Bir yılın daha sonuna geldik. Kum saati misali zaman akarken, insanların bireysel hayatlarının yanı sıra toplumların kolektif yaşamlarının ne tür amaçlar barındırdığını ele almak, bizi varoluşsal tartışmalara götürür. Bir yıl biterken, zihnimizde hep bir yaşam muhasebesi teması oluşsa da bu yazının hedefi tam olarak bunlar değil. Ama şu soruyu sormalıyız: 2024 yılı başlarken de bazı sorunlarımız, ihtiyaçlarımız ve hedeflerimiz vardı. Bunların ne kadarına dair çözüm üretebildik, bir yol bulabildik, plan ve stratejiler geliştirdik? Dahası, gelecek neler getirecek ve başka nelere önlem almak zorunda kalacağız?
2024’ün bizlere uyum ve esneklik konusunda değerli dersler verdiğini, yeni teknolojilerin dünyamızı eşi benzeri görülmemiş bir hızla şekillendirmeye devam ettiğini gördük. 2025’in kapısına yaklaşırken ise küresel görünümün, zorlukların ve fırsatların karmaşık bir etkileşimini bizlere sunduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye Ekonomisi Nereye?
Türkiye ekseninde bu dönemi ele aldığımızda, her gün değişen gündeme kıyasla, başladığımız durumdan çok farklı olmayan bir noktada yılı tamamladığımızı ve gelecek yıla dair beklentilerimizin de keza, pek farklılık göstermediğini söyleyebiliriz. Makroekonomik anlamda da bakabileceğimiz pek çok gösterge bunu teyit eder nitelikte.
Ekonomik güven endeksine bakarsak, hemen hemen yıl boyu yatay seyretmiş bir grafik görüyoruz. Bu tür grafikler hep havayolu seyahatlerini çağrıştırır. Uçak tüm gücünü vererek havalanır, yine büyük bir efor ile irtifa kazanır, daha sonra ise rotasına uygun bir irtifada stabil bir seyir izler. Bu aşamada artık o büyük eforlara ihtiyaç kalmamıştır, tek yapılması gereken mevcut koşulları sürdürmektir. Hatta bu nedenle, otomatik pilotlar günümüzde bu işi başarıyla yaparlar, çünkü ne yapılması gerektiği çoktan keşfedilmiştir. Dolayısıyla makroekonomi için de ne yapılması gerektiği yeterince açık. Eğer yapılması gerekenler yapılırsa, bir düzlükte yol almaya devam edeceğimiz gayet öngörülebilir.
Ama… Geleceğe giden yolda, dünya döner, ülkeler ve toplumlar ilerlerken, bulunduğumuz yerde saymamız, bizi sonuç itibariyle mutlu eder mi? İşte bu konuda, toplumun bazı kesimlerinin duymaktan sıkıldığı, bazı kesimlerinin “ucu bana dokunur” diye ötelediği, bazı kesimlerinin de gerekli anlamları yükleyememesinden ötürü yabancı gözlerle baktığı yapısal meselelere değinmek zorundayız.
İpte Yürümek: Afet Dirençliliği ve Yapay Zekâ
Makroekonomiyi çevreleyen çok fazla yapısal konu olduğunu biliyoruz. Bunlar çok kereler dile getirildi, vurgulandı. Bu yazıda ise ülkemizdeki dış politikaya bağlı gelişmeler, asgari ücret tartışmaları ve erken seçim tahminlerinin gölgesinde kalan bu yapısal reform ihtiyaçlarından öte, sürdürülebilirlik ekseninde iki temadan bahsetmek istiyorum: Afet dirençliliği ve yapay zekâ başta olmak üzere yeni trendler. Bu iki temanın özelliği, içinde bulunduğumuz koşulları sürdürmeye çalışırken, geleceğin getireceği ani olumsuzluklara karşı kendimiz ve sahip olduklarımızı koruyabilecek miyiz ve geleceğin sunduğu yeni koşullar hayatımızın ve sahip olduklarımızın ne yöne evrilmesine sebep olacak sorularını gündeme getirmesidir.
2025’e girerken, gelecekte bizi bekleyen ve fakat geçmişten getirdiğimiz bazı konular var. İklim değişikliği ve doğal afetlere dirençli hale gelmek ile dünyanın içinde olduğu yapay zekâ dönüşümü süreci bu konuların başında geliyor. Bu konular, tüm boyutları ile ülkeleri, ekonomileri ve toplumu yakından ilgilendiriyor. Sürdürülebilirliğin sağlanması çok genel ve kapsayıcı biçimde bu olgulara karşı geliştirilebilecek bir strateji aslında. Sürdürülebilir kalkınma hedeflerine yönelen her adım ve politika, bu konularda da ülkelerin ve ekonomilerin daha güçlü ve hazırlıklı hale gelmesini sağlayabilir.
Türkiye ekseninde bakıldığında, her ne kadar doğal afet dendiğinde konu depremlere ve iklim değişikliği dendiğinde de ise biraz daha kurak hale gelen bir doğaya indirgense de veya yapay zekâ konusu ChatGPT’ye ödev yaptıran öğrenciler düzeyinde ele alınsa da, her iki konunun da çok derin ve sarsıcı etkileri olabileceğini ve oyundaki kartların en baştan dağıtılmasına sebep olacağını yapılan çalışmalar bize gösteriyor.
