[voiserPlayer]
Vizyon filmleri kıtlığı yaşanıyor son haftalarda. Spiderman’in domine ettiği box office tam rahatlamışken bu defa da Batman geldi ve tüm salonları ele geçirdi. Tam sebeplerine haiz olmamakla birlikte dağıtımcıların Türkiye vizyon takvimleri bir anda birbirine girdi. Ne izleyelim ne izleyelim diye bakınırken afişinde Jake Gylleenhaal olan bir film dikkatimi çekti. Aslında Bergen izlemeye daha meyilli iken bir anda dikkatim çelindi. Tabii bu durum kısa sürdü. Filmin künyesinde yönetmen olarak yazan bir isim sayesinde: one and only Michael Bay.
Şimdi az çok sinema ile alakanız varsa zaten Michael Bay filmlerine birkaç defa şans vermiş ve çoktan bıkmışsınızdır bile. Mr. Bay’in öyle bir büyüsü var çünkü. Tüm filmlerinde neredeyse benzer formülü, aynı ögeleri kullanarak çeken, naçizane tabirle, biraz kolaya kaçan birisidir. Hatta filmografisini tanımlamak için uydurulmuş güzel bir kelime dahi var: Bayhem.
Peki nedir bu çok sık bahsedilen Bayhem? Bilgimiz yettiğince açıklayalım:
1- Öncelikle çoğu filminde anlatıma veya görsel kompozisyona hiç etkisi olmayan ana karakter(ler)in etrafında (bazen) birkaç defa ve (neredeyse) 360 derece tur atan kamera çekimleri. Çoğu Bayhem filminin temel yapı taşlarından birisidir. Aslında izleyiciye çok önemli bir şey olacakmış beklentisi pompalanır ama ucuz bir one-liner ile bu kamera hareketi tamamlanır.
2- Patlama, patlamalar… İrili ufaklı, muhakkak bir tane tüm ekranı kaplayan en az 4-5 farklı açıdan çekilip ardı ardına ekranda suratımıza tokat gibi vurulan patlama sahneleri. You can’t do Bayhem without little mayhem, di mi?
3- İnanılmaz kötü ve baştan savma replikler. Sıfır karakter gelişimi. Hikaye anlatımına dair neredeyse sıfır efor sarf etme. Ama bu maddenin ilginç bir tarafı var, tüm filmlerinde farklı senaristlerle çalışan birisi Michael Bay. Tabi burada sorulması gereken soru şu: Senaristler mi Bayhemleşiyor yoksa Michael Bay mi yazılan senaryoları kendi kişisel zevklerine göre eğip büküyor? Bu konuda pek emin değilim ama devam edelim.
4- Kan ve vahşet sahnelerinin en vulgar ve absürt komedi unsurunda kullanımı. Slow motion bir aksiyon sahnesi sonrası sağa sola giren mermiler, yapılan şakalar ve bu sahneleri ucuzlaştırabilecek envai çeşit soytarılıklar.
5- Ve elbette filmlerde görülebilecek en bayağı sexism örnekleri. Kadın vücudu genelde Michael Bay için çeşitli uzuvların ekranda ağzımıza burnumuza sokulduğu bir panayır gibidir. Ama erkek cinsel aura’sına karşı da kayıtsız değil sevgili yönetmenimiz. Onu da mümkün mertebe en estetikten uzak ve saçma şekilde sunmayı kendisine görev bellemiş birisi (naçizane, Ambulance filminde bir tek bu biraz eksik kalmış gibiydi).
Şimdi bu yazıyı okuyorsanız merak ediyorsunuzdur: “Madem bu kadar kötü, nasıl filmleri gişe rekorları kırmaya devam ediyor?”. Aslında bu durumu açıklamanın basit bir yolu veya tek bir cevabı olduğundan emin değilim. Ama benim yorumum sinemada fazla kafa yormak istemeyen seyircilere yönelik nasıl bir sunum yapacağını biliyor olması. Aslında cevap bu kadar yüzeysel de değil tam olarak. Yani “avamlar salonları dolduruyor onlar da Michael Bay filmlerine aşık” yorumu hem kolaycı hem de baştan savma. “Michael Bay, filmlerinde onca görkemi, iddiayı ve seksi/yakışıklı karakterlerin etrafında koca bir kaosu hiçbir şey anlatmayarak yaratıyor”, daha doğru bir cevap olabilir. Tüm sinema seyircileri nitelikli film izleyecek diye bir şey yok ve bunda bir günah da yok aslında.
