[voiserPlayer]
Bir Çin efsanesine göre antik çağda zengin birinin (efendi) evinde çalışan hizmetçi bir kadın, yanlışlıkla elinde taşıdığı seramik kâseyi kırar. Hizmetçi kadın bunu gören efendisinin onu cezalandıracağını anlayınca korkuya kapılır ve diz çökerek efendisinden af diler. Hizmetçi kadının eğilmesiyle göğüsleri daha açık hale gelir. Açılmış göğüsleri gören efendisi bu durumdan tahrik olur ve hizmetli kadını alarak yatak odasına götürür ve onunla birlikte olur.
Ertesi gün aynı hizmetçi efendisini uykusundan uyandırır ve efendisine yanlışlıkla tekrar bir kâse kırdığını ve tekrar cezalandırılmak istediğini söyler. Usta da bu talebi geri çevirmek istemez ve onu bir önceki günkü gibi cezalandırır(!) O günden sonra hizmetçi kadın her gün kâse kırar ve her seferinde efendisinden onu en ağır şekilde cezalandırmasını ister.
Öyle zamanlar olur ki bazen hizmetçi günde üç dört tane kâse kırar. Oldukça yaşlı olan efendisi ise bu durumu devam ettiremez düzeye gelince evdeki tüm seramik kaselerini demir pirinç kâseleri ile değiştirtme talimatı verir. Ve diğer çalışanlara, artık kaseleri kıran hizmetçi kadının çalışmak zorunda olmadan maaşlarının ödenmesini emreder. Hizmetli kadın artık daha rahat bir yaşam ve iş garantisiyle hayatına devam edecektir.
Çin’de demir pirinç kasesi metaforu istikrarlı iyi bir işe sahip olmayı, kuraklık ve sellerin varlığında garantili gelire sahip olmayı ve asla işsiz kalmamayı ima eder. Mao dönemi ise bu demir pirinç kasesi metaforunun en görünür olduğu dönemdir. Mao devrimi herkese iş sağlamanın komünist bir devletin görevi olduğuna inanıyordu ve kötü ya da çalışmayan bir işçiyi kovmayı neredeyse imkânsız hale getiriyordu. Böylesi bir durum da elbette işçiden verim alınamadığı ama aynı zamanda devletin kararı nedeniyle işçinin işten çıkarılamadığı bir dönemin ortaya çıkmasına yol açtı, ta ki 1980’lerdeki liberalleşme sürecine kadar.
Deng Xiaoping dönemiyle birlikte Çin vatandaşlarının bir kısmının rahat iş, gelir garantisi ve işten atılmama rahatlığı ortadan kalkar. Demir pirinç kasesi işlerinin ortadan kalkmasından bu yana Çin’deki tasarruf oranlarının yükseldiği görülüyor. Garanti işin ortadan kalkması ve işsiz kalma korkusunun, insanları ileriki yaşlarda zor duruma düşme ihtimaline karşı daha fazla tasarruf yapmaya ittiği düşünülüyor.
Hatırlatmak gerekirse, Çin’deki yüksek tasarruf Çin Komünist Partisinin uyguladığı düşük faiz politikasına rağmen gerçekleşen bir tasarruf. Bizde Şimşek dönemi öncesinde enflasyonun çok altında verilmeye zorlanan mevduat faizleri, Çin’de uzun süredir uygulanmakta ve bu düşük faiz politikası tasarruf yapanların servetini eritmekte. Fakat tasarrufların yüksek olmasında etken olduğu düşünülen ve azalan Çin’in demir pirinç kasesi işleri, son yıllarda Çin’de tekrardan konuşulmaya başlandı. Sebebi ise gençlerin iş beğenmemesi.
İş Beğenmeyen Gençler
Gençler daha az stresli bir ortamda çalışmak isterken işsiz kalma korkusunu da yaşamak istemiyorlar. Çalışma şartlarının da insani koşulları sağlayacak düzeyde olmasını istiyorlar. Herhalde böyle rahat çalışma koşulları isteyen kişilerin ilk müracaat edecekleri yerin neresi olduğunu tahmin edebiliyoruzdur: kamu sektörü.
Çin’de 2021 yılında 2,02 milyon insan kamu personeli sınavına girmiş ve bu rakam her açık pozisyon için 60 kişinin başvuru yapması anlamına geliyor. Kamu personeli sınavına girenlerin sayısı bir milyonu ilk kez 2009 yılında geçmiş ve şu an bu sayı iki katına ulaşmış durumda. Gençler rahat bir iş arıyorlar artık. Ondan olsa gerek ki kamu sınavı ile en çok başvurulan iş Tibet’teki bir posta işi olmuş.
Çin’e özgü bir durumdan bahsetmek elbette mümkün olsa da bu durum yalnızca Çin’e özgü gibi durmuyor. Nobel ödüllü iktisatçılar Abhijit V. Banerjee ve Esther Duflo’nun yazdığı Good Economics for Hard Times adlı kitapta bu konuya da yer verilmekte. Banerjee ve Duflo kitaplarında Hindistan’da yapılan ulusal örneklem anketinde tuhaf bir durumdan bahsetmekte.
