[voiserPlayer]
Türkiye’yi amansızca vuran Maraş depreminin üzerinden bir hafta geçtikten sonra yetkililer yüzbinlerce kış şartlarına dayanıklı çadıra ihtiyaç duyulduğunun farkına vardılar. Bunun farkına varmaları için neden bir hafta geçmesi gerekti, o ayrı konu.
Acil çadır ihtiyacı üzerine Türkiye deyim yerindeyse dünyanın dört bir köşesinde çadır avına çıktı. Türk büyükelçiler, bulundukları ülkelerin kapılarını aşındırarak, “acele çadır gönderin” dediler.
Oysa çok değil bir kaç ay öncesine kadar oy sıkıntısındaki iktidar, bir mazeret bulsak da yabancı ülkelere parmak sallasak diye fırsat kolluyordu.
Örnek vermek gerekirse, depremin gerçekleşmesinden sadece 12 saat önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Batılı ülkelere çatmakla meşguldü. Batılı ülkelerin aldıkları istihbarata dayanarak bazı temsilciliklerini geçici olarak kapatmasına tepki veriyordu. Bu ülkelerin büyükelçilerinin Dışişlerine çağrılarak kendilerine “ültimatom” verildiğini söyledi.
Daha önce yabancı diplomatların saldırıya uğradığı, bir büyükelçinin Ankara’nın göbeğinde öldürüldüğü ülkemizde “terör riski” de nereden çıkmıştı?
Elbet bu büyükelçilere ültimatom verilmedi. Çünkü ültimatom vermek hani neredeyse savaşa üç kala kullanılan bir diplomatik araçtır. Ama bu iktidar döneminde her şeyin içi boşaltıldığı gibi diplomatik kavramların, diplomatik usullerin de içi boşaltıldı. Tabii ki Dışişlerine çağrılan büyükelçilere ültimatom verilmedi, nazikçe uyarıldılar, “biz gerekli koruma önlemlerini alıyoruz, bu kadar endişe etmeyin” diye.
Ama kabul edelim bazılarının kulağına hoş geliyor “Reis ültimatom vermiş” demek.
Elbet Cumhurbaşkanı sırf iç politik saiklerle yapılan bu çıkışların bir faturası olduğunu düşünmüyor. O fatura çıkınca da işin içinden kendince çok güzel sıyrıldığını düşünüyor. Kendisini iktidardan düşürmek amacıyla yapılmış bir darbenin finansörü olmakla suçladığı Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Emiri’yle sarılıp öpüşmekten gocunmuyor.
En çok yardımı Erdoğan’dan en ağır hakaret yiyenler yolladı.
Ve fakat depremde de gördük ki; en çok yardım, neredeyse bir dönem Cumhurbaşkanının en fazla parmak salladığı, en çok hakaret ettiği ülkelerden geldi: İsrail, Fransa, BAE, Almanya, ABD. Erdoğan’ın her daim hedef aldığı Avrupa Birliğine üye ülkelerin tamamına yakını Türkiye’ye ekip gönderdi, yardım yolladı.
Çoğu elbet insani nedenlerle koştu Ankara’nın yardımına, ama ihtimal, hiç vakit kaybetmeden büyük çaplı yardım göndermelerinin ardında bir miktar da Erdoğan’ın “tüm dünya bize düşman” alt metinli mesajlarını boşa düşürmek de vardı.
Türk’ün Türkten Başka Dostu Varmış
“Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” söylemini elbet AKP icat etmedi, ama bu söylemi iç politik saiklerle en çok suistimal eden de AKP oldu. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde dış politika, bu kadar iç politikaya alet edilmedi.
Ancak deprem sonrasında yaşananlar “Türk’ün Türk’ten başka dostu varmış” hatta, depremle birlikte ortaya çıkan ihmaller zinciri ise neredeyse Türk’ün Türk’ten başka düşmanı yokmuş, dedirtti.
Depremin 10. gününde yardım teklifinde bulunan ülkelerin sayısı 100’ü aşmış, neredeyse 90’a yakın ülkeden arama kurtarma ekibi sahada görev yapmış, depremin ikinci haftasına geldiğimizde, gelip dönenlerle birlikte saydığımızda, Türkiye’de yardım çalışmalarına katkıda bulunmuş yabancı personelin sayısı 300’e yakın köpekle birlikte 12 bini geçmişti.
