[voiserPlayer]
Geçtiğimiz günlerde SAGE Yayınevi’nin Party Politics (Parti Siyaseti) dergisinde İngilizce bir makale yayınlandı. Makale, Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmesiyle oluşan yeni parti kutuplaşması ve medya-siyaset ilişkisi üzerine önemli bulgular ortaya koyuyor. TBMM milletvekillerini takip eden üç milyon Twitter kullanıcısı ve son 5 yılda yapılan 12 milyon sosyal medya paylaşımını takip eden akademik çalışmayı, araştırmanın yapıldığı Sciences Po Paris’in Max Planck Enstitüsü’nde doktora çalışmalarına devam eden Ömer Faruk Metin ile konuştuk. Büyük bir veri havuzu kullanarak yaptıkları çalışmadan yola çıkarak, Metin’in Türkiye’de ana akım medyanın ortadan kalkışı, medya sahipliğindeki holding etkisi ve haber tüketimi üzerine yaptığı gözlemleri sizlerle buluşturuyoruz.
Röportajda bahsedilen makalenin orijinaline bu linkten ulaşabilirsiniz: https://journals.sagepub.com/doi/abs/10.1177/13540688221135019
Makalenizdeki çalışmayı kısaca anlatır mısınız?
Makale aslında iki temel soruya odaklanıyor. Bunlardan ilki, özellikle 2018’den sonra akademi camiasında ortaya çıkan bir tartışmaya yönelik. Hatta bu mesele toplumsal tartışmaya da dönüştü yer yer. Türkiye’deki siyasi partiler topografyası dediğimiz; siyasi partilerin, parti temsilcilerinin veya parti destekçilerinin birbirine olan uzaklığını, dinamik olarak nasıl tespit edebiliriz? Bu siyaset bilimi literatüründe partilerin ayrımı, bölünmesi şeklinde yorumlanıyor. Partileri bölen ana unsur nedir? Hangi partiler birbirine ne kadar uzaklıktadır ve bu uzaklığı belirleyen ana tartışma konusu nedir? 2000’lerin başlarına kadar, hatta 2010’lara kadar Türkiye’de partileri bölen ana konunun aslında din-sekülerlik ve etnik kimlik tartışmaları olduğunu biliyorduk.
Ancak bu durum değişiyor. Bu değişimdeki en önemli sebeplerden ilki, hiç şüphesiz Türkiye’deki hızlı demokratik gerileme. Geçtiğimiz yıl yayınlanan V-Dem raporuna göre, Macaristan ve Polonya’dan sonra Türkiye, 2010-2020 yılları arasında en hızlı demokratik gerileme yaşayan üçüncü ülke. Biz makalemizde, Türkiye’deki hızlı demokratik gerileme ve otoriterleşmenin, çok temel demokratik konuları; örneğin parlamenter demokrasi, kurumların bağımsızlığı ve sivil özgürlük talepleri gibi kaygıları, parti siyasetimizin merkezine taşıdığını söylüyoruz.
Bu değişimdeki ikinci ana unsur ise, ki biz bunun büyük bir kırılma anı olduğunu iddia ediyoruz, 2017 referandumunun yalnızca anayasada değil, parti siyasetinde de sistemik bir değişim oluşturması. Muhalefetteki merkez sağ ve merkez sol partileri, uzun bir aradan sonra ilk kez, düzenli olarak bir masa etrafında toplanıp seçim koalisyonunu ve Türkiye’nin geleceğini konuşurken buluyoruz. Bir tarafta AKP-MHP arasındaki koalisyon, diğer tarafta Millet İttifakı, öteki tarafta ise siyasi ve adli baskı altında kendini konumlandırmaya çalışan HDP. Makalemizi oluştururken ilk sorumuz, tüm bu ekosistemi nasıl bütüncül şekilde görselleştirebiliriz olmuştu.
Makaledeki ikinci büyük sorumuz ise medyanın parti polarizasyonundaki konumuydu. Yani geleneksel medyanın, TV ve gazetelerin, siyasi kutuplaşmada nasıl bir rol üstlendiğini sorguladık. Ana akım medyanın ortadan kalkışını, medya sahipliğinde holdingleşme trendini, yabancı basın ve TRT’nin rolünü siyasal kutuplaşma etrafında anlamlandırmaya çalıştık.
Anladığım kadarıyla medya sahipliği konusunun bu polarizasyonda çok merkezi bir konumda olduğunu söylüyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Medyaya dair gözlemlerimizi kısmını üç ana başlıkta değerlendirdik. Öncelikle bir haritalandırma yaptık. İstatistiksel yöntemler kullanarak, iki boyutlu düzlemde hem parti milletvekillerine hem de milletvekillerini takip eden Twitter takipçilerine siyasi skorlar verdik. Böylelikle kimin Millet İttifakına, kimin Cumhur İttifakı’na, kimin HDP’ye siyasi olarak daha yakın olabileceğini bir anlamda ölçmüş olduk.