Hatta bu iddiayı bir adım daha ileri götürmek isterim: Michael Bay aslında kötü filmleri ile bence sinemaya bir şekilde hizmet ediyor. En azından sinema salonundan içeri bir şekilde adım atmış birisinin, belki sonrasında başka filmler için gelmesini de sağlayabilir. Biraz iddialı ama umut herkesin hakkı sonuçta. Ayrıca nitelikli işlerin kıymetinin bilinebilmesi için kötülerin de gerekli olduğuna inanan birisiyim ben. Bence bir(den fazla) Michael Bay veya Roland Emmerich filmi izlemeden iyi film algımız biraz zayıf kalırdı.
Sürekli dalga geçip aşağılıyoruz ama bir garip gerçek var hepimizi rahatsız edebilecek. Hazırsanız açıklıyorum: Michael Bay dünya tarihinin en çok gişe yapan 3. yönetmeni. İlk 2 sırada da Steven Spielberg ve Peter Jackson var. Sinemaya dair ilginiz ne düzeydedir bilemem ama sinemada herhangi bir sevdiğiniz büyük yönetmenin Michael Bay kadar gişe hasılatına kavuşmamış olması üzerinde biraz düşünmenizi istiyorum. Neyse Bayhem hakkında ansiklopedik bilgileri verdikten sonra son filmine bir göz atalım isterseniz.
Yönetmen: Yani ne desem inanın bilemiyorum. Yine belli başlı Bayhem unsurları kullanılarak çekilmiş bir film. Tam bir Michael Bay filmi. Ne eksik ne fazla. Ama inanın onun haricinde bir şeyler söylemekte zorlanıyorum. Michael Bay’e dair tek bir cümle kursam kendimi kolaycı hissedebilecekken fasiküller dolusu konuşsam boşa emek harcamış gibi hissedeceğim. O yüzden çok fazla zahmete girmek istemedim.
Senaryo: Senarist daha önce hiç sinema işi yapmamış, çoğunlukla TVlere eser vermiş birisi. Önceki işlerinin bu filmle uzaktan yakından alakası yok. Hoş bin yıldan beri sinemaya eser vermiş olsa da bir şey değişmezdi diye düşünüyorum. Zaten bir Bayhem çıkacaksa neden derinlikli ve anlamlı konuşmalar olsun. Veya karakterlere dair içsel ipuçları verilsin. Veya aptalca espriler yapılmasın. Oscar ödüllü bir senarist bile olsaydı sonuç değişmezdi ama Chris Fedak’ın sığ metni ile daha bir değişmemiş.
Oyunculuk: Jake Gyllenhaal ve Yahya Abdul Mateen II iyiler, kadronun geri kalanı da fena değil. Ama bu film özelinde oyunculuğun hiçbir kıymeti yok. Michael Bay filmlerinde her zaman patlamalar, renk cümbüşü ve saçma kamera açıları başroldedir. Canlı kanlı oyuncular ise sadece figürasyon.
Sinematografi/ Diğer: Müziklerin bahsini bile edemeyeceğim çünkü filme dair bir tını vardıysa dahi ben uyanık kalmaya çabalarken duyamadım. Görsel açıdan da şimdiye dek alıştığımız ne varsa, dozu biraz azaltılmış şekilde burada da var.
Kurgu: Hehehe, hehe… Gerek var mı acaba? Yani filmin başından sonuna kadar bayağılık akarken kimse kurgu için bir şey yapar mı ekstradan? Hele ki bu film için. Künyede 3 isim yazıyor kurguda. Bence o üçlü hayatlarının en kolay parasını kazanmışlardır.
Son söz: Hiç öyle lafı uzatmadan söylemeyi görev bilirim: Son yıllarda en çok zorlandığım seyir tecrübelerinden birisiydi benim için. Her saniyesi tahammül sınırlarını zorlayan, izleyici algısıyla dalga geçen bayat, bayağı ve cafcaflı bir film. Ama sinemadan dönüşte birbiri ardına 3 film izledim, sanki bin yıldır izlemiyormuş gibi. Sadece bu filme dair anıları sistemimden dışarı atmak için ve biraz da filmin doğası gereği (akılda kalacak bir iş olma iddiası yok) böyle oldu. Bu son Michael Bay filmi şu yazı kadar aklımda kalır diye umut ediyorum.