Diplomaside Duyguya “Bazen” Yer Vardır
Alman kurtarma ekibinden Daniel’in kırık Türkçesiyle “Zeynep Hanım korkma” demesini, 50 saat uğraşıp çıkarttıktan saatler sonra Zeynep Teyze’nin vefatını öğrenince gözyaşlarına boğulan Daniel ve ekibini unutabilir miyiz? Ya da gözyaşlarını tutamadığı için röportaja ara vermek zorunda kalan Macar arama kurtarma personelini… Ne kadar önlem alırlarsa alsınlar, artçı şoklar nedeniyle her an enkaz altında kalma tehlikesine rağmen hayatlarını riske eden yabancı arama kurtarma ekipleri için şükür, Dışişleri Bakanlığı bir teşekkür videosu yayınlamış.
Uluslararası Örgütlerle Çalışma Tecrübesinin Önemi
Deprem bir kez daha yerleşik kurumların, özellikle kriz anlarında ne kadar önemli olduğunu bize gösterdi.
Depremin daha ilk saatlerinde devreye giren kurumların başında Türkiye’nin 2016 yılında üye olduğu kısaca ECHO diye bilinen Avrupa Birliği Sivil Savunma ve İnsani Yardım Operasyonları mekanizması geliyor. Deprem olduktan 1,5 saat sonra Türkiye ECHO’dan arama kurtarma ekibi istedi. 3 saat sonra ülkelerden yanıt gelmeye başladı, 12 saat sonra ise ilk ekipler yola çıkmıştı.
Pek çok AB ülkesi ama Arnavutluk ve Makedonya gibi aday ülkeler de bu mekanizmayı kullandı.
Uçak gemisinin yanı sıra donanmasına ait 3 gemiyi de Türkiye’ye gönderen İspanya, NATO – SOFA anlaşmasını devreye soktu.
Bu tür mekanizmaların kullanılması, bürokrasinin en aza indirilmesi, kelimenin tam anlamıyla “hayati” önemde zamanın kazanılmasını sağlıyor. Gelen ülke ekipleri zamanlıca ve etkin şekilde görev yerlerine dağıtılabildi mi, işte o ayrı bir sorun.
Kırgızistan’dan İran’a, Çin’den Hindistan’a, Türkiye’nin Batısı kadar elbet Doğusu da, dünyanın dört bir yanından ülkeler de seferber oldu.
Ancak, tek adam rejiminin keyfiliğini sürmek isteyen AKP iktidarının neden bizi eksiği, gediğiyle yine de hesap verilebilirlik, etkinlik, işlevsellik üzerine kurulu Batılı kurumlardan uzaklaştırmaya çalıştığını bir kez daha anlamış olduk.
Bu bağlamda bir NATO üssü olan İncirlik’in yardım sevkiyatında ne kadar önemli rol oynadığını da not düşmekte yarar var.
Deprem Diplomasisi Mucizevi Sıçrayışa Neden Oldu
Pek çokları Yunanistan’la 1999’da başlayan yakınlaşmanın, Marmara depremi, ardından da komşuda yaşanan depremde, iki halkın birbirinin yardımına koşması üzerine başladığı yanılgısındadır.
Aslında yakınlaşmada kapıyı ilk aralayan Türkiye oldu. PKK lideri Öcalan’ın 1999’da Yunanistan’ın Kenya büyükelçiliğinde yakalanmasından sonra Atina’da yapılan özeleştiri ve bakan istifalarının ardından, o dönemin iktidarı, komşuya “gel yeni bir sayfa açalım” teklifinde bulundu. Deprem olmadan önce iki taraf, yakınlaşmanın yol haritasını belirlemek üzere alt komisyonlar da kurmuşlardı.
Ama o dönemin yakın tanıklarından bir emekli büyükelçinin deyimiyle deprem yakınlaşmada “mucizevi bir sıçrama” yaratmıştı.
Maraş depremi öncesinde Yunanistan’la gerginlik 99 öncesini aratır hale gelmişti. Erdoğan’ın “bir gece ansızın gelebiliriz” söylemi, “akıllı olmazsan bizim füzeler tabii Atina’yı vurur” şeklindeki açıklamaları, Yunanistan’daki Türkiye korkusunu alevlendirmişti.
Yunanistan; Hükümetiyle, Halkıyla, Basınıyla İyi Sınav Verdi
Maraş depremi, 99 yakınlaşmasının özellikle Yunan halkında küçümsenmeyecek derecede kök saldığını gösterdi.
