[voiserPlayer]
Bir anlatıya göre (albinolu) beyaz filler Siam’da (bugünkü Tayland) nadir görülen fillerdi. Bu filler görülüp keşfedildiğinde otomatik olarak kralın sahip olduğu filler haline gelmekteydi. Üstelik kutsal gözüyle bakıldığı için bu filler çalıştırılmamaktaydı. Kutsal olarak kabul edilen bu filleri kral bazen birilerine hediye ederdi. Fakat sorun şu ki bakımı pahalı olan bu beyaz filler genellikle hantal ve büyük boyutluydular -günde 100-300 kg arası yemek yediğine dair rivayetler var- o nedenle de maliyetli bir hediyeydiler. Zaten kral da sevmediği kişilere onları cezalandırmak için bu filleri hediye eder, hediyeyi oldukça maliyetli bir hale dönüştürürdü. Böylelikle hediye olarak gelen beyaz fil, sahip olan için ilerde yüksek bir maliyet demekti.
İşte bu beyaz fil kavramı zamanla ekonomi dünyasında da kullanılan bir ifadeye dönüştü. Yatırım açısından bakıldığında beyaz fil, işletmesi ve bakımı çok pahalı olan ve bu nedenle kar elde etmenin zor olduğu bir varlık ya da yatırımı ifade eder. Ve genellikle de bütçe açısından büyük olan bu yatırımlar özellikle otoriter iktidarların halkın gözünü boyamada, onların ekonomik şahlanışa geçildiğine ikna olmasında oldukça önemli bir rol üstleniyor. Bu bilgi burada dursun.
Bir ülkenin ekonomisinin gidişatını anlamak her zaman kolay değildir. Ekonomi, birçok gösterge üzerinden anlamaya çalıştığımız bir alandır. Fakat sorun şu ki vatandaşın çoğu teknik bilgi gerektiren birçok ekonomik göstergenin ne manaya geldiğini bile anlamaz, ki anlamak zorunda da değildir. O nedenle de ekonomiyi anlamak için daha basit göstergelere ihtiyaç duyar. Bazen ekonominin gidişatını tek bir göstergeye bile indirebilir, o gösterge üzerinden okumaya çalışır. Türkiye’de bu, bazen doların seyri olur, bazense ekonomik büyüme olur. Bazısı ise sadece enflasyona ve kendi alım gücüne bakar, ekonomik performansı alım gücünün seyrinden anlamaya çalışır. Ancak ekonomik performansın ölçütleri birçok vatandaş için bunlarla sınırlı değildir. Bazı vatandaşlar da ekonomik performansı büyük projelere bakarak ölçmeye çalışır. Eğer ülkede mega projeler varsa, onlara göre o ekonomi iyiye gidiyordur. Aslında biraz insanlarla konuştuğunuzda size o argümanı rahatlıkla sunarlar: Ekonomi kötü olsaydı bu devasa projeleri yapabilirler miydi? İşte o devasa projelere biz bazen prestij projeleri diyoruz. Bu prestij projeleri başarısız olursa onlara beyaz fil diyebiliyoruz. Şimdi biraz Ak Parti döneminde ülkeye yük olmuş prestij projelerinin bazılarına bakalım. Yani aslında beyaz fillere…
Ak Parti’nin Beyaz Fil Prestij Projeleri
Beyaz fillere örneklerden birisi şehrin dışına yapılan ve pek de kimsenin kullanmadığı Yavuz Sultan Selim köprüsü. Pek kimse kullanmadığı için sırf araçlar oradan geçebilsin diye sürekli düzenlemeler, yaptırımlar, zorlamalar, cezalar getirildi. İstanbulluların nadiren kullandığı, genelde ıssız bir yol. Bir gün belki belirli ölçüde işlerlik de kazanacaktır ama sanki ülkenin öncelikli sorunu bu köprüymüş gibi bu dönemde yapıldı. Şu an bir yolcu 19 TL öderken, köprünün gerçek ücreti 97 TL.(1) Aradaki farkın nedeni pek kimse geçmediği için geçiş ücretini düşürmeleri ve aradaki farkı tüm vergi verenlere yıkmak zorunda kalmaları. Bu görkemli ve bir o kadar da yük olan beyaz filin açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu millet neye layıksa bunların hepsi olacak. Muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak öyle lafla olmuyor, icraatla oluyor” demişti.(2) Dolayısıyla pek kimsenin kullanamadığı köprünün yapımı, halka muasır medeniyetler seviyesine çıktığımızın göstergesi olarak sunuluyordu.
