31 Mart yerel seçimlerine az bir süre kala İstanbul Büyükşehir Belediyesi için adaylıklar açıklanmaya devam ediyor. Ak Parti’den Murat Kurum, CHP’den Ekrem İmamoğlu, Zafer Partisi’nden Aziz Karamahmutoğlu, İYİ Parti’den Buğra Kavuncu’nun ardından geçtiğimiz günlerde Saadet Partisi de İstanbul adayını açıkladı. İstanbul Milletvekili Birol Aydın partinin İstanbul adayı olarak ilan edildi. Aydın’a Gelecek Partisi’nin de destek vereceği açıklandı.
Öte yandan, İstanbul için Dem Parti’den de sürpriz bir adaylık başvurusu geldi. Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş İBB için adaylık başvurusu yaptı. İstanbul’un sadece siyasi parti adayları değil, bağımsız adayları da dikkat çekici. Bir dönem İYİ Parti’de Genel Başkan Yardımcılığı görevi yapan ve 2023 Haziranında partisinden istifa eden Taylan Yıldız, sosyal medya hesabından İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkan adaylığı için bağımsız aday olduğunu açıkladı. Yıldız paylaşımında “İstanbullu yeni şeyler duymak, yeni dille sahici meseleleri konuşmak istiyor. Eski tip politikalar iflas etti.” ifadelerini kullandı. Yıldız’ın adaylığı bir dönem İBB Meclis Üyeliği yapması nedeniyle sosyal medyada sıkça tartışıldı. İBB Bağımsız Adayı Dr. Taylan Yıldız’a adaylık sürecini sorduk.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne aday olduğunuzu açıklamanız sosyal medyada çok konuşuldu. Bu kararı nasıl aldınız?
Ben bir partiye mensup olmadığım için benim arkamda sadece ve sadece gençler var. Onun için biz genç arkadaşlarımla istişare ederek, 8.000 tane gönüllümle her şeyi konuşarak gençlerin gündeminin, Türkiye’nin gündeminde ve İstanbul’un gündeminde ve bütçesinde yer alması gerektiğini düşündük. Dediler ki, biz şu anki adaylara bakıyoruz, oy verebileceğimiz birini bulamıyoruz. Ondan sonra ciddi bir kısmı da zaten sandığa gitmeyeceğini söyledi. Onun için biz sandığa gitmeyecek küskünlerin ve aynı zamanda da gençlerin çığlığını duymayacak adaylara karşı insanların rahatça oy verebileceği ve kendini ifade edebileceği bir başkaldırı hareketiyiz aslında. Yani biz itiraz hareketiyiz.
Gençlerin sandığa gitmemelerinin arkasında doğru aday olmaması mı, yoksa siyasetin çift kutba sıkışması mı yatıyor?
Aslında ikisi de aynı şeyin sonucu. Düşünün ki siz bir çocuksunuz. Anneniz ve babanız çekişmeli boşanıyor. İki taraf da ben haklıyım diyor. Ama o tartışma arasında çocuklar eziliyor. Onların psikolojik sorunları kimsenin umurunda değil; dersleri nasıl, kimsenin umurunda değil; harçlıkları yetiyor mu, kimsenin umurunda değil. Onlar tepişirken çocuklar orada yalnız kalıyorlar. Şu an gençlerin hissiyatı da aynen öyle. İktidarla muhalefet birbiriyle çekişirken, birbiriyle tepişirken oradaki gençler diyor ki, “Bizim sorunlarımızı kim anlatacak.” Onun için bizim yapmaya çalıştığımız şey, onların sorunlarını anlatmak ve İstanbul Belediye Başkanı olduğumuz zaman da İstanbul’un bütçesini ona göre yönetmek. Bakın bugün İstanbul’un bütçesinin sadece yüzde 1’i gençlere gidiyor. Hani ben bunu sokaktaki insana sorsam en insaflısı yüzde 5 der. Yani böyle çok ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Onun için biz dedik ki bu iş böyle gitmez. Sandığa gidelim, oy vermeyecek insanlar hadi hep beraber gelin, en azından demokrasiye katılımı da arttıralım. Şu an çok büyük bir sıkıntıya girdik. Ülkede insanların demokrasiye inancı azaldı. Bakın çok ciddi bir sorun bu. Ülkede insanların demokrasiye inancı azaldı.