Yunanistan hükümeti yardım elini uzatmakta vakit kaybetmedi. Ama bana kalırsa en iyi sınavı, daha iki hafta öncesine kadar Türkiye tehdidiyle ilgili haberlerde zaman zaman biri on yapan Yunan basını verdi.
Yunan devlet kanalı ERT’nin bir programına girişi “Ben seni sevdiğimi dünyalara bildirdim” sözleriyle başlayan Türkçe şarkıyla yapması, başka bir televizyon programında haberlerin, stüdyonun sallandığı görüntülerle başlaması unutulabilir mi?
Kathimerini gazetesi de “bugün hepimiz birer Türküz” yazılı çizimiyle dayanışmasını gösterdi.
Tüm bunlara karşın Türkiye’deki yabancı düşmanlığını körükleyen çevreler, asılsız iddialara dayalı, dostluğu değil, karşıtlığı besleyen paylaşımlara ara verdiler mi? Bir kısmı hayır. Bir emekli general, Cihat Yaycı, “99 depreminde bazı komşuların yardım ekiplerinin casusluk yaptığı biliniyor” uyarısında bulundu. Kendi dışında bunu bilen var mı, emin değilim.
AKUT kurucusu Nasuh Mahruki, depremin ilk günlerinde neden Türk ordusu sahaya inmedi diye eleştirirken ABD’nin uçak gemisi gönderme teklifini “silah gücüyle yardım teklifi mi” yapılır diye eleştirdi. O gemilerde, yüzlerce insanı doyuracak yemek yapma imkanları, yüzlerce insanı tedavi edecek tıbbi donanımın bulunduğunu bilmiyor olacak kadar cahil değil elbet. Hangi ara uzmanlık alanını arama kurtarmadan milli güvenlik siyasetine kaydırdığını bilemediğimiz Mahruki’ye göre ABD, uçak gemisini seçimlere müdahale etmek için gönderme teklifinde bulundu.
Beni asıl kızdıran, devlette liyakat arayan, işi erbabına yaptırmak gerekir diyenlerin Mahruki’nin paylaşımlarını yaymakta bir beis görmemeleri. Kolej mezunu, sözde “iyi eğitim” almış olduğunu düşündüklerimizin, depremi, öncesinde Boğazlara demirleyen Amerikan gemisinin yapmış olduğuna inanmaları, Batı karşıtlığının hangi boyutlara ulaştığını göstermesi açısından dikkat çekici.
Deprem Diplomasisi Ermenistan’la Normalleştirmeyi Hızlandırır mı?
Ama bardağın dolu tarafına bakmakta fayda var.
Tıpkı 99 depreminde olduğu gibi Maraş depremi de aramızın açık olduğu bazı ülkelerle yeni köprülerin açılmasına vesile olabilir. Hatta oldu da. Türkiye ile Ermenistan arasındaki Alican sınır kapısındaki köprü, Ermenistan’ın yardım tırlarının geçebilmesi için 35 yıl sonra ilk kez açıldı.
Ermenistan Dışişleri Bakanı, iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin bulunmaması karşın Ankara’ya geldi, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüştü.
Ermenistan’la ilişkilerin normalizasyonu için Yunanistan’la yaşananın benzeri bir “mucizevi sıçrama” beklenmiyor.
Zira Türk-Yunan sorunları ikili düzlemle sınırlı idi. Ermenistan’la ilişkileri bir nevi ipotek altına alan Azerbaycan var. Deprem nedeniyle Türkiye’ye 900 kişilik ekip gönderen Azerbaycan. 1993’te Alican sınır kapısı, Azerbaycan toprağı Kelbecer’in Ermenistan’ın eline düşmesine tepki olarak kapanmıştı. Şimdi kapının resmen açılması için, Türkiye, Ermenistan-Azerbaycan görüşmelerinde ilerleme bekliyor.
Yine de depremin olumlu etkisi elbet olacak. Sınır kapısının üçüncü ülke vatandaşlarına açılması kararının daha çabuk uygulamaya konması bekleniyor. Tren hattının canlandırılması gündemde.
İsrail, Hindistan, İsveç Örnekleri
Deprem olur olmaz harekete geçen ve 400’ü aşkın ekibiyle, Azerbaycan’dan sonra en büyük ekibi Türkiye’ye gönderen İsrail oldu. İki ülke arasında 10 yıldır yaşanan soğukluk, geçen kış iki ülkenin karşılıklı büyükelçi atamasıyla bir nebze giderilmişti. Mazotundan, temiz su elde edebilen makinelere kadar tam donanımla, kendine yeten, İsrail, bu çabasıyla hiç kuşkusuz iki ülke ilişkilerinde başlayan yumuşamayı konsolide edecektir.