Yine muasır medeniyetler seviyesinde olduğumuzu göstermek için Osmangazi Köprüsü ve en son Çanakkale Köprüsü yapıldı. Genelde boş, insanların kullanmak istemediği, kullansa da maddi açıdan canının yandığı projeler bunlar. Sadece bayramlarda ziyaret edilen türbeler gibi bayrama özgü bir yoğunlukları oluyor. Çanakkale Köprüsü’nün gerçek ücreti 321 TL iken Osmangazi Köprüsü’nün gerçek ücreti 901 TL gibi astronomik pahalılıkta.
Yine başka bir prestij projesi olarak Çamlıca tepesine 63 bin kişilik devasa bir cami yapıldı. İstanbul’un nerdeyse her tarafından görünebilen bir cami ama genelde uzaktan görmek tercih ediliyor, namaz kılmaya giden pek kimse yok. Ama o cami de bu ülkenin artan refahının bir simgesi gibi görkemli bir yerde duruyor. Prestiji, içinde namaz kılan insan sayısından değil, heybetinden geliyor. O nedenle tekrar etmek gerekir ki beyaz filler genellikle hantal ve büyük boyutlu, bakımı oldukça pahalı olan fillerdir, maliyetli bir hediyeyi ifade ederler. Dolayısıyla bize hediye edilen bu beyaz filler aslında ödediğimiz vergilerle bizim için baya maliyetli filler haline gelmiş durumda.
Beyaz filin tanımını biraz genişletirsek, başka bir prestij projesi ise şehrin merkezindeki havaalanını büyüme kapasitesi olmasına rağmen kullanılmaz hale getirip şehir dışında metrosu olmayan bir havaalanı yapılmasıydı. Başka bir prestij projesi Kanal İstanbul idi ama neyse ki finansman sorunu nedeniyle ek bir yük getirmesinden kurtulduk. Türkiye’nin asıl sorunları orada dururken ihtiyaç olmadığı halde bu devasa projeler, sorunların çözümü gibi ya da artık muasır medeniyetler seviyesinde olduğumuzun sembolü gibi anlatıldı. Görüyoruz ki bu ülkeyi yönetenler ülkeyi beyaz fillerle donatarak yönetmek istiyor. Beyaz fil projelerle halkın oyu alınmaya çalışılırken oy alındıktan sonra da bu devasa projelerin maliyeti yine halka yıkılıyor. Şimdi bu bilgiler dahilinde TOGG projesini neden desteklemediğimi madde madde anlatmak istiyorum.
TOGG’u Neden Desteklemiyorum?
Birincisi, yukarıda göstermeye çalıştığım üzere bu prestij projeleri bir ekonomik sorunu çözmek ya da ekonomik anlamda katkı sunmak için üretilen projeler değil. Bu projeler özellikle ekonominin kötü yönetildiği dönemlerde ekonominin iyi yönetildiği imajını vermek için pozitif ekonomik gösterge olarak sunulan projeler. Dolayısıyla da bu beyaz fil projeleri ekonomik başarısızlıkları örterken kalkınan bir ülkenin sembolü gösterilmeye çalışılan projelerdir. Ekonomik sorunlara ilaç olması için değil, algıyı yönetmek için yapılmıştır. O nedenle ülkenin büyük ekonomik sorunları ortada dururken çok sayıda prestij projesi yapmayı ekonomik açıdan gerekçelendirmek mümkün değil. Bu prestij projelerinin ekonomik gerekçelerle yapılmadığını kabul edersek TOGG’un da ekonomik getirisi olacak bir proje olmadığının oldukça muhtemel olduğunu ve büyük ihtimalle diğer prestij projeleri gibi halkın sırtına yük olabileceğini görebiliriz herhalde.