Daha sonra ise TBMM milletvekillerini takip eden Twitter takipçileri arasından rastgele seçtiğimiz yüz bin hesaptan düzenli olarak tweet’ler topladık. Bu insanların son 5 yılda attığı linklere, paylaştıkları haber sitelerine odaklandık. Öncelikle medyada devlet mülkiyeti meselesinin haber tüketimine olan etkisini anlamaya çalıştık. TRT, ağırlıklı olarak hangi siyasi parti destekçileri tarafından paylaşılıyor? TRT’ye kıyasla Türkiye’deki yabancı medya ne kadar ana akım rolünü üstlenmiş durumda gibi sorular sorduk. Bunları da istatistiksel olarak görselleştirdik.
Tam bu noktada, örneğin Doğan Grubu’nun Demirören’e geçmesi sürecinin üzerinde özel olarak durmuşsunuz. Bu el değiştirme sürecinden sonra tüketici profili ne kadar sürede değişti?
Hızlı bir değişim yaşanıyor. Doğan Grubuna bağlı medyanın Demirören Holding’e geçmesiyle birlikte el değiştiren medya kurumları tamamen yeni bir istikamete yönelmiş durumda. Ben bu noktada özellikle CNN Türk’ü ilginç buluyorum. Geçtiğimiz yaz yaptığım küçük bir araştırmanın sonuçlarını Daktilo 1984 için de kaleme almış ve CNN Türk’teki siyasi tartışma programlarına sürekli aynı insanların katılmasının rahatsız edici bir düzeyde olduğunu söylemiştim. CNN Türk, eşleniği olan NTV ve Habertürk ile karşılaştırıldığında, gözle görülür şekilde katılımcı çeşitliliğinin düşük olduğu bir mecraydı ve bu durum makaleden önce de gözlemleyebildiğimiz bir durumdu.
Bu yüzden özel olarak CNN Türk’teki yönetim değişimine makalede özel bir başlık ayırdık. 2017’ye kadar CNN Türk haberlerini paylaşma trendi siyasi topografyanın merkezinde bulunuyordu; pek çok farklı siyasi görüşten, farklı partilere sempati duyan insan CNN Türk’ü şöyle veya böyle benzer sıklıklarla paylaşıyordu. Ancak el değişiminin yaşandığı 2017’den sonra, her sene daha fazla olmak üzere, CNN Türk haberlerinin iktidara yakın Twitter hesapları tarafından daha fazla paylaşıldığını görselleştirdik. Hakikaten hızlı bir değişim yaşandı. Çalışmamıza göre iktidar milletvekillerini takip eden insanlar, CNN Türk’ü ve Demirören Gruba satılan diğer medya kurumlarının içeriklerini çok daha sıklıkla paylaşıyorlar.
Biz çalışmamızda içerik analizi yapmadık. Bu trendin neden böyle olduğu, metodolojik olarak anlayabileceğimiz bir şey değil. Bizim buna yönelik tahminlerimiz de aslında herkesin aklına gelebilecek ihtimaller. Belki bu insanlar, CNN Türk’ün gittikçe daha fazla kendi siyasi görüşlerine uygun tarzda haber yaptığını fark ediyorlar. Veya tam tersi şekilde muhalif insanların haber tüketimlerine aykırı bir habercilik anlayışı bu sonucu doğurmuş olabilir.
Araştırma sürecinde verilere nasıl ulaştınız? Twitter’daki hesapların hangilerinin gerçek, hangilerinin bot hesap olduğunu çalışmanızda nasıl ayırt ettiniz?
Bu güzel bir soru. İfade ettiğim gibi bu bir büyük veri çalışması. Bizim varsayımımız şuydu: Eğer bir insan, ağırlıklı olarak bir partiden milletvekillerini Twitter’da takip ediyorsa, biz bu Twitter kullanıcısının o partinin sempatizanı veya destekçisi olduğunu farz ediyoruz. Belki bir kişiye, 10 kişiye veya 100 kişiye baktığımızda bu çok büyük anlam ifade etmeyebilir. Bazen insanlar kendilerine siyasi olarak uzak buldukları milletvekillerini de sıklıkla takip edebiliyorlar. Ancak veriyi üç milyonluk bir büyük veriye çıkardığınızda, bir anlam ifade etmeye başlıyor. Kısacası mikro düzeydeki davranışlar bir araya gelerek bir örgü oluşturmaya başlıyor. Buna sosyolojide ve sosyal ağ teorisinde homofili prensibi deniyor. Bu prensibe göre benzer düşünen insanlar arasında yakınlık kurma eğilimi artıyor.