Şimdi gençler diyor ki al birini vur ötekine. Adaylar kapalı kapılar ardında açıklanıyor. Hepsi al gülüm ver gülüm; delegeler, gizli toplantılar arada dönen ticari işler. Çocuklar salak değil. O çocuklar, annesi ve babası çekişmeli boşanıyor örneğine gidersek, yandaki aileye bakıyor. Fransa’ya İngiltere’ye bakıyor. Bizimkiler de onun için çok büyük bir travma yaşıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin gençleri, ben isterim ki sandıkta bizim ismimizi gördüğü zaman rahatlasınlar desinler ki: Mutlu mesut kendimizin temsil edildiğini hissediyoruz. Bu nedenle aday oldum.
Adaylığınızı açıkladığınızda, kamuoyu sizi İmamoğlu’na rakip olmak ve oyları bölmekle eleştirdi. Siz bu eleştirileri nasıl yorumluyorsunuz?
Bence bu, bir kere seçmene inanılmaz büyük bir hakaret. Zaten Ekrem Başkan uzak ara farkla yenecekse zaten yenecektir. İnsanlarda o akıl var. İnsanlar der ki Ekrem Başkan çok iyi, ben oyumu ona vereceğim der. Yani orada 10 tane adayın yanında 11. Taylan olsa ne olur, olmasa ne olur? Ama demokrasi böyle bir şey. Bu bir seçim. Şöyle bir durum oldu: AK Parti diyor ki biz İstanbul’u yeniden fethedeceğiz. Ondan sonra Cumhuriyet Halk Partisi diyor ki, “Artık İstanbul benim kardeşim bizden başkasına yar olmaz.” Yani böyle bir sıkışmışlık olabilir mi? Demokrasi böyle bir şey, iddianızı ortaya koyarsınız, dersiniz ki ben daha iyi yönetirim. Şöyle eksiklikler gördüm dersiniz, insanlar da ona teveccüh gösterirler ya da göstermezler. Çok basit bir şey bu aslında. Şöyle bir romantizme de girmemek lazım: İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır. Ne oldu? İstanbul’u kazandık, Türkiye’yi kazandık mı?
İstanbul’un en büyük sorununu ne olarak görüyorsunuz?
İki tane çok önemli sorun var. Bir tanesi deprem. Biz bugün bunu yeterince konuşmuyoruz maalesef. Hatta şöyle bir şey söyleyeyim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaptırdığı bir analiz gördüm. Bu analizde 7.5 şiddetinde deprem olursa kaç kişi ölür projeksiyonu var. Mesela İstanbul’un, dezavantajlı konutları olan, tapu sorunu olan gecekondu mahalleleri var. Ayazağa’da 40-50 bin nüfus var bu şekilde. Tahmin edin bakalım kaç kişi ölür diye tahmin etmişler: Sadece 2 kişi! Koskoca 800 bin kişilik Bağcılar’da 1.500 filan diyor. Yani bir apartmanda 200 kişinin olduğu yerden bahsediyoruz. Şimdi bunlar çok komik şeyler. Bu şunu gösteriyor: Eğer siz koskoca Ayazağa’da sadece 2 kişinin canını kaybedeceğini düşünüyorsanız, belki de deprem meselesini yatırım olarak ciddiye almıyorsunuz. Ben hem Muğla’daki yangında çalıştım. Hem Hatay’daki depremde çalıştım. Şu an itfaiyelerin ortak bir telsiz frekansı bile yok. İstanbul’da yollara bir şey olduğu zaman, Bolu’dan Kırklareli’nden itfaiye geldiği zaman bunlar birbirleriyle nasıl konuşacaklar? Kimse bunları konuşmuyor. Bu İstanbul’un en kritik konusu. Bu nedenle ana temamızın bir tanesi bu, hem deprem öncesi kentsel dönüşüm hem deprem sırasındaki müdahale. 40 saniye 50 saniye önceden bildirime imkânı oluyor birçok depremde. Onun için yaşam saati projemiz var. Dezavantajlı yerlerde oturan 1 milyon kişiye dijital saat dağıtacağız. Dijital saatten deprem uyarı sinyalleri gidecek. Aynı zamanda Allah göstermesin bir yıkıntı altında kalmaları durumunda onların konumunu ve sağlık durumunu da dijital saatten tespit etmiş olacağız.