Türkiye’nin en muhafazakar bölgelerinden birinde görev yaptılar. Maraş Maraş olalı bu kadar çok İsrailliyi ve İsrail bayrağını aynı anda görmemiştir.
Yine yük olan değil yük alan bir başka ülke, aslında Pakistan’a verilen destek nedeniyle Türkiye’ye mesafeli duran Hindistan oldu. Kamyonuna varana kadar, ihtiyaç duyacağın herşeyi beraberinde getiren Hindistan, 200 kişilik ekibiyle en kalabalık ekiplerden biri oldu. Elbet büyük bir güç olduğunu göstermek isteyen Hindistan, bu tür fırsatları kaçırmıyor. Ancak operasyon dost adını verdiği bu büyük çaplı yardım çabasında, 2021’de 2. Covid dalgası kötü vurduğunda Türkiye’den iki büyük kargo uçağıyla 45 ton tıbbı malzemenin gönderilmesi, geçen sonbaharda Erdoğan’ın Şangay İşbirliği Örgütü zirvesi marjında Hindistan lideriyle yaptığı görüşme de rol oynadı.
Afrika’sından Latin Amerika’sına pek çok ülkenin seferber olmasında, ironiktir ama, Türkiye’nin AFAD, Kızılay, TİKA aracılığıyla gösterdiği yumuşak gücün de etkisi var.
İsveçli Arama Köpeği Killian Bile Ankara’yı Yumuşatamadı
Öte yandan, İsveç’li arama kurtarma ekibiyle gelen arama köpeği Killian’ın 17 kişinin enkaz altından çıkarılmasında rol oynaması bile Ankara’nın İsveç’in NATO üyeliğine vetosunu kaldırmasına yetmedi. Ankara’ya gelen NATO Genel Sekreteri İsveç konusunda olumlu mesaj alamadan geri dönmek zorunda kaldı.
Deprem’in diplomasi duvarında açtığı çatlaktan sızmayı başaramayanlar arasında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de vardı. Ankara GKRY’nin yardım talebine ilk refleks olarak hayır dedi; fikrini değiştirmişti ki KKTC’den 48 eğitimci, öğrenci ve öğrenci velisinin yaşamını yitirmesinin kesinlik kazanması ile Ada’nın kuzeyinin yasa boğulması, Rumlara açılım yapılmasının önüne geçti.
Halbuki, Kıbrıslı Rumlarla, KKTC’den gelen ekiplerin aynı bölgede omuz omuza görev yapması Kıbrıs Türklerinin acısını arttırmaz, belki de tersine geleceğe dair umutlarını arttırıp, acılarını azcık da olsa hafifletebilirdi.
Suriye’ye Bir Darbe de Depremden
Tüm bunların üstüne depremden etkilenen Suriye’den bahsetmemek olmazdı. Suriyeliler zaten 10 yılı çoktan aşmış sivil savaşın artık dünya gündeminde yer bulmamasından şikayetçi idi. Üstüne Ukrayna Savaşı çıkınca iyice geri plana düştüler. İlk anda uluslararası medyanın Türkiye’ye yoğunlaşması, depremin ikinci haftasında ölümlerin 6 bini bulduğu Suriyelilerin terk edilmişlik duygusunu daha da derinleştirdi.
Türkiye’deki Suriyeliler nefret söyleminin hedefi olurken depremin etkilediği Suriye’nin kuzeybatısı uluslararası yardımların gelmesi için tam anlamıyla çırpınmaya başladı. Türkiye-Suriye sınırındaki tek açık kapıya giden yollar depremden tahrip olduğu için uluslararası diplomasi devreye girdi ve özellikle Rusya ikna edilerek daha önce açık olan ama Moskova’nın vetosu nedeniyle BM yardımlarının geçişine kapanan kapıların açılması sağlandı. Ankara ile Şam arasında da yakın dönemde Rusya’nın arabuluculuğunda normalleşme çabaları başlamıştı. Ancak tıpkı Ermenistan’la olduğu gibi burada da üçüncü tarafların çokluğu nedeniyle depremin “mucizevi bir sıçramaya” neden olmasını beklemek pek mümkün değil.