Mesele üretebilmek olmadığı halde başarı kriteri, üretebilmek üzerinden belirlenmeye çalışılıyor. Ve üretebilmek muasır medeniyet seviyesine ulaşmak olarak pazarlanıyor. Halbuki araba teknolojisinde konu üretmek değil. Esas konu hangi maliyetle ürettiğiniz, ne kadar satabildiğiniz ve de ne kadar devlet teşvikinin gerekeceğidir. Arabayı birçok ülke üretebiliyor olduğu halde az sayıda ülke üretimini devam ettiriyor çünkü sektör rekabetçi ve oldukça teşvik gerektiriyor. TOGG’u savunanlar ise genelde rekabetçiliği üzerinden değil, üretilebilir olması üzerinden barajı kuruyor. Çünkü bu projenin rekabetçi olabilmesi için ne kadar teşvik gerektireceği ve bu teşviğe değip değmeyeceği hakkında herhangi bir bilgileri yok. Hemen hemen hiçbir şeyin şeffaf olmadığı bu ülkede de gerçek maliyet, gerçek teşvik miktarı ve rekabetçiliği hakkında bir fikirleri de olmayacak. İktidar ise tartışmayı “yapamazsınız dediler”, “fabrikası yok dediler”, “bunlar her iyi şeye karşılar” gibi söylemler üzerinden yürütüyor, maliyeti ya da rekabetçiliği üzerinden değil.
İkinci bir neden, iktisatçı olmanın en temel prensiplerinden olan işin alternatif maliyetine bakmak. Acaba yüksek miktarda devlet teşviki ve sübvansiyonları içeren oldukça rekabetçi bir sektöre yatırım yapmaktansa bu yatırım başka bir alana harcanamaz mıydı? Bu projeyi destekleyen muhalif iktisatçılar görüyorum. Acaba kendileri alternatif maliyetine de baktılar mı mesela? Bu harcamalar gerçekten buraya mı yapılmalı, önceliğimiz otomotiv sektörü mü olmalıydı? Bu sektöre bakıldığında görüyoruz ki burası dev firmaların piyasaya oldukça hakim olduğu bir sektör. Bu sektörde firmalar büyümeye veya ayakta kalmaya çalışırken genelde birleşme ve satın alma (M&A) üzerinden bunları yapmaya çalışıyorlar. Tarihi büyüklükte birçok M&A otomotiv sektöründe gerçekleşiyor. Örneğin Peugeot ve Fiat Chrysler, 52 milyar dolarlık bir birleşme gerçekleştirdi ve Stellantis adını aldı. Nissan ve Mitsubishi 2,3 milyar dolarlık, Fiat ve Chrysler 10,4 milyar dolarlık bir birleşmeye imza attılar yakın zamanlarda. Volkswagen’ın önemli büyüme stratejilerinden birisi şirket satın almaları oldu. Tata, Motors Jaguar Land Rover’ı satın aldı. Bu satın alma ve birleşmeleri say say bitmez ki bunlar dışında çok sayıda küçük alımlar üzerinden büyüme ve ayakta kalmaya çalışmalar da mevcut.
Peki neden yapıyorlar bu satın alma ve birleşmeleri? Çünkü birleşme ve satın almalar ile bir sinerji oluşturmak istiyorlar. Ortaya çıkan sinerji ile daha inovatif, daha düşük maliyetli, daha ölçek ekonomili ve haliyle daha verimli olmaya çalışıyorlar. İşin ölçek ekonomisi kısmı oldukça önemli. TOGG 2023 yılında 18 bin gibi oldukça düşük bir adette satılacak, sonraki yıllarda üretim artacak (Seçime yetiştirilmeye çalışıldığı ne kadar da belli değil mi milli projenin?). Sonraki yıllarda bu miktar artacak ama üretim kapasitesi zaten 175 bin. Diğer tarafta Toyota markasının yıllık araç satışı 10 milyon civarında. Maliyet açısından bu firmayla nasıl rekabet edeceksiniz ya da rekabet ederseniz markalaşmış firmalara karşı ne kadar karlı olabilir, ne derece ayakta kalabilirsiniz? Bir de şirket birleşmesi ya da satın alması olmadan yapılan devasa yatırımlar var. Daktilo1984’de Alphan Manas ile yapılan söyleşide yapılan elektrikli araç yatırımlarından bazıları şu şekilde belirtilmiş(3):
“Volkswagen firması dünyada 11 milyon araç satıyor ve sadece elektrikli araçlar için 30 milyar dolar yatırım yapıyor. General Motors 7.7 milyon araç satıyor ve sadece elektrikli araçlar için 20 milyar dolar yatırım yapıyor. TESLA 2019 yılında elektrikli araçların geliştirilebilmesi için ARGE’ye 1.4 milyar dolar para harcadı. Honda’nın 5 milyon, Daimler firmasının 3.5 milyon seviyelerinde satıldığı bir piyasa yapısı olduğunu da unutmayalım”.
