Daktilo1984 ekibi olarak 12 Haziran 2025’te “Türkiye ve Uluslararası Fon Ekosistemi” adlı bir rapor yayınlamıştık. Bu rapor vesilesiyle “Türkiye’de Fon Ekosistemi ve Sivil Toplum” konusunu daha derinlemesine incelemek için bir röportaj serisi hazırladık. Serimizin dördüncü ve son röportajını, edebiyatçı ve sivil toplumcu Pınar İlkiz ile gerçekleştirdik.
Türkiye’de, uluslarası kurumlardan fon alarak sivil toplum faaliyeti yapmak sizce nasıl algılanıyor?
Bu soruya, soruyla karşılık vererek başlamak istiyorum. Kim tarafından? Sivil toplumun içinde bu konuya dair ayrı bir tartışma, sivil toplumun dışında bambaşka bir tartışma var. Öncelikle kendisini sivil toplumun dışında konumlandıranlar açısından konu dönüp dolaşıp itibara geliyor ve fonlar sivil toplum kuruluşlarının tepesinde Demokles’in kılıcı gibi bu konuda.
Kendisini içeride konumlandıranlarda gözlemlediğim ise işin sürdürülebilirliği ve insan kaynağı. Fasit bir daire söz konusu, büyük bir sivil toplum kuruluşuysa, daha doğrusu yeter sayıda insan kaynağı olduğunu düşünüyorsa ve bu insan kaynağı da dil bariyerine takılmıyorsa, birçok fona erişim sağlayabilir ve fon başvurularını yazabilir durumda demektir.
Ama asıl fona ihtiyaç duyan, görece daha az sayıda insan kaynağı olan ya da insan kaynağı dil bariyerine takılan sivil toplum kuruluşları ne yapacak? Belki görece büyük bir sivil toplum kuruluşunun o fonu alması yerine yereldeki görece küçük bir sivil toplum kuruluşunun o fonu alması, o fona erişebilmesi çok daha kalıcı ve büyük bir etki ve hatta dönüşüm yaratacak, maalesef bilmiyoruz.
Dolayısıyla “fonları alabilen” ve “fonları alamayan” şeklinde de ayrılabiliyor bu algı, bu da çok yanıltıcı bir şekilde kurumun gücüne işaret edebiliyor.
Uluslararası kurumlardan fon alarak yaptığınız çalışmalarda “fonculuk” ile suçlandığınız oldu mu?
Benim çalıştığım sivil toplum kuruluşu fon ile çalışmıyordu, dolayısıyla bu konuda bir deneyim aktaramam. Fakat farklı sivil toplum kuruluşları ile çalışmaya başladığımdan beri şunu görüyorum: Sivil toplum kuruluşları sürekli kendilerini aklama çabası içine giriyorlar. Çünkü “fonculuk” artık bir “hakaret.” Dolayısıyla bir gün uyanıp çalıştığınız ya da kurduğunuz sivil toplum kuruluşunun hangi listede yer alıp hangi tür fonculukla suçlandığını kontrol eder hale geliyorsunuz.
Sizce uluslararası kurumlardan fon almak bağımsız faaliyette bulunmayı engelliyor mu?
Bağımsızlığının kısıtlanacağını düşünen kuruluş fona başvurmaz. En azından düz bir mantıkla insan bunu düşünüyor. Çünkü fonların başvuru koşulları belli, sivil toplum kuruluşundan ne istediği belli. Taahhütler karşılanmazsa fonu devam ettirip ettirmeyeceği de belli. Geniş çerçevede baktığımızda fon, şartlı bağışın bir türevi.
Dolayısıyla bu koşulları bildikten sonra o fon bağlamında herhangi bir bağımsızlığa engel olduğunu düşünmüyorum. Çünkü sivil toplum kuruluşları zaten, normal şartlar altında, kendi çalışma alanlarına uygun fonlara başvurabiliyor.
