[voiserPlayer]
Geçtiğimiz günlerde, başta bir oyun yayıncısı olmak üzere, sosyal medyada kendi kitlesini oluşturmuş belirli hesapların siyaseten el yükseltmelerine şahit olduk. Ekrem İmamoğlu’nun Rize ziyaretiyle başlayan süreç önce Canan Kaftancıoğlu’nun mültecilerle ilgili sözlerine oradan da Aynur Doğan’ın konseriyle ilgili tartışmalara sıçradı. Bahsettiğimiz sosyal medya profilleri, herhangi bir tartışma zemini kurmaktan ziyade bilhassa ad hominem ve ağır suçlamalarla tartışmayı boğmaya çalıştı. İnsanların bir anda PKK’lı ya da yabancı devlet ajanı ilan edilebildiği, küfürlere maruz kaldığı, vatanseverlikten sınıfta bırakıldığı tartışmalar yaşandı. Çok kızgın olma, “kelle alma”, bağırma, çağırma, gerçek muhalifliğin göstergesi olarak lanse edildi. Bu arkadaşların görüş ve tespitlerine katılmamayı geçelim, eleştirilerini onların perspektifi ve tonundan yapmayan kişiler dahi hain ilan edildi. İşin ilginci, bunlara maruz kalanlar yaşadığımız sorunların müsebbibi AKP’li siyasiler ve gazeteciler değil, muhalif aktör ve partilerdi. Bu sürecin devamında açılan bir sesli sohbet odasında 30 bini aşkın kişi canlı olarak bu arkadaşları dinledi. Daha önemlisi birçok ünlü şahsiyet odaya katılım göstererek bu arkadaşların meşruluğunu pekiştirmişti.
Peki bu ani çıkışın, ses getirebilme kabiliyetinin, birçok gazeteci ve siyasi tarafından direkt olarak muhatap kabul edilebilmelerinin sebebi neydi? Bunun sebebi, AKP’nin sistemik bir şekilde muhalefeti “kamusal” alandan (ve medya gibi türevlerinden) dışlaması, dijital araç ve mecralara sıkıştırmayı başarmasaydı. Örneğin, bu süreçte Twitter insanların sağlıklı ve güvenilir haber alabilmeyi umduğu, güvenin tamamen kaybolduğu medya ve gazetelere alternatif görüşlerin okunduğu, insanların kendini az çok dünya ile entegre hissedebildiği alternatif bir kamusal alan olarak öne çıktı. Youtube’un yaptığı yatırımlar ile yayıncılık sektörü için bir alternatif oluşturması, Youtube-Twitter hattının Türkiye için kendi gündemi ve tarzı olan alternatif bir kamusal alan olarak öne çıkmasını sağladı. Yer yer kriminalize edilerek, yer yer finansal olarak yaptırımlara maruz kalarak sıkışan muhalif siyasetçi, gazeteci ve entelektüeller bu alternatif alana yığıldı. Bir diğer ifadeyle AKP eliyle bilinçli olarak bu alana mahkûm edildi.
Normalde siyasi olarak bir ağırlığı ve etkisi olmasını beklemeyeceğimiz bu arkadaşların bir güce ve kısmen meşruiyete kavuşması tam da bu aşamada gerçekleşti. Zira, her mecranın kendine has dinamikleri, kendi kuralları ve kendi starları vardı. Bu bağlamda, muhalefet (gazetecileriyle, ileri gelenleriyle, vekilleriyle, kurumlarıyla) artık deplasmandaydı. Başlangıçta az maliyetli ve kolay erişilebilir bir kamusal alan olarak yığıldığımız bu ortamda oyunun kurallarını öğrenmek ya da bunlarla mücadele etmek kolay değildi. Normal şartlarda bir “alternatif” olarak yükselmiş olması gereken sosyal medya ve dijital mecralar, her türlü siyasi hesaplaşmanın, fikirsel tartışmanın, etki teşebbüsünün ve çıkar çatışmalarının merkezi haline geldi. Diğer yandan, siyasi bir derinliği olsun ya da olmasın, farklı alanlarda bu alanın dinamiklerini çözmüş ve yerini sağlamlaştırmış kişiler, bu yeni kamusal alanın ev sahibi konumunda kaldı. Zemini, tribünü, atmosferi ve sahayı çok iyi bilen ev sahibi, deplasmanda kalan muhalif aktörleri afallatmayı başarmıştı.