Bu sektörde rekabet edeceğiniz firmalar bu kadar devasa iken ve devasalığı ile doğru orantılı yatırımlar yaparken TOGG’u savunanlar bu sermayenin bu sektöre harcanmasını ama diğer sektörlere; eğitime, sağlığa, altyapıya harcanmaması gerektiğini nasıl açıklıyorlar acaba?
Burada rekabet edecek çok güçlü yatırımlar yapan bu firmalar yanında başka bir tehlike de gördüğüm kadarıyla Çin tarafından geliyor. Dünya gazetesinde 24 Ekim 2022 tarihli bir haber Avrupa’da Çin yapımı araçların satışındaki hızlı yükselişin dev markaları korkuttuğunu anlatıyor.(4) Habere göre Çin yapımı elektrikli araçlar dünyada hızla yayılıyor ve Çinliler AB pazarının yüzde 5’ini ele geçirmiş durumda. Dışarıda rekabet bu durumdayken üretilecek araçların karlı hale gelebilmesi için içerdeki satışlarının yüksek olması gerekir fakat işin tuhaf tarafı şu ki Türkiye ekonomisi değersiz TL ile ekonomik büyüme modeline geçti ve bu ürünün parçaları TL ile değil, dolar ile fiyatlanmakta. O nedenle de TL değersizleştikçe yerli tüketicinin alabilmesi de iktidarın övündüğü yeni ekonomik modelde zorlaşıyor. Ya da tüketici tarafında TOGG’a özel teşvikler vermeniz gerekir ki bu teşviklerin de bir maliyetinin olduğunu unutmamak gerekir. O teşviklerin de yeterli olacağını sanmıyorum.
Otomotiv pazarında sadece Türkiye içerisinde satarak da ayakta kalamazsınız, Türkiye pazarının büyüklüğü bunun için yetmez. İhracat da yapmak zorundasınız ama Avrupa pazarındaki rakipleriniz yukarıda anlatıldığı üzere oldukça rekabetçi. Eğer ihracat yapmak zorundaysanız, ki zorundasınız, aracın servisi ve yedek parçası için yine yüklü yatırımlar yapmanız gerekir ve bu yatırımların karşılığını bulabilmesi için rakipleriniz gibi çok sayıda araç satmanız gerekir. O nedenle ölçek bu sektörde oldukça önemli.
Belki TOGG üretmenin bir açıklaması TOGG’u yüksek teknoloji bir şeyler üretebilmemizin bir göstergesi, bir sembolü yapmak olabilir. Gurur verici olması açısından buna katılabilirim bir miktar. Peki bizim çehremizin değiştiği, artık otomotiv gibi ürünleri ürettiğimizi düşünüyorsak bu nasıl oldu? Türkiye’de son 10 yılda örneğin ne değişti de biz bunu yapar hale geldik? Otomotiv sektörü hangi ilerlemeyi sembolize ediyor? Ülkeyi yönetenlerin vizyonunun “kur artarsa mallarımız ucuzlar daha fazla ürün satarız, ihracatımız artar”dan öte olmadığı yerde, TOGG projesi doğru bir ekonomik modellemenin ürünü mü mesela?
