden bakıyordu:
“Devletin kutsalı olmaz. Kutsal olan insandır, millettir, duygudur. Üç-beş kişinin bir araya gelip kurduğu yönetim organizasyonunun adı olan devletin nesi kutsal?“
Ancak devlet kavramı, toplumsal zihin yapımızda bir yönetim organizasyonunun ötesine geçiyor. Nitekim TDK Sözlüğü, yukarıdaki geleneksel tanımın hemen ardından devletin mecazi anlamlarını da ekliyor: yüksek makam, mutluluk, baht. Günlük hayatımıza giren devlet kuşu ve devlet baba gibi kavramları hatırlayalım.
Bu yaklaşımın oluşturduğu otoriterlik, hantallık, keyfilik gibi riskler aşikar. Öte yandan, günümüzde içinde bulunduğumuz coğrafyada “en iyi devlet hiçbir şey yapmayan devlet” tipi bir anarşizmin ciddiyeti de yok. 16 Mart 2023’de İzmir İktisat Kongresindeki Yeninin Yürüyüşü konuşmamda (https://benimpencerem.com/yeninin-yuruyusu-vizyon-irade-icraat/) şöyle anlatmıştım:
“İcraatları sorgulanamaz Tanrı devletin 21. yüzyılda yeri yok. Her şeye karışan, bazen seven bazen döven, baba devletin de yeri yok. Ahbap-çavuş ilişkilerinde boğulan, herkese istihdam sunan, girişimciye rakip çıkan işletmeci devletin de yeri yok. Kağıt, mühür, imza ile ayak bağı olan devletin zaten yeri yok. Ama kalkınmayı boş veren, rekabetin kurallarını koymayan, tüketiciyi korumayan devletin de 21. yüzyılda yeri yok. Yeni devlet şeffaf işler, ve hesap verir. Kural koyar ve işletir. Hür teşebbüsün önünü açar ve geride kalan vatandaşlarına rasyonel şekilde destek olur. Tek bir kavramla ifade etmem gerekirse, yeni devlet eşittir katalizör devlet.”
“Devlet Aklı”
Bu aralar tekrar gündemimizde gelen “devlet aklı” kavramı genelde şöyle savunuluyor: “Merak etmeyin. Bir adım tutarsız gözüküyorsa da muhakkak bir hikmeti vardır. Sürece fazla takılmayın. Beş boyutlu satranç oynandı. En doğru karar alındı. Plana güvenin.”
Önce buradaki ironiyi tespit edelim. Akıl, düşünmeyle alakalı bir kavram. Bunun doğal uzantısı olarak da eleştiriye açık olmalı. Halbuki devlet aklı, rasyonel değil ahlaki; kavrayışa değil güvene dayalı; eleştiriye açık değil, gizemli bir şekilde anlatılıyor.
Kuşkusuz bunun rahatlatıcı bir tarafı var. Akıllı, güçlü, iyi niyetli bir yapı belirsizlikler ve tehditlerle dolu dünyamızda bizi düşünüyor ve en doğru adımları atıyor. Ne güzel değil mi?
Değil. Dört sebeple açıklayayım.
Birincisi, performans. Ya öyle değilse? En büyük risk bu değil mi? Türkiye’nin ekonomik (dünya nüfusu, ekonomisi ve ticaretinin yüzde 1’i), toplumsal (İngilizce bilmede Avrupa sonuncusu, dört gençten biri ne işte ne okulda), teknolojik (dünyada internet hızında ilk 100’de değil), diplomatik (AB süreci, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile yaşananlar) ve güvenlik/asayiş (sınırlar, uyuşturucu) karnesine bakınca bu sorunun akla gelmesi doğal.