Bu anketlerde en az on yıllık eğitim almış 20-30 yaş kategorisindeki erkeklerin yüzde 26’sının çalışmadığı ortaya çıkmış. Fakat çalışmama nedenleri istihdamın olmaması değil, çünkü 30 yaş üstü ve en az on yıl eğitim almış insanlarda işsizlik sadece yüzde 2. Buradan çıkarılan sonuç ise aslında gençlerin belli bir yaşa gelene ve kendilerine uygun olan işi bulana kadar çalışmaması, ama belli bir yaştan sonra (30lar) mecburen çalışmaya başlaması. Çünkü belirli bir yaştan sonra çalışmaya mecbur kalıyorlar. Bu mecbur kalışta ise ailelerin artık emeklilik gibi nedenlerle onlara bakamaz hale gelmeleri ve belirli bir yaştan sonra iş bulmanın daha da zorlaşacağı korkusu rol oynuyor. Böylelikle gençler, aile desteğinin varlığında daha rahat bir işte çalışmayı bekliyorlar. Bir kısmı da yine ailenin varlığında kamu sınavlarına hazırlanıyorlar.
Banerjee ve Duflo’un verdiği başka bir örnek ise Güney Afrika. Güney Afrika, yüzde 54 gibi yüksek bir genç işsizliği problemi ile karşı karşıya iken yapılan bir araştırmada şirketlerin istihdam edecek işçi bulamamaktan şikâyet ettiği görülüyor. Şirketlerin belirli düzeyde eğitim, işe karşı ılımlı tavır ve belirli bir ücret düzeyinde çalışma şartları sunduklarını ama işçi bulamadıklarını iletiyorlar. Sanırım bu tartışma hepimize tanıdık gelmiştir. Banerjee ve Duflo benzer durumlara örnek olarak Gana, Mısır ya da diğer Ortadoğu ülkelerini gösteriyor. Dolayısıyla bu sorun hiç de Çin’e özgü bir durum gibi durmuyor.
Gençler İş Beğenmiyor mu?
Yine Hindistan tarafına dönersek Hindistan’da işe yerleştirme için büyük harcamalar yapılıyor ama işsiz gençlere iş teklif edildiğinde bile büyük çoğunluğu iş tekliflerini kabul etmiyor. Ya bekleyip kamu sınavlarına hazırlanıyorlar ya da geçim sıkıntısı yaşansa bile ailelerinin evinde oturmayı tercih ediyorlar. Neden bunu yaptıkları sorulduğunda ise işyerlerindeki iş yükünü, uzun çalışma saatlerini, çok fazla ayakta beklemek zorunda kalmalarını ve düşük ücretleri gerekçe olarak sunuyorlar.
Gençlerin hayal kırıklığı bir üst paragrafta bahsedilen iş beğenmemezlik nedenlerinde önemli bir etken olarak ortaya çıkıyor. Gelişmekte olan ülkelerde bugünün gençleri ebeveynlerini de kapsayan kendinden önceki nesillerden genelde daha fazla eğitim görmekte. Üniversite eğitimine ulaşmak yeni nesil gençlerde çok daha yüksek oranda ve bu eğitime ulaşıp üniversite mezunu olmak kendinden önceki nesillere göre onları daha fazla beklentiye sokmakta.
Görece daha yoksul ülkelerin çoğunda değil üniversite eğitimi, ortaokul ya da lise eğitimi bile gençleri önceki nesillere göre daha ayrıcalıklı, daha nitelikli hissettiriyor ve beklentilerini yükseltiyor. Bu beklentiler ise iş dünyasının beklentileriyle uyuşmadığında istihdam seviyesi arz ve talebin daha düşük bir noktada gerçekleşmesine neden oluyor. Gençler istihdam piyasasından ya çekiliyorlar ya da kamu personeli olmaya çalışıyorlar. Ve fakat kamunun bu kadar kişiyi istihdam edecek ne kapasitesi var ne de ülkeler kamu bütçesinde eskisi gibi kamu istihdamına ek bütçe ayırıyorlar.
Bir diğer etken de ücret farklılaşması. Finan ve diğerleri (2017) yaptıkları araştırmada dünyanın birçok ülkesinde kamu çalışanlarının özel sektördeki meslektaşlarına göre daha fazla ücret almakta olduğunu buldu.(1) Bu ücret farkı düşük gelirli ülkelerde gelişmiş ülkelere göre çok daha fazla. Gelişmiş ülkelerde bu ücret farkı sıfır ya da sıfıra yakın düzeydeyken gelişmekte olan ülkelerde kamu çalışanı lehine açılmış durumda. Bu da bir diğer kamuyu tercih nedeni. İstihdam piyasasında gençlerin tecrübesizlikleri nedeniyle tercih edilmemede en kırılgan kesim olmaları da elbette önemli bir etken. Fakat bu etkenlerin varlığı yukarıda bahsedilen örneklerde de görüleceği üzere gençlerin iş beğenmediği gerçeğini pek değiştirmiyor.
