[voiserPlayer]
14 Mayıs’taki seçimlere doğru yol alırken Türkiye, ne büyük siyasi projeleri ne de yakıcı sorunlarına çözüm önerilerini konuşuyor. Bunun yerine ülke, küçük partilerin hangi blokta yer alacağını ve onların politik yaklaşımlarını tartışıyor. Yerleşik bir demokrasi için aslında büyük bir tehlike arz eden bu durum, ölüm döşeğinde olan Türkiye demokrasisinin son semptomu olarak önümüze çıkıyor.
Mükemmel olmayan eski düzende demokratik temsil önünde bir engel olan %10’luk baraj, küçük partilerin var olmasını tamamen engelliyordu. Türkiye uzun süre küçük partilerin konuşulmadığı politik bir dönemden geçti. Barajın yüksekliği aslında barajı zorlayabilecek olan partilerin bu zıplamayı yapmasına da engel oluyordu. Baraj altında oy alıp da kendisini sonraki seçimlerde barajın üstüne taşıyan sadece Kürt siyasi hareketi oldu.
Türkiye siyasetinde oy oranı %2-7 olan partilerin uzun süre yaşama şansı bulunmuyor. Geçmişten bugüne bu aralıkta oy alan partiler bu oranı asla koruyamadı ve geliştiremedi. Bunun temel nedeni Türkiye’de seçimle birini başa geçirme kültürünün oldukça gelişmiş olması (bu durum demokrasinin de gelişmesi anlamına gelmiyor, bu yüzden demokrasi yerine seçimle birini başa geçirmek ifadesi daha doğru). Türk seçmeni oy verme hakkının nasıl önemli bir yetki olduğunun bilincinde. “Oyum boşa gitmesin” yaklaşımı oldukça yaygın ve belirleyici. Seçmenler kendisine ücretsiz olarak sağlanmış nadir haklardan olan bu vatandaşlık hakkını en verimli şekilde kullanma konusunda da oldukça istekli. Tüm bu faktörler Türk demokrasi tarihinde küçük partilerin kilit rolünün (70’lerdeki siyasi kriz dönemleri dışında) pek de öne çıkmamasına neden oldu.
Yeni Sistem ve Küçük Partiler
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel yönetim modeli çerçevesinde şekillendi. Herhangi bir fren-denge mekanizması gözetilmeden ve toplumsal talepler dikkate alınmadan sadece Erdoğan’ın seçim kazanabilmesine ve onun bireysel özelliklerine uygun olarak tanzim edildi. Örneğin Cumhurbaşkanı Yardımcısı modeli, hem Cumhurbaşkanı’na siyasi rakip olmaması için hem de bürokratik mekanizmaların Erdoğan tarafından rahat yönetilebilmesi için muğlak bırakıldı ve bu makam Fuat Oktay’ın kişiliğinde şahsileşti. Muhalefet bloğu Belediye Başkanlarını bu koltuğa aday göstererek aslında sistemin ne kadar baştan savma ve kişisel olarak kurgulandığını da gözler önüne serdi.
Bu kişiselleşmiş ve Erdoğan’ın damadı başa geçse bile büyük revizyona uğraması icap eden sistemde %50+1’e ulaşmak için oy oranı düşük partiler değer kazanmaya başladı. Türkiye, oy potansiyellerinin çok ötesinde, Zafer Partisi’ni, Yeniden Refah Partisi’ni, HÜDA-PAR’ı ve Memleket Partisi’ni konuşur hale geldi. Her bir oyun önem kazandığı bu yeni sistemde olmadık derecede önem atfedilen partilerin varlığı ve seçim yardımı oy çizgisinin de %3’e çekilmesi, küçük partilerin toplumdaki belirli konulara odaklanıp reaktif seçmenlerle biraz oyunu artırıp hemen masaya oturma isteğiyle sonuçlandı.
Bu durum, tek bir kişi özelinde dizayn edilmiş sistemin bir yan etkisi. Sistemi dizayn eden zihinler bunun böyle olacağını pek çok diğer başka durum gibi tahmin etmemiş olacak ki kendileri de küçük partilerin kapısını aşındırmak zorunda kaldı. Dünyadaki yüzlerce yıllık demokrasi ve anayasal sistem geleneği yanında kendi demokrasi deneyimimizi de çöpe atarak oluşturdukları Türk tipi model, daha ilk sallantıda yerle bir olmuş oldu.
İsrail Örneği
Dünyada yerleşik Batılı demokrasilerin en önemli sorunlarından birisi merkezin erimesi olarak öne çıkıyor. Merkez sağ ve sol partilerin güç kaybetmesi, daha uçlardaki hareketlerin güç kazanmasına, ana konular dışında belirli niş konularda öne çıkan partilerin seçimlerde yükselmesine neden oluyor. Bu parti enflasyonu ve siyasi tartışmaların merkezde değil uçlarda yapılmasının getirdiği siyasi gerilim, en güçlü demokrasiler için bile kaygı verici iken Türkiye gibi ölüm döşeğindeki bir demokrasi için daha da yıkıcı oluyor.
İsrail’in başına son dönemde gelen şeyler ibret verici bir örnektir. Küçük sosyolojik ve dini grupların kimlik partileri oluşturup belirli bir oy oranına ulaşıp koalisyon masasına oturması son yıllarda İsrail demokrasisinin altını oyuyor. Rusça konuşan Yahudilerin partisi Yisrael Beiteinu (son seçimde %4.49) ve Haredi Yahudilerinin desteklediği UTJ (son seçimde %5,88) gibi partiler kendi bloklarını koruyarak yönetimde söz sahibi oluyor. Son 4 yılda 5 kez seçime giden ülkedeki demokratik kurumlar Türkiye’den çok daha oturmuş olmasına rağmen bir türlü kurulamayan koalisyonlar ve tekrarlanan seçimler, son olarak ülke tarihinin en sağcı Netanyahu hükümetinin kurulması ile sonuçlandı.
Türkiye’de seçmenler, özellikle seçime doğru, yukarıda bahsettiğim oy verme yetkisinin değerini iyi bildikleri için daha önce reaktif olarak yöneldikleri küçük partileri bırakıp “kazanacakmış gibi görünen” partilere doğru yığılma eğilimindeler. Öyle ya, Türk seçmeni oyunun değerini bilir, küçük partilerde çarçur olsun istemez. Bu bakımdan seçime doğru Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan-Kılıçdaroğlu ve meclis seçiminde de AKP-CHP’ye yönelik yığılma olacağını tahmin ediyorum.
Buna karşın böyle bir durum olsa bile, Türkiye’nin önemli sorunlarının tartışılması ve çözüm önerilerinin konuşulması yerine, kadınlara şiddete tolerans olması, mültecilerin mancınıklarla yollanması, zinanın suç olması gibi küçük partilerin fantezi dünyasındaki konuların konuşuluyor olması Türkiye için büyük bir kültürel gerileme.
Seçimden sonra muhalefetin Türkiye’yi yeniden tanzim ettiği bir dönemde küçük partilerin bu kadar etkin hale geldiği sistem dönüştürülmezse büyük demokrasilerin bile başa çıkamadığı merkezin erimesi Türkiye’deki siyasi yarışın da sonunu getirebilir. Küçük partilerin temsil etme yetenekleri korunarak siyasi sistemi sabote etmelerinin engellendiği yeni bir sistem, Türkiye için şart. Aksi takdirde Türkiye Cumhuriyeti, tarihin tozlu sayfalarındaki yerini almaya doğru ilerleyecek.
Fotoğraf: Dan Cristian Pădureț