[voiserPlayer]
Bu film hakkında yazmanın benim için oldukça zorlayıcı olacağını belirterek başlamak istiyorum. Çünkü bu film beni hayata dair bambaşka bir noktaya çekti. Çok hassas noktalara değinmesiyle içimi paramparça etti. Bir saat otuz altı dakikalık filmin bu denli etkileyici olması gerçekten takdir edilmesi gereken bir durum. Filmi üç kez izleyince ayrıntılar çok daha vurucu bir şekilde anlam kazanıyor.
Film, bir baba ile kızının Türkiye’de yapmış olduğu tatili anlatıyor. Ama bunu klasik bir film formatında değil de yıllar sonra bu tatili hatırlayan birisinin zihninden geçenler olarak sunuyor. Nitekim öyle de. Kız çocuk karakteri olan Sophie büyümüştür ve kendi ailesi vardır. Bir de küçük bir bebeğe sahiptir. Kendi otuz birinci doğum gününde, babasının otuz birinci doğum gününü hatırlar. Babasının otuz birinci doğum günü, kendisi on bir yaşındayken babasıyla yapmış olduğu son tatile denk gelmektedir.
Sophie’nin anne ve babası ayrıdırlar. Bu ayrılığın hem babası Calum için hem de Sophie için çok zor olduğu film boyunca anlaşılmaktadır. Calum, genç yaşta baba olmuş, eşiyle ayrılmış ve çocukluğunda yeterli sevgi görmemiş bir karakterdir. Bu haliyle hayatta tutunabilecek pek bir şeyi kalmadığını hissetmektedir. Otuzlu yaşlarında artık hayata dair bir inancı kalmamış, hayatını yeniden düzene sokacağına dair ümitlerini yitirmiştir.
Film, Sophie’nin, babası Calum’a 11. doğum gününde ne yaptığını sorması ile başlıyor. Calum bu soruyu duyunca sanki içinde mevcut olan bir yaranın kabuğu kopmuş ve bu yara tekrar kanamaya başlamıştır. 11. doğum gününü kimse hatırlamamıştır. Doğum günü olduğunu kendisi ailesine söylemiştir. Annesi kulağından çekip hediye alması için babasıyla oyuncakçıya göndermiştir.
Filmde, söz konusu tatil boyunca kamera ile bazı anların videoları çekilmiştir. Bu anların duygusallığı küçük kız tarafından o an tam anlamıyla anlaşılmamaktadır. Ancak Sophie tatilin ilerleyen günlerinde babasını daha iyi anlamaya başlayacaktır. Sophie, aynı zamanda kendi benliğinin de farkına varmaktadır. Bu tatil kızın hayatı için de bir şeylerin değişmeye başladığı dönüm noktalarından birini oluşturacaktır.
Tatil devam ederken Sophie, akşam herkesin şarkı söylediği bir platformda babasıyla çıkıp şarkı söylemek istemiş ancak babası ona katılmamıştır. O da tek başına şarkıyı söylemiştir. Bu şarkının sözleri çok anlamlıdır:
“Hayat, daha büyüktür. Senden daha büyük, ve sen ben değilsin. Gideceğim mesafeler, gözlerindeki mesafeler olamaz, yine çok konuştum. Hayaller kurdum, köşedeki benim, sahne ışıkları altındaki benim, inancımı kaybediyorum, sana yetişmeye çalışıyorum, yetişebilir miyim bilmiyorum, olamaz yine çok konuştum. Yine de çok az şey söyledim. Güldüğünü duyduğumu sandım. Şarkı söylediğini sandım. Denediğini gördüğümü sandım. Bu sadece bir rüyaydı. Denedin, ağladın. Bu sadece bir rüyaydı, sadece bir rüya.”
Şarkının, “sana yetişmeye çalışıyorum, yetişebilir miyim bilmiyorum” kısmında Sophie’nin o anki halinde zihninde babasıyla olan dansı dönmektedir. Babasının yaşına gelmiştir, ancak babasına yetişebilmiş midir?
Babasının yanına geri geldiğinde, babasının sözlerine sinirle cevap vermiştir. Babasına parası olmadığını söyleyerek onu kırmıştır. Babası da oradan erkenden ayrılarak kızını yalnız bırakmıştır. Sophie, o akşam ilk defa biriyle öpüşmüştür. Bu haliyle o gecede, hayatının farklı bir yüzüyle tanışırken babası da sarsıntılı bir iç bunalım geçirmektedir. Calum o an muhtemelen çok kötü bir durumdaydı, o sebeple kızına eşlik edemedi. Ancak Sophie onu tam anlayamadığı için sert bir şekilde yargılamıştır.
