[voiserPlayer]
2018 sonundan itibaren Türkiye’de bir yeni partiler patlaması yaşandı: büyük partilerden kopan gruplar kendi partilerini kurdular. AKP’den ayrılan Ahmet Davutoğlu, Gelecek Partisi’ni; Ali Babacan, Demokrasi ve Atılım Partisi’ni; CHP’den ayrılan Muharrem İnce, Memleket Partisi’ni; Öztürk Yılmaz, Yenilik Partisi’ni; İyi Parti’den ayrılan Ümit Özdağ, Zafer Partisi’ni; Halkların Demokratik Partisi’nden ayrılan Ayhan Bilgen ise Türkiye’nin Sesi Partisi’ni kurdular. Bu sürecin siyasi hayatımız açısından bir nevi merkezkaç dönemi olduğunu söyleyebiliriz.
Bu partiler arasında en ciddiye alınmayanı, dahası müstehzi bir gözle karşılananı şüphesiz Yeniden Refah Partisi’ydi (YRP). Muhammed Ali Fatih Erbakan’ın -en azından kamuoyu nezdinde- Necmettin Erbakan’ın oğlu olmak dışında bir siyasi özelliği bilinmiyordu. Kendisi tabandan gelen, “kitlesi olan” bir politikacı olmadığı gibi hitabetiyle, “karizma”sıyla tanınan bir figür de değildi. Tam tersine, Necmettin Erbakan’ın vefatından sonra aile içi miras kavgaları bizzat Erbakan soyadını taşıyan bir politikacı için dezavantaj olabilecek şekilde basına aksetmişti. Fakat YRP’nin şimdiden Türkiye’deki siyasal İslamcı hareketin bir kısmının desteğini aldığı, bir kısmıyla da bir sempati bağı kurduğu görülüyor.
YRP, Saadet Partisi’nden (SP) ayrılan bir ekip tarafından kuruldu. SP, 2002 sonrasında daima küçük bir parti olarak kalmış olmakla beraber, parti içi rekabetler ve gerilimler zaman zaman kamuoyuna yansıdı, partideki ilk bölünme de YRP’nin kuruluşu değil. Hatırlanacağı gibi SP’deki ilk ayrışma 2010 yılında Numan Kurtulmuş liderliğinde kurulan Halkın Sesi Partisiydi (Has Parti). Kamuoyunda YRP ile mukayese edilmeyecek kadar ilgi gören Has Parti’nin ömrü sadece iki yıl sürdü, 2012’de AKP’ye iltihak ettiler. 2000’lerde İslamcı sağın en önemli lider adaylarından biri gösterilen Numan Kurtulmuş AKP’de önemli görevler aldı; hala da iktidar partisinin çok sınırlı da olsa bir “özgül ağırlığı” bulunduğunu söyleyebileceğimiz önemli isimlerinden biri.
Keza Abdülhamit Gül de Has Parti’nin Ankara İl Başkanı’yken AKP’de adalet bakanlığına kadar yükseldi ve vazifesinden affını isteyip koltuğunu Bekir Bozdağ’a bırakana kadar kamuoyuna -kısmen de olsa- bağımsız davranan bir bakan izlenimi verdi. Yine Has Parti’den gelip AKP’de bakanlık yapan bir başka isim de Binali Yıldırım hükümetinde sağlık bakanlığı yapan Ahmet Demircan’dı. Kısacası, Has Parti kökenli kadrolar AKP’nin bir şahıs şirketine dönüşmüş örgütsel yapısı içinde halen belli bir görünürlüğü muhafaza ediyorlar.
Has Parti SP’nin birçok şöhretinin içinde olduğu, tabir caizse ikinci bir “yenilikçiler hareketi” olarak teşekkül etmişti. YRP ise içinde Fatih Erbakan ve Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu dışında herhangi bir tanınmış figür olmadan, yine tabir caizse bir “gelenekçiler hareketi” olarak kuruldu. İki partinin kuruluşunun kopardığı gürültü arasındaki farkı anlamak için işin bu kısmını akılda tutmak gerekir. Bu bölünmeleri yaratan da bir noktada SP’nin kendine özgü iç yapısıydı: Necmettin Erbakan sağken partinin mutlak hakimiydi, ancak bu hakimiyeti tek başına değil (siyasi yasakların v.s. de mecbur etmesiyle) kamuoyunda “Aksaçlılar” olarak tanınan bir tecrübeli İslamcı siyasetçiler heyetiyle de belli ölçülerde yetki paylaşarak kullanırdı. Bu grupta ilk akla gelenler Oğuzhan Asiltürk, Recai Kutan, Şevket Kazan, Fehim Adak, Ahmet Tekdal, Süleyman Arif Emre, Yasin Hatipoğlu, Ali Oğuz’du. Erbakan’ın vefatından sonra bu ekip, tıpkı anaakım Nurculuk içinde Said-i Nursi’nin ölümünden sonra teşekkül eden “ağabeyler konseyi” gibi bir kolektif liderlik aparatına dönüştü. Özellikle Mustafa Kamalak’ın SP liderliğinde (2011-2016), bu kolektif liderlik aparatı kamuoyu önünde görünür haldeydi. 2016’dan sonra Temel Karamollaoğlu, Aksaçlıların vefatı ve sağlık sorunları nedeniyle güncel siyasetten uzaklaşması ile birlikte, bu modelden kısmen uzaklaşmış, kendi liderliğini inşa etmiş gibi görünüyor.