Kim bilir, belki de devlet aklı böyle küçük işlerle(!) uğraşmaya gerek görmüyordur. Performansı test etmenin yolu aşikar: küresel kantara çıkmak. Bu konuyu Endeks Milliyetçiliği kavramıyla ele aldım (https://benimpencerem.com/endeks-milliyetciligi/)
İkincisi, hürriyetler. 25 Temmuz 2023’de TBMM Genel Kurulu’na ilk kez hitap ederken söylediğim sözün arkasındayım: “İktisadi, siyasi ve toplumsal hürriyetler bir bütündür, parçalanamaz.” Her şeyi bizim için düşünen devlet; yarın ne iş kuracağımıza/nerede çalışacağımıza, ne düşüneceğimize/neye inanacağımıza, nasıl yaşayacağımıza (kılık-kıyafet, yeme-içme) da doğal olarak karışır. Kızmak yok. Bunu istediğimize emin miyiz?
Üçüncüsü, tembellik. Bosna Hersek’in merhum lideri Aliya İzzetbegoviç’e atfedilen “Mehdi, bizim tembelliğimizin adıdır” sözünü “devlet aklı bizim tembelliğimizin adıdır” diye uyarlamamız mümkün. Vatandaşları aktif katılımcılıktan pasif izleyiciliğe doğru iten bir yaklaşımın totaliter hale gelmesi kaçınılmaz değil mi?
Dördüncüsü, zaman ufku. “Ebed müddet” olma iddiasındaki bir devletin, “ilelebet payidar” olma hedefindeki bir cumhuriyetin yapması gereken şey, kurumlarını güçlendirmek ve kuralları işletmektir. Kurum ve kuralların aşındırılması, keyfiliğe davetiye çıkarır ve devletin dayanıklılığına zarar verir.
Neticede, toplumsal zihinde teknik bir organizasyonun ötesinde bir önem taşıyan devlet kavramı bir kabuk, hatta dar grup/kişi çıkarları için bir kılıf haline getirebilir. Devlet aklı için turnusol da budur: Kurum ve kuralları güçlendiriyor mu, yoksa sürekli istisnalar mı tanımlıyor?
Devlet Kapasitesi
Peki ne yapalım? Önerim, mistik devlet aklı yerine rasyonel devlet kapasitesini koymak.
Devlet kapasitesi bir devletin toplumsal, ekonomik ve siyasal hedeflerine ulaşabilme ve toplumu etkili bir şekilde yönetme kabiliyeti anlamına geliyor.
Bunun beş temel bileşeninden söz edebiliriz: (i) idari (etkin ve işleyen bir bürokrasi); (ii) hukuki (yasa ve düzenleme koyma ve bunları uygulama); (iii) mali (vergi toplama, kalkınma); (iv) toplumsal (eğitim, sağlık, güvenlik gibi temel kamu hizmetleri); ve (v) siyasi (meşruiyet, karar alma mekanizmalarının işlerliği).
Bu alanlardaki performansı ölçmeye çalışmak da mümkün. Mesela Fund for Peace’in Devlet Kırılganlığı Endeksi/Fragile States Index (2024’de Türkiye 179 ülke arasında en riskli 41., yani başarıya göre 139. sırada). Mesela Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) İnsani Gelişme Endeksi/Human Development Index (2024’de Türkiye 193 ülke arasında 45. sırada). Mesela Dünya Ekonomik Forumu’nun Rekabetçilik Endeksi/Global Competitiveness Index (2024’de Türkiye 117 ülke arasında 60. sırada, ancak kamu kurumlarında 92.). Mesela Transparency International’ın Yolsuzluk Algı Endeksi/Corruption Perceptions Index (2023’de Türkiye 180 ülke arasında 115. sırada)
Ancak, genel performansın ötesinde, devlet kapasitesi kavramını gündemimize almak iki açıdan kritik: “devlet aklı” ile olan farkları netleştirmek ve yaşadığımız büyük küresel dönüşümde devletimizin hangi kabiliyetleri geliştirmesi gerektiğini belirlemek.
“Devlet Aklı” mı Devlet Kapasitesi mi?
Bu iki ifade arasındaki farkları bir tabloyla özetleyelim. Buradaki değerlendirmeleri, söz konusu kavramları savunanların kendi iddialarından bir demet olarak düşünebiliriz.