Gençlerimiz Gerçekten de İş Beğenmiyor
Yazının bu kısmına kadar okumaya tahammül edenler, muhtemelen bizde de bu durumlar geçerli olabilir demiştir. Bu tartışma uzun süredir iktidar kesimi tarafından Türkiye’de gençler iş beğenmiyor eleştirisi üzerinden devam etmekte. Muhalefet tarafı ise iktidarın yüksek işsizliğe bahane ürettiğini düşünüyor. Bahane üretme kısmı doğru olsa da gençler iş beğenmiyor tespiti dünyada olduğu gibi Türkiye’de de oldukça geçerli gözüküyor.
Son yıllarda teknik yeterlilik isteyen işlerde çalışanlarla muhatap olduğunuzda sorun çarpıcı şekilde önünüze konuyor. Bugün bir buzdolabı tamircisi, oto lastikçi ya da inşaat firması çalışanıyla konuştuğunuzda yüksek maaş vermelerine rağmen gençleri ikna edemediklerini söylüyorlar. Nitekim İŞKUR’un 2022 yılı İşgücü Piyasaları Araştırmaları sonucuna göre en çok işçi arayan meslekler içerisinde makinecilik, dokuma konfeksiyon işleri, inşaat işçiliği, kaynakçılık, soğuk demircilik ve düz dikiş makineciliği gibi üniversite eğitimi gerektirmeyen işler başı çekiyor.(2) İşsizliğin yüksek olduğu ülkemizde yüksek maaşlara rağmen bu mesleklerde işçi bulmak oldukça zor. İstihdam edilenlerde ise yeterli mesleki teknik bilgi ve tecrübe eksikliği yüzde 48,6 ile göze çarpan bir etken.
Eleman teminindeki sorunlarda başlıca üç sebep ise; yeterli iş tecrübesine sahip eleman bulunamaması (yüzde 79,8), gerekli mesleki niteliğe sahip eleman bulunamaması (yüzde 79,2) ve bu meslekte işe başvuru yapılmaması (yüzde 71). Burada özellikle yüzde 71 oranında işe başvuru dahi yapılmaması oldukça çarpıcı. İstihdam etmek için bekleyen 380 bin civarında iş var iken işsizliğin yüksek olduğu bu ülkede o işlere talip ya da yeterli nitelikte eleman bulunamıyor.
Gençler tarafına bakıldığında ise çok fazla sayıda aile evinde kalan, ailesinin maddi durumuyla ayakta durmaya çalışan, KPSS’ye çalışarak kamuda istihdam edilmek için senelerce bekleyen genç var. Yine bu gençlerin istihdam imkânı olsa dahi ücretleri gerekçe göstererek çalışmayı tercih etmediğini görüyoruz. Gençler ücretleri düşük bulduğu için daha yüksek ücret talep ediyorlar ama işveren tarafı da bu ücretleri yüksek buluyor.
Bu iş beğenmeme nedeni özellikle üniversite mezunlarında gittikçe artmakta. Üniversite mezuniyeti nedeniyle gençler daha yüksek beklentiler içerisinde. Ayrıca gençler masa başı işte çalışmak isteyip bedensel işlerde çalışmak istememekte. Bu nedenle çalışmamak en çok ara elemana ihtiyaç duyan sanayi sektörünü vuruyor. Üniversite mezunu olmanın getirdiği bir başka beklenti ise çalışma koşullarının iyi olması. Bir yandan işverenlerin sunduğu kötü koşullar ve bu sayede maliyet düşürmeye çalışmaları, bir yanda üniversite mezuniyet ve genel yetiştirilişin beklentileri yukarı çekmesi taraflar arasında uyumsuzluk ortaya çıkartıyor.
Bu uyumsuzluk neticesinde bir tarafta iş beğenmeyen gençler varken diğer tarafta istediği nitelikte işçi bulamayan ve onları yetiştiremeyen özel sektör var. Bazı mesleklerin neredeyse hiç tercih edilmemesi nedeniyle arz-talep dengesi devreye giriyor ve teknik bilgi gerektiren o meslekleri yapanlar eğitimli kesimden çok daha fazla ücret kazanmaya başladı. Doktorların sürekli maaş sitemlerinde bulunmalarının altında yatan asıl nedenlerden birisi bu arz-talep dengesi. Ortada özel sektörle uyumsuz çok fazla üniversite ve onların çok fazla mezunu var ama o beğenilmeyen işleri yapacak kişi sayısı gittikçe azalıyor. Kısacası şimdiki gençler dünyada ve Türkiye’de gerçekten de iş beğenmiyor ve bu onların tercihi. İktidarların görevi ise ortada bir sorun varsa, ki var gözüküyor, bu sorunla daha yakından ilgilenmek ve şikâyet etmektense buna çözüm üretmek.
Referanslar
1) Finan, F., Olken, B. A., & Pande, R. (2017). The personnel economics of the developing state. Handbook of Economic Field Experiments, 2, 467-514.
2) https://media.iskur.gov.tr/68865/2022.pdf