İkinci büyük sorun ise gençler. Artık gençler aç demek yeni bir şey değil, laf bile değil. Geçen yayınlandığım video şu an herhalde Türkiye’de 300 bin civarı izlendi. Dedim ki, bir genç bir günde azıcık bir şey yese, içse, sinemaya gitse ne kadar para harcar? 895 TL tuttu. Hiç kimse dışarı çıkamıyor, burnunu dışarı çıkaramıyor. Çünkü Marmaray’a bile 20 TL basıyorsunuz, 30 TL basıyorsunuz. Bir yere gidip geliyorsanız toplu taşımayla bile günlük 80 liraya 100 liraya geliyor. Gençler aç. Onun için biz bir tane gencin bile aç olmadığı bir sistem kuracağız. Hatta bir de biralı versiyonunu çekeceğim. İlk videoda genç birey ne içti, ne konsere gitti, ne başka bir şey yaptı. Şimdi bir de onu çekeceğim. Akşam otobüse bineceğim, Kadıköy’e gideceğim, bira içeceğim, patates yiyeceğim, hamburger yiyeceğim. Sonra bir de konsere gideceğim. Sonra oradan yurda döneceğim. Bakalım ne kadar tutacak? Bu neden önemli biliyor musunuz? Gençler artık diyor ki, “Abi benim derdimi kimse duymuyor.” Ben gençlerin derdini söyleyene kadar bir Allah’ın kulu söylemedi. İktidarı muhalefeti o kadar milletvekili var. O kadar genel başkanımız, o kadar bakanımız var. Komik değil mi biraz? Kaç milyon genç var. Onların derdini söylemek bir Taylan’a mı kaldı şu dünyada?
AK Parti Adayı Murat Kurum’un gençlere yönelik vaatlerini nasıl yorumluyorsunuz?
Hiç samimi değil. Bir kere iktidar olmasanız, ilk defa çıkan bir aday olsanız taze gelin gibi, tamam anlarım, bunları söyleyebilirsiniz. Bilmediğimiz bir insan olsa bunu söyleyebilir. Ama siz Türkiye’deki bütün festivalleri yasaklayıp onların önüne bin bir türlü engel koyan bir iktidarın parçasısınız. Hal böyle iken İstanbul’da festivaller yapacağız demesinin anlamı yok ki. Onların festivalden ne anladığını hepimiz biliyoruz. Hiçbiri gençlerin eğlenmek isteyeceği, orada gerçekten özgür gençliğini yaşayabileceği ortamlar değiller. Onlarla biz aynı dünya görüşünü savunmuyoruz. Yani bu vaatler samimi değil.
Bir ikincisi, bakın bugün çocuklar Marmaray’a biniyorlar. 3 kontör basıyor. Bir kere bindiğiniz zaman 4 kontör basıyor. Düşünün, Ulaştırma Bakanlığı bunun tarifelerini belirliyor. Sıfırlasana bunu kardeşim. Madem gençleri bu kadar düşünüyorsun, bunları yapmak İBB Başkan Adayı olunca mı aklınıza geldi? İstanbul seçimlerine mi kaldınız yani? İktidarda olup da tüm bunları başkan olunca yapacağını söylemek çok boş iş. Bugün İstanbul’da hala metro yarışı var. İstanbul Belediyesi metro yapıyor. İktidar diyor ki onlar metro değil “U” diyor. Gidip turiste anlatamıyorsunuz. Hangisi “M” hangisi “U” hangisi Marmaray. Nasıl bunlar birbirine birleşik, hepsinin beş tane ayrı ismi var. Resmen devlet belediye ile yarışıyor. Madem yarışıyorsun o zaman gençlere hizmette de yarış, ama o konuda yarışmıyorlar.