Sophie odaya geldiğinde babası derin bir uykuda olduğundan kapıyı açamamıştır. Bu sebeple resepsiyondaki kanepeye kıvrılıp uyumuştur. Sabah olduğunda bir otobüsle geziye çıkmışlardır. Bugün Calum’un doğum günüdür. Sophie otobüste babasının doğum gününü kutlamıştır. Daha sonra antik tiyatronun olduğu yerde insanları organize ederek babasının doğum günün kutlayacaktır. Herkes birlikte Calum’a dönerek şöyle der: “Çok iyi biri olduğun için hepimiz ona şöyle deriz, çok yaşa.” Bu anda Calum bir kırılma yaşar. Hayatı boyunca eksikliğini hissettiği sevginin küçük kızı tarafından kendisine gösterilmesi onu bambaşka bir noktaya itmiştir. Bu sahneden hemen sonra Calum’un ağladığı sahneye geçmesi de bunu gösterir.
Filmde hissettirilen Calum’un hasta olması ya da kafasına intihar etmeyi koyması, onun film boyunca karamsar kişilik özellikleri göstermesinin sebebi olabilir. Hayatında hiçbir şey istediği şekilde gitmemekteydi. Hayatın ona artık güzel hiçbir şey sunamayacağını düşünmekteydi. Kendisini hiçbir yere ait hissedemiyordu. Kendisini evinde hissedecek bir sevgi yoktu onun için.
Calum, tatillerinin biteceği son gece dans etmeye başlamıştı. Sophie’yi de dans etmesi için ikna etmeye çalışmıştır. Ancak Sophie dans etmeyi sevmediğini söyleyip babasını itmiştir. Otuz bir yaşındaki Sophie, o anı hatırladıkça her defasında babasına daha sıkı sarıldığını düşlemektedir. Geçmişi zihninde yeniden inşa etmektedir.
Son sahnede Sophie’yi havalimanından uğurlarken Sophie’nin ona son kez el sallaması da ayrılık acısını derinden hissettiren bir andır. Bu sahne insanı derin bir hüzne itiyor. O son kez bakış, son kez el sallayış…
Sophie ile Calum bir yerde yemek yerken fotoğraf çekilirler. O sırada arkada Candan Erçetin’nin Gamsız Hayat şarkısı çalıyordu. Şarkının sözleri çok manidardır. Sanırım Türk izleyiciler için güzel bir dokunuşta bulunmuşlar. Şarkının sözleri şöyle:
“Çok mu dertsiz duruyorum?
Uzaktan bakınca
Çok mu kalender sandınız?
Dert anlatmayıncaGamsız hayat, herkese başka sunar
Garip oyunlarını
Gamsız hayat, herkese başka kurar
Kahpe tuzaklarını”
Şarkının bu sözleri Calum’un hayatına dair ipuçları verir aynı zamanda.
Filmin birkaç günlük bir tatili anlatıyor olması, öncesi hakkında çok az bilginin verilmesi, eksikleri arasında sayılabilir. Ancak bu eksik yanları izleyiciye, “siz kendi kafanızda istediğiniz şekilde tamamlayın” der gibi sunmuşlar. Nitekim tatilden sonra Calum’a ne olduğu tam anlaşılamasa da izleyenlere Calum’un bir şekilde öldüğü hissettirilmiş.
Sophie’nin geçmiş anılarında baba profili, babasının yaşına geldiğinde farklı bir noktaya eriyor. Kendisi de bir ebeveyn olunca babasını çok daha iyi anladığını ve izlediği tatil videolarında farklı bir baba ile karşılaştığını söyleyebiliriz.
Calum’un film boyunca sergilediği karakter, aslında hayatta tutunabileceği bir dalı olmayan bir insanın karakteridir. Hayat elinden her şeyi aldığında insanı bu hale sokuyor. Bir kızı olmasına rağmen hayata tutunamıyor. Üstelik kızına da lüks fırsatlar sunamamış olmanın suçluluğunu hissediyor. Calum’un üzerinde, kızıyla son kez bazı anıları paylaştığını bilmenin ağırlığı mevcuttur.
Aftersun’daki baba rolüyle Paul Mescal, Bafta En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü geçen günlerde gerçekleştirilen törende alamamış olsa da En İyi Erkek Oyuncu Oscar Ödülü’ne adaylığı devam ediyor. Ödülü almasını tüm içtenliğimle istiyorum.
Bu yazıyı yazma ve geliştirme aşamasındayken ülkemizin on şehrini etkileyen büyük bir deprem felaketiyle sarsıldık. Binlerce insanımızı kaybettik. Binlercesi de yara aldı. Milyonlarca insanı direkt olarak etkiledi. Kimimiz sevdiklerimizi, arkadaşlarımızı, akrabalarımızı kaybettik. Hangi anımızın sevdiklerimizle son anımız olduğunu bilmeden yaşıyoruz. Böyle bir gerçekliğin olduğu dünyada birbirimize nazik ve kibar olmamız gerektiğini biliyorum, düşünüyorum.
Ayrıca depremde hayatını kaybeden vatandaşların büyük çoğunluğunun sorumsuzluk ve denetimsizlik sonucu hayatını kaybettiğini bilecek idrak seviyesine sahibiz. Kader planı diyerek bizleri -vatandaşları- kandırabileceklerini düşünenlere, defterimize not ettik diyerek vatandaşları tehdit edenlere gün gelince cevabın verileceğini umuyorum.