İfade ettiğiniz gibi karşılaştığımız bir diğer zorluk, bu hesapların bazılarının gerçek olmayan bot hesaplar olabileceğiydi. Ancak bu ayrımı yapmak artık gittikçe zorlaşmaya başladı. Çünkü Twitter botları da artık gittikçe daha karmaşık ve sofistike davranışlar sergileyerek insan davranışına benzer tepkiler kullanan paylaşımlar yapmaya başladılar. Botları tespit etmek için belli başlı metotlar var ama biz her metodun kendine ait dezavantajı olduğunu bildiğimiz için vaktimizi ve enerjimizi buna harcamak istemedik. O yüzden botları özel olarak ayıklamadık diyebilirim.
Son yıllarda yabancı medyanın daha görünür hale geldiğini görüyoruz. Yabancı medya tüketimi neden Türkiye’de bu kadar çok arttı?
Evet, özellikle 2015’ten sonra hem Türkçe yayın yapan yabancı medya kurumlarının sayısında bir artış oldu, hem de o kurumlarda çalışan Türk gazetecilerin sayısı gittikçe arttı. Aynı zamanda bu kurumlar arasında da iş birlikleri güçlendi. Örneğin, yakın bir zamanda 4 farklı batı merkezli medya kuruluşu bir araya gelerek +90 adında Türkçe yayın yapan bir Youtube kanalı kurdular. Farklı bir ülkede bu tarz bir girişimin olduğu bir örnek ben bilmiyorum. Çok büyük medya kurumlarının, birlikte mobilize olarak kurduğu bir Youtube kanalından bahsediyoruz. Diğer yandan Türkiye özelinde insanlar son 5 yılda BBC Türkçeyi daha aktif bir şekilde takip etmeye başladılar. Bu süreçte daha önceden ana akım medyada çalışmış çok iyi gazetecilerin bu kurumlara transfer olduğunu gördük.
Sadece Batı merkezli medya kurumları değil, Sputnik’te de benzer bir durum söz konusu. Hatta makalemizi dergiye yolladığımızda, bir akademisyenden gelen geri dönüşlerden biri de neden Sputnik’in Türkiye’deki muhalifler tarafından daha fazla tüketildiğiydi. Sputnik, kimilerine göre ilginç bir şekilde, Türkiye’de muhaliflerin daha ağırlıklı olarak tükettiği bir medya. Bunun sebeplerinden bence en önemlisi son yıllarda transfer ettikleri iyi gazeteciler. Burada aslında röportajın başlarında ifade etiğim şeye tekrar vurgu yapmakta yara var: Haber tüketim kültürü farklı siyasi gruplarda farklı trendler gösteriyor. İyi gazetecilik aslında belli toplumsal ve siyasi grupların teveccüh ettiği bir ürün.
2018 ve sonrasında birçok birbirinden farklı muhalif partinin ortak hareket etme emarelerini görüyoruz. Birbirinden taban tabana farklı muhalif partilerin ortak söylemi, ortak medya kullanımı sonucunda parti seçmenleri arasında ortak değerlerin arttığını söyleyebilir miyiz?
Türkiye’de ne yazık ki sivil toplum güçlü değil. Biz partilerin ayrımı tartışmasını yaparken aslında bunun gözle görülür toplumsal karşılıkları olduğunu iddia etmiyoruz. Çünkü özellikle son dönemde çok fazla tepeden inmeci bir siyasi dağılım var. Evet, kurumsal olarak partiler bir araya geliyorlar ama tabanda bunun temsiliyetinin ne kadar yüksek olduğu büyük bir tartışma konusu.
İkinci önemli mesele, seçimden sonra muhalefetteki bu birliktelik uzun süre devam edebilecek mi? Buna karşı bir yorum yapmak çok güç. Eğer iktidar el değiştirse, bu partiler ne kadar sivil özgürlükler ve demokratik değerler etrafında koordineli şekilde hareket etmeye devam edecekler, bunu kestirmek güç. Toplumsal olarak da bu grupları bir arada tutan şey, birbirlerine karşı olan muhabbetinden ziyade, ortak gördükleri büyük tehlike. Gelecekte eskiden tartıştığımız sorunlar veya parti çatlakları tekrar gündeme gelebilir mi? Bunları bilmek gerçekten zor. Bazı akademisyenler nispeten olumlu yorum yapsalar da ben o kadar ümitli değilim. İktidar değiştiği zaman bu sorunlar tekrar gündeme gelebilir, ana gündem maddemiz tekrar eski hesaplar olabilir.
Fotoğraf: Glenn Carstens-Peters