Buraya kocaman bir FAKAT koymak gerekiyor, sivil toplum kuruluşu bazı fonları alabilmek için bazı faaliyetlerine otosansür uyguluyor mu? Evet. Fonverenin genel tavrını, duruşunu, daha önce nasıl projeleri desteklediğini ya da reddettiğini bilen bir sivil toplum kuruluşu, faaliyetlerine bu doğrultuda otosansür uygulayabiliyor ya da geçici olarak gölgede bırakacak adımlar atabiliyor.
Sizce Türkiye’de fonlar ne kadar etkin kullanılıyor?
Burada konuşmamız gereken konu sürdürülebilirlik. Fonların çok azı çekirdek fonlama (core funding) sağladığı için kira, maaş, genel giderler gibi kalemler karşılanmıyor. Dolayısıyla sivil toplum kuruluşu derdini anlatma ya da işlerini görünür kılma konusunda proje bazlı işe alımlar ile geçici bir yükselişe geçebiliyor. Burada sorun bunun sürekli kılınmadığı, bilgi becerinin kuruma katılmadığı noktalarda başlıyor.
Bununla beraber bazı sivil toplum kuruluşlarının belirli akımları, toplumsal olayları takip ederek çok da çalışma alanı dahilinde olmayan konularda fonlar alıp çalışmalar yürüttüğü de görüldü. Ortaya nihai faydalanıcı için iyi işler çıktı mı, elbette. Fakat burada soru, ana çalışma konusu o fonun desteklediği konu olan bir sivil toplum kuruluşu o fonu “daha mı çok hak ediyor”? Yine kurumların görece büyük ve görece küçük olması noktasına geliyoruz. Büyük olanlar fonlarla daha da mı büyüyor, mahrum kalan küçükler daha da mı küçülüyor?
Dolayısıyla “etkin” kullanımdan ne bekliyoruz? Kurumun yararına mı, nihai faydalanıcının yararına mı? Peki ya sivil toplum ekosistemine yararı ve diğer sivil toplum kuruluşlarının gelişimi için yaratacağı kalıcı etki…
“Fonculuk” suçlaması Türkiye’deki sivil toplum için ne gibi tehlikelere yol açıyor?
Öncelikle “fonculuk”un bir suçlama olarak kullanılmasından vazgeçilmesi gerek. Fon, bir sivil toplum kuruluşunun faaliyetlerini daha geniş kitlelere ulaştırması için çok verimli bir can suyu, bir itici güç aslında.
Fakat bu soruların sorulmasına sebep olan atmosfer bağlamında itibar, ardından da kendine yetebilirlik kaslarının zayıflaması diyebilirim. Bazı sivil toplum kuruluşları alacağını öngördüğü fonlar için kurulurken bazı sivil toplum kuruluşları sadece fon ile faaliyet gösterip yeniden kurulma işlemleri ile uğraşmamak adına tek bir çalışan bırakabiliyor bünyesinde. Fon bulduğunda ekibi yeniden topluyor mesela.
Bir diğer nokta da aldıkları fonu sağlayan ülke, yapı vb. her neyse onların “maşası” olma suçlaması. Bu da bu “fonculuk” suçlaması ile birlikte geliyor. A Vakfı’nın ya da B Konsolosluğu’nun verdiği fonun, o ülke ya da vakfın değerleri ile aynı çizgide olması dünyanın en doğal şeyi değil mi? Ben henüz tesadüf etmemiş olabilirim ama bugüne kadar bir sivil toplum kuruluşunun ilkelerine/değerlerine ya da çalışma şekline müdahale eden bir fon tecrübesi dinlemedim.
Sorularınıza daha çok soru ile yanıt verdim ama son olarak sizin “Türkiye ve Uluslararası Fon Ekosistemi” çalışmanızdan bir alıntı ile bitireyim: “Sanıldığı gibi toplum açısından ülkedeki gidişatın sorumlusu, uluslararası fonlardan faydalanan yerli kurumlar değildir.”