Hepimiz biliyoruz ki araba üretmek bizim için yeni bir durum olarak hemen hemen hiçbir şeyi sembolize etmiyor. Bu üretim yeni bir ekonomik modelin ya da kalkınmanın sonucu değil. Ülkede gözümüzden kaçan bir eğitim sıçraması da olduğunu zannetmiyorum. Eğitimi gelişmeyen ve hatta daha da geriye giden bir ülkede herhangi bir şey değişmemişse otomobil üretmeyi ülke çehresinin değişmesiyle muasır medeniyet seviyesine ulaşmayla açıklayabilecek durumumuz nereden geliyor? Kaldı ki devlet kurumu olan TÜİK’in tanımlamasını açıp incelersek otomobil teknolojisini üretmek öyle muasır medeniyet seviyesinin ima ettiği yüksek teknolojiyi değil, orta ölçekli teknoloji üretmeyi gerektiriyor. TOGG ihraç ettiğinizde yüksek değil orta seviye teknolojiyi ihraç etmiş olacaksınız. İlaç, bilgisayar ya da çip üretmek yüksek teknolojiye girer. Arabayı üretmek değil, sensörlerini ve gömülü sistemlerini üretmek yüksek teknolojiyi gerektirir. Türkiye’nin ihracatının sadece yüzde 2,6’sı yüksek teknoloji ürünleri içeriyor ki bu oran son derece düşük. Demek ki pek de ima edilen derecede muasır medeniyet seviyesi üretimimiz yokmuş.
Üçüncüsü, bu aracı üreten yükleniciler neden en başından beri sürekli isteksiz gözükmekte ve iktidarın heyecanını paylaşamamakta? Açılış da dahil neden ön plana hiç çıkmadılar? Yüklenicilerden bazıları bu işten çekilirken bazılarının da çekilmek istediği çokça konuşuldu. Bunlar TOGG’u savunanlara biraz tuhaf gelmiyor mu? Burada kuşku duyulması gereken bir durum yok mudur? Bir ülkenin Cumhurbaşkanı yerli araba üretmek için özel sektörü ikna etmeye çalışıyor ama yüklenici olacak özel sektör arkasında devlet desteği olacağını bilmesine rağmen zorla ikna olup projeye katılıyor. Bu bile yeterince kuşku duyulacak bir gelişmeydi. İktidara sempatisi olan insanlar, ülkenin Cumhurbaşkanının üretici firmalarda olmayan vizyonuna hala güveniyor olabilir. Ki bu bile çelişkili, çünkü vizyonu olan kişi hala bu aracı vizyonu olmayan firmalara yaptırmaya çalışıyor. Üstelik bu nasıl bir vizyonsa 24 Mayıs 2017 TOBB Genel Kurulu’nda “Montajcılık bu millete yakışmıyor. Gelin yüzde yüz yerli otomobili ‘made in Turkey’ olarak çıkartalım” diyen bir vizyon. Kendisi ya 2017 yılında otomotiv sektöründe yüzde yüz yerlilik olmayacağını bilmeden bu işe öncülük etti ve sonradan gerçeği öğrendi (o takdirde vizyon?) ya da insanların hoşuna gidecek, gururunu okşayacak prestij projesini bu şekilde yüzde yüz yerli ve milli olarak anlattı ve halkını siyasi emelleri için yanıltmak istedi. Çokça prestij projesine maruz kalmış bir ülkenin vatandaşı olarak ikincisinin geçerli olduğunu düşündüğümden bu yazıyı beyaz fil hikayesi üzerinden anlatmayı tercih ettim. Umarım TOGG tartışmasına ufak da olsa bir katkısı olan bir yazı olmuştur.
Kaynaklar:
- https://www.yenicaggazetesi.com.tr/turkiye-cumhuriyetinde-her-bir-vatandas-gecmedigi-3-kopruye-915-lira-oduyor-586966h.htm
- https://www.aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/cumhurbaskani-erdogan-turkiye-hedeflerine-adim-adim-ilerliyor/636046
- https://new.daktilo1984.com/roportajlar/alphan-manas-togg-fabrika-yatirimini-dahi-karsilayamaz/
- https://www.dunya.com/ekonomi/elektrikli-otoda-cin-istilasi-abyi-de-harekete-gecirdi-haberi-672510