İş, Meslekler ve Yaşam Değişiyor
Yapay zekâ, bir yenilik olmaktan çıkıp temel bir iş gerekliliği haline geliyor. Bazı iş ve mesleklerin kaybolması, yeni konuların gündeme gelmesi, bilim kurgu filmlerinin konusu olmaktan çıkıyor ve gerçek hayatta kendini bize gösteriyor. Hemen akabinde sahip olunan eğitim modellerinin, burada kullanılan araçların, mekanların ve konuların işlevsizleşeceğini, yerine yenilerinin konması gerekeceğini, oyun sahasında kalmak isteyenlerin bu yeni konulara adapte olmasını, diğerlerinin ise oyun sahasını terk etmek zorunda kalacağını görüyoruz.
Üstelik bu terk ediş, iklim değişikliği ve doğal afetlerin yıkıcı etkileri altında insanların ve belki toplumların büyük göçler yaşamalarına, bazen sınırlar ötesinde olmasa bile kentsel dönüşüm süreçleri ile birlikte bir kentin merkezinden çeperlerine doğru yönelmesine neden olabilir. Yani bu sürecin ilgilendirmediği bir konu alanı neredeyse yok. Sağlığından eğitimine, sosyolojisinden ekonomisine, altyapısından ulaştırmasına…
Toplum ve bireyler kadar kurumlar ve devletlerin de bu etkilerden nasibini alacağını söyleyebiliriz. Zira kurumlar; belki işgücünden tasarruf ederken daha sofistike yapay zekâ uygulamalarını hayata geçirmek, bu süreci yönetecek nitelikte yeni çalışanlar edinmek ve iş modellerini tamamen değiştirmek zorunda kalacaklar. Bu esnada, küçük ve büyük firmalar arasındaki rekabetin yönü daha belirsiz hale gelecek, rekabetin kazananlar ve kaybedenleri olacak. Öte yandan bu süreç, kurumsal yönetişim bakımından deneysel ya da deneyimsel bir süreçten daha stratejik bir alana doğru kayarak, iş dünyası için hayatiyetini daha da ön plana çıkaracak diyebiliriz.
Devletlerin burada karşı karşıya kaldığı ve kalacağı yükün çok daha fazla olduğu öngörülüyor. Piyasacı bir tutumla sorumlulukları üzerine almayan bir devlet yapısında dahi dolaylı maliyetler, yine bir şekilde devletin yanı sıra toplumun yüzleşeceği bir sorun haline gelecektir. Kaldı ki, sosyal devlet anlayışının yerleşik olduğu devletlerin gerek koordinasyon gerekse kaynak yaratma bakımından uzun erimli politikalarla bu sürece yaklaşması gerektiği de açık.
Sadece İklim Değişmiyor, Dünya Değişiyor
Sürdürülebilirliğe yönelik küresel baskıların kritik bir kavşağa ulaştığı günümüzde, iklim değişikliğinin etkilerinin giderek daha görünür hale gelmesiyle birlikte 2025 yılı, sürdürülebilirlik girişimlerinin kurumsal taahhütlerden somut eylemlere geçmesi gereken bir yıla işaret ediyor. Bu çerçevede döngüsel ekonomi; firmaların tedarik zincirleri atıklarını en aza indirecek ve kaynak verimliliğini en üst düzeye çıkaracak şekilde yeniden tasarlanmasıyla sürdürülebilirliğin sadece çevresel bir zorunluluk değil, aynı zamanda bir iş fırsatı olduğunun giderek daha fazla anlaşılmasını ve inovasyonu teşvik eder niteliktedir. Öte yandan, küresel ekonomi jeopolitik gerilimlerden pandemiye ya da doğal afetlere kadar çeşitli zorluklarla karşılaşarak, krizlerden daha sağlam dersler çıkarılmasını gerektiriyor.
Bu çerçevede iş modellerinin tek bir bölgeye veya tedarikçiye bağımlılığı azaltmak için çeşitlendirilmesi; uzaktan çalışmayı ve sanal işbirliğini desteklemek için geliştirilmiş dijital altyapının, çalışanların beceri gelişimine ve uyum yeteneğine yatırım gibi eksenlerde geliştirilmesi gerekiyor. Finans sektörü, gelişmiş risk değerlendirme modelleri ve daha sofistike erken uyarı sistemleri aracılığıyla aksaklıklarla daha iyi başa çıkmak için ilerleme göstermeli. Buna, iklim riskinin finansal planlama ve yatırım stratejilerine daha iyi entegre edilmesini de dahil etmemiz gerekir.