Bu durum, bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi başlattı. Artık bu kitlelerin siyasi görüşleri, aptal ya da zekice fikirleri, öncelikleri ya da önemsemedikleri, tercihleri ya da nefretleri muhalif siyasetin bir dinamiği haline geldi. Zira, muhalefet artık deplasmandaydı ve “ev sahibinin” çelişkileri ve kaprisleri muhalefetin sınırlayıcı bir öznesi olacaktı. Örneğin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Jahrein” mahlaslı yayıncı ile canlı yayın yapması bu mahkumiyetin bir sonucuduydu. Zira, Kemal Kılıçdaroğlu’nun gençlere hızlı ve etkili şekilde ulaşmasının mümkün olduğu nadir alanlardan biri, bu mecra idi. Siyaseten sorumsuz, başarısızlık halinde kaybedeceği şeyler sınırlı kişiler ile yüzlerce dinamiği aynı anda yönetmeye çalışan (haliyle bunlar tarafından sınırlanan) bir siyasi parti liderinin “kavgasında” elbette ilkinin cüreti çok daha fazla olacaktı.
İşin önümüzdeki yazılarda daha detaylı tartışmayı umduğum bir boyutuna da kısaca değinmek isterim. Bu olaylar yaşandığında hepimizin kafasında belirli sorular oluştu: Şu sıralar artarak devam eden muhalefeti AKP ile eşitleme, sorunların ortak sorumlusu olarak damgalama ve seçimin şu şartlarda hayatımızda bir şeyi değiştirmeyeceğini ilan etme girişimleri organize bir planın parçası mıydı? AKP’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın adını neredeyse ağzına almadan tamamen muhalefet ile hesaplaşma girişimleri normal mi? Ortada bir operasyon mu var? “Operasyon” kavramını tanımlama şekliniz cevabınızı şekillendirebilir.
Bir başka ifadeyle, ortada materyal bir ilişkinin ya da kişisel farkındalığın olmaması, bu arkadaşların AKP tarafından kullanılıyor olma ihtimalini boşa düşürmez. Belki de operasyonun maşası, bu arkadaşların kendi algı kapasitelerinin düşüklüğü, neden-sonuç ilişkileri kurmadaki zaafları, kırılgan egolarının ve sorumsuzca geçirdikleri öfke nöbetlerinin ta kendisidir. Belki de bu arkadaşların bu özelliklerini bilen bazı iktidar bileşenleri, bu yönlerini tetikleyerek muhalefeti olabildiğince boğacak/yoracak yemler atmaktadır. Zira, AKP (ilmek ilmek işleyerek ve türlü hukuksuzluklarla) muhalefeti bu alana mahkûm etmiştir. Bu “kamusal alanda” muhalefet, ev sahibinin bizzat muhatabı ve davranışlarının (olumlu ya da olumsuz) sonuçlarının bir bileşenidir.
Adet olduğu üzere yazıyı bir sonuçtan çok bir soruyla bitirmek isterim. Bahsettiğim bu deplasmanda alınan darbeler ve yıpranmalar bir anlam ifade etmekte midir? Ekonominin her geçen gün kötüleştiği, tarihin en ağır krizlerinden birini yaşadığımız bu ortamda sosyal medyadaki belirli tartışmalar ya da kişilerin çıkışları halkta karşılık bulmakta mıdır? Bu kişilerin tartışmanın zeminini ve kurallarını belirli bir perspektife çekme (ve hatta zaman zaman yok etme) girişimleri dikkate almaya değer mi? Bu soruların cevabını önümüzdeki süreç bizlere gösterecek. Bildiğim tek şey, AKP’nin bizleri sıkıştırdığı bu alanda birbirimizle kavga etmek, Recep Tayyip Erdoğan’a keyifle izleyeceği bir kafes dövüşü sunmaktan başka bir işe yaramayacak.
Fotoğraf: Thomas Serer