Siz genç nüfusun ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaksınız?
Birçok projemiz var. Gençlere sosyal yardım yapmak bir tercihse gençlerin her gün ulaşım için harcadığı para yalnızca 1 TL olacak. Bunun sebebi sadece onlara sosyal yardım yapmak değil. Bir yere ulaşamayan genç mülakata da gidemiyor, okula da gidemiyor. Kendini de geliştiremiyor. Bu genç ileride nasıl kendini geliştirip de şirket kurup devlete vergi verecek? Bizim yaptığımız iş bu aslında, Türkiye’nin geleceğine de yatırım. Bunu böyle görmek lazım.
İkincisini zaten söyledik, aç genç kalmayacak. Bunlar çok kritik işler. Ama bu noktada çok daha vizyoner bir durum var aslında. O da şu: Türkiye’de artık şirketler çok kötü durumda, istihdam yaratamıyorlar. Herkes devletin gözünün içine bakıyor, aman çocuğumuz memur olsa filan diye. Halbuki biz dünyada işleyen emek piyasasına İstanbullu gençleri entegre edeceğiz. Bu çok eğlenceli ve çok güzel bir proje. Önce bir İngilizce devrimi yapacağız. Çocuklara İngilizce öğreteceğiz. Sonra dijital dünyada, İstanbul’da oturup Singapur’daki bir şirket için çalışmalarını sağlayacak becerileri öğreteceğiz. Ben bunları Çin’den gelen belediye başkanları ile de konuştum geçen sene. Dediler ki bizim bu konuda çok ciddi insan kaynağına ihtiyacımız var. Ben de dedim ki bizim burada İTÜ’de, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde okuyan canavar gibi gençlerimiz var. Gelsinler İstanbul’da bizim büyük şirketimizde uzaktan çalışsınlar dediler. Yani biz ne yapacağız? Bakın vizyon dediğiniz şey böyle bir şey. Dünyadaki işleri Türkiye’deki gençlerle buluşturacağız. Dolarla maaş almalarını sağlayacağız.
Eski bir büyükşehir belediye meclis üyesi olarak İmamoğlu belediyeciliğinin özellikle gençlerle ilgili hangi eksik kısımlarını gördünüz?
Gençlik kısmında şu eksik. Bakın ben yıllardır mücadele verdim burada. Ekrem Başkan’ın iyi yaptığı birçok şey de var, iyi gördüğüm her şeyi takdir ettim, kamuoyunda takdir ettim, gerektiği zaman fotoğraflarını paylaşarak takdir ettim. Ama yanlışları da her zaman meclis kürsüsünde dile getirdim. Şimdi burada yanlış olan şeyler şunlar: Değişik politikalarında belediyenin 500 milyar lira bütçesi varsa Kredi Yurtlar Kurumundaki gençler açken siz nasıl bütçenin yalnızca yüzde birini gençlere ayırıyorsunuz? Ben dedim ki bakın yirmi tane yurt var, bunların hepsine sabah akşam sıcak çorba, sandviç vesaire götürelim. Projelendirdim ve maksimum üç tane yurda götürebildim. Ben ayrıldıktan sonra o da bitmiş.
Biz metrolara internet getirdik. Ben ayrıldıktan sonra yeni metro duraklarına internet kurulumu yatırımları da durmuş. Yani bu bana şunu gösteriyor, ben ittirdikçe orada gençlerle ilgili bir şey olmuş. Ben ittirmeyince durmuş. Demek ki İBB’nin önceliğinden öte bu benim önceliğimmiş. Ben bunu zaten kendilerine de açıkça söyledim, kamusal alanda da söyledim. Şimdi de söylüyorum, bunların yapılması lazımdı. Ama gençleri önceleyen zihniyeti göremedim açıkçası. Onun için gençliğin bayrağını biz taşıyoruz.