Bu çerçevede 2025’te, teknolojik değişimi inovasyon ile güvenlik ve etik hususlar arasında denge kuran sorumlu bir şekilde kucaklamamız, sürdürülebilirliği eklenti bir girişim olarak değil, iş operasyonlarının dokusuna işlememiz, siber saldırılardan doğal afetlere kadar çeşitli aksaklıklara dayanabilecek sağlam sistemler oluşturmamız, yapay zekâ çağının sürdürülebilirlik gereksinimleri ve ekonomik zorluklarının üstesinden gelecek yenilikçi çözümler üretmemiz gerekiyor. Kuşkusuz bu süreçte başarı, sürdürülebilirlik ve sosyal sorumluluk konusunda uzun vadeli bir bakış açısını korurken hızlı bir şekilde uyum sağlayabilenlerin olacak.
Türkiye Ne Yapmalı?
Türkiye’nin, afetlere karşı dirençlilik ve yapay zekâ teknolojilerinin sunduğu fırsatlarla şekillenen geleceğin gereksinimleri dikkate alındığında, ciddi stratejilerle yola devam etmesi gerektiği açıkça görülüyor. Zira doğal afetler ve iklim değişikliği, Türkiye için yalnızca çevresel bir mesele değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal açıdan derin sonuçlar doğuran bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor.
Acı tecrübeler, mevcut altyapıların dayanıklılığını artırmanın yanı sıra, şehir planlama süreçlerinde sürdürülebilirliğe ve afet yönetimine daha fazla önem verilmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu bağlamda, afet dirençli bir ekonomi oluşturmak, yalnızca ekonomik kayıpların önlenmesi için değil, aynı zamanda toplumun genel refahının korunması adına da kritik bir gerekliliktir. İleriye dönük olarak, afet yönetimi stratejilerinin daha katılımcı bir anlayışla geliştirilmesi, afet sonrası toparlanma süreçlerinde ise kamu-özel işbirliğinin güçlendirilmesi gerekiyor. Bu tür bir yaklaşım, Türkiye’nin uzun vadeli kalkınma hedefleriyle uyumlu olacak şekilde afetlere karşı daha hazırlıklı olmasını sağlayabilir.
Öte yandan, yapay zekâ teknolojilerinin yükselişi, ekonomik ve toplumsal dinamikleri yeniden tanımlayan bir güç olarak etkisini artırıyor. Yapay zekâ, üretimden hizmet sektörüne, eğitimden sağlık sistemlerine kadar pek çok alanda büyük dönüşümlere yol açarken, aynı zamanda yeni zorlukları da beraberinde getiriyor. Türkiye’nin bu süreçte başarılı olabilmesi için öncelikle mevcut eğitim sisteminin, bireylerin bu teknolojilere uyum sağlayacak bilgi ve becerilerle donatılmasını hedeflemesi gerekiyor. Mevcut müfredatlar, yalnızca teknolojik yeterlilikleri artırmakla kalmamalı, aynı zamanda eleştirel düşünme, etik değerlere uyum ve inovasyon kapasitesini destekleyen bir yapıya kavuşturulmalıdır. Ayrıca yapay zekâ uygulamalarının etik ve yasal çerçevelerle düzenlenmesi, bu teknolojilerin sosyal eşitsizlikleri derinleştirmesi yerine kapsayıcı ve sürdürülebilir çözümler sunmasını sağlayabilir.
Türkiye’nin geleceği açısından yapay zekâ ve afet dirençliliği gibi konularda benimseyeceği yaklaşımlar, sadece bu alanlara yönelik politikaların başarısıyla sınırlı kalmayacak; aynı zamanda ülkenin ekonomik rekabetçiliğini, sosyal uyumunu ve küresel konumunu da belirleyecektir. Bu nedenle, stratejik planlamalar ve politika uygulamaları, kısa vadeli kazanımların ötesinde, uzun vadeli sürdürülebilirlik hedeflerini öncelemelidir. Devlet, özel sektör ve sivil toplumun eşgüdümlü bir şekilde çalışmasıyla bu alanlarda yapılacak yatırımlar, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısını güçlendirerek, gelecekteki belirsizliklere karşı daha dirençli bir duruş sergilemesini sağlayabilir.
Yeni Yıl Dilekleri
Sonuç olarak, Türkiye’nin 2025 yılına girerken karşı karşıya olduğu fırsatlar ve tehditler, yapısal dönüşümlere odaklanan, kapsayıcı ve dayanıklı bir kalkınma vizyonuyla ele alınmalıdır. Türkiye, doğal afetlere karşı hazırlıklı bir ekonomi ve yapay zekâ çağında küresel rekabet gücünü artıran bir strateji benimseyerek, yalnızca krizlere direnç göstermekle kalmaz, aynı zamanda sürdürülebilir bir geleceğe doğru güvenle ilerleyebilir. Bu dönüşüm, yalnızca ekonomik başarıyı değil, aynı zamanda toplumsal refahı artıracak bir vizyonun da temel taşlarını oluşturacaktır.
Yeni yıl, bu hedeflere ulaşma yolunda bizlere yeni bir başlangıç ve umut kaynağı sunuyor. 2025’in Türkiye için dayanışma, yenilik ve sürdürülebilir kalkınma adına atılım yılı olmasını diliyorum. Her bireyin katkısıyla daha dirençli, daha güçlü ve daha mutlu bir Türkiye inşa etmek dileğiyle… Sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir yıl dileklerimle…
Fotoğraf: Annie Spratt