Devlet Aklı | Devlet Kapasitesi |
Zaten bilir, asla yanılmaz | Yanılır ve sürekli öğrenir |
Gizemli ve cool’dur | Sıkıcı ve renksizdir |
Bilge, vatansever, iyi niyetli kişilerdir | Mekanizmalardır |
Vatandaş adına düşünür | Vatandaş ile birlikte düşünür |
Hedefleri ve performansı bilinemez | Hedefleri ve performansı ölçülebilir |
Hesap vermez (zaten asla yanılmaz) | Hesap verir (elbette bazen yanılır) |
Büyük meselelere odaklanmıştır | Her meseleden sorumludur |
İstisnalar yaratır, esas olan sonuçtur | Kurumları geliştirir ve kurallara uyar |
Güven ve sadakat bekler | Katılımcılık ve liyakat teklif eder |
Meseleleri ahlaki zeminde değerlendirir | Meseleleri rasyonel zeminde değerlendirir |
Karşıt görüşlüler cahil, hain, satılmıştır | Karşıt görüşlüler karşıt görüşlüdür |
“Ya devlet başa ya kuzgun leşe” | “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” |
Neticede akıl veya kapasite kelimesini kullanmamızın ötesinde, hangi argümanlara başvurduğumuz, aradaki temel zihniyet farkına işaret ediyor. Ben ülkemizin ve milletimizin kalıcı iyiliğinin dünya standartlarında, rasyonel ve dinamik bir devlet kapasitesi inşa etmekten geçtiği görüşündeyim.
Çağa Uygun Devlet Kapasitesi
Beş büyük kalkınma tuzağıyla karşı karşıyayız: demografi, orta gelir (vasatistan), bölgesel kalkınma, küresel gelişmeler ve sıkışmışlık. Bunları aşmak için beş ana misyon çerçevesinde bir hamleye girişmeliyiz: iç ve dış entegrasyon, kalkınma seferberliği, teknolojik atılım, çağa uygun kamu mimarisi ve yeni siyaset. Bu konuyu daha önce Beş Tuzak, Beş Misyon yazısında ele almıştım (https://daktilo1984.com/yazilar/bes-tuzak-bes-misyon/).
Meselenin bu yazıyı ilgilendiren tarafı, çağa uygun kamu mimarisi. İşin sadece teknoloji tarafına bakmak bile bir fikir verecektir. Yapay zekanın, robotların, nesnelerin internetinin dünyasında Türkiye’nin egemenliğini sürdürmesi, yeni fırsatları değerlendirmesi ve vatandaşlarının hak ve hürriyetlerini koruması nasıl olacak? Tekno-otokrasi, küresel teknoloji şirketleri (big-tech) ve dijital anarşi üçgenine sıkışma nasıl önlenecek? Blok zincir ile tapu ve noteri dönüştüren, büyük veri ile enflasyon hesaplamalarını güvenli hale getiren, yapay zeka ile kişiselleştirilmiş yaşam boyu eğitim sağlayan, insan-robot işbirliği (Cobot) ile karar süreçlerini (mesela TCMB faiz oranlarını!) iyileştiren, hatta kabinesine bir dijital bakan atayan bir devlet kapasitesi nasıl oluşacak? (örnekler için: https://benimpencerem.com/algoritma-hukumeti-siri-bakan-olur-mu/ )
Sonuç
Tanzimat devri devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa’nın deyişiyle devlet-i muntazama (muntazam işleyen bir devlet) olmak için iki asırdır uğraşıyoruz. Bu büyük gayreti otoriterlik, hantallık ve keyfilik riski taşıyan gizemli bir üst akla teslim olarak heba edemeyiz. Bununla birlikte, içinde bulunduğumuz dönemde ve coğrafyada, hiçbir şey yapmayan bir devlet ile ayakta kalmamız da söz konusu olamaz.
“Kırk katır mı, kırk satır mı?” ikilemine mahkum değiliz. Yapmamız gereken; çağa uygun kabiliyetlere sahip, performans odaklı, şeffaf, kapsayıcı ve kendini geliştirmeye açık bir devlet kapasitesi inşa etmektir. Siyasetin göreviyse, bunu nasıl başaracağını, vizyonu, kadrosu ve icraatlarıyla vatandaşa göstermektir.