Has Parti, özellikle daha sonra siyasi hayatını CHP’de devam ettirmeyi tercih edecek olan Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu’nun söyleminde en açık ifadesini bulan bir “İslami sol” söylemi dillendirmeye çalıştı. Nispeten İslami kamuoyu dışındaki kamuoyuna da hitap etmeye gayret etti. Partide yine daha sonra CHP’de siyaset yapacak, Marksist çizgiden gelen Prof. Dr. Zeki Kılıçarslan gibi sol entelektüellere yer açtı. Bu stratejinin başarılı olduğunu söylemek güç; Has Parti katıldığı ilk ve son seçim olan 2011 seçimlerinde % 0,7 oy aldı ve özellikle seçim sonrasında tamamen silindi. (Aynı seçimde SP % 1,2 oy almıştı.)
Henüz seçimlerle sınanmamış olan Yeniden Refah Partisi ise üye sayısındaki hızlı artışla dikkat çekiyor. Mayıs ayı itibariyle 215.001 üyesi var. İyi Parti’nin 568.918, Saadet Partisi’nin 273.617, Deva Partisi’nin 153.596, Gelecek Partisi’nin 57.304, Memleket Partisi’nin ise sadece 22. 965 üyesi olduğu göz önünde bulundurulursa, bu sayının ne kadar ciddi olduğu anlaşılır.
YRP’yi anlamak için İlkan Dalkuç’un kavramsallaştırdığı AKP’nin sağı mefhumunu iyi incelemek gerekiyor.[1] Bilindiği gibi son yıllarda AKP’nin öteden beri mevcut İslamcı kimliği iyice belirginleşti. Bu belirginleşme söz konusu partinin geçmişte olduğu gibi siyasi pragmatizmden rahat faydalanma imkanını daraltıyor, eskiden yapabildiği bazı politik manevraları tekrarlamasına müsaade etmiyor. AKP’nin yarı içinde, yarı dışında dikkate değer bir İslamcı-reaksiyoner taban mevcut. Bu insanlar Aya Sofya, İstanbul sözleşmesi, antisemitizm ve aşı karşıtlığı gibi gündemler üzerinden mobilize oluyorlar. Komplo teorileriyle kurulmuş bir dünya okumaları var. Yeni Akit gazetesi ve Abdurrahman Dilipak gibi gazeteci-yazarlar kısmen bu grubun sözcüsü gibi görünüyor. Bu grup AKP’den nihai olarak kopmuş olmasa da kopuşlarının diğer AKP’den ayrılan partiler (Deva, GP) değil YRP üzerinden olması hayli muhtemel görünüyor. Bu grup ne AKP tabanının çoğunluğu, ne de Türkiye’de sağın en başat kitlesi, ancak mobilizasyon kabiliyetlerinden ötürü siyasette sayılarının ötesinde bir etki alanları var.
Bir açıdan bu kitleyi 1990’lar Refah Partisi tabanına benzetmek mümkün. 1983’te Refah Partisi’nin kuruluşundan 2001’de Fazilet Partisi’nin kapatılması ve İslamcı hareketin SP ve AKP olarak nihai ayrışmasına kadar İslamcı hareketin tarihi yeterince akademik ilgiye mazhar olmadı. Oysa yaşları yetenler söz gelimi 1994’teki Bosna Mitingi’nde ve Beyazıt meydanındaki protesto eylemlerinde kristalize olan RP içindeki, fakat RP dışındaki radikal İslamcılıkla da yolunu tam ayırmamış İslamcı enerjiyi anımsayacaklardır. Bu tabanın da radikal ve reaksiyoner karakteri barizdi, bugünkü AKP’nin bile anaakımı içinde soğurulamayacak bir uzlaşmaz İslamcı programı temsil ediyorlardı. Bu kitlenin, hayli daralmış bir takipçisi sayabileceğimiz bir politik çekirdek, yeniden siyasi sahnenin ışıklarını üzerine çekti. 1990’lardan farklı olarak da elinde sosyal medya gibi, bu tür siyasi propaganda ve toplumsallaşmaya son derece müsait bir mecra var.
Sekülerlik/İslamcılık üzerinden bakıldığı zaman bu kitlenin hayli farklı, hatta karşıt göründüğü Zafer Partisi tabanıyla da belli bir rezonans içinde olduğunu söyleyebiliriz. Aşılar[2] ve metaverse[3] konusundaki açıklamalarıyla gündeme gelen Zafer Partisi genel başkan yardımcısı Prof. Dr. Gülümser Heper’in temsil ettiği politik vizyon YRP çizgisinden çok da uzak sayılamaz. Öte yandan bilhassa sosyal medyada yaygın bir gündem maddesi haline gelen sokak köpekleri tartışmalarında da iki partiye eğilimli internet kullanıcılarının benzer pozisyonları, benzer bir dille savunduklarını görmek mümkün. Son tahlilde, Zafer Partisi’nin kendisini konumladığı seküler milliyetçi pozisyon ile YRP’nin çizgisinin uzlaşmasının imkanı yok. Yine YRP’nin de utangaç ve yumuşak bir dille de olsa, Suriyeliler ve düzensiz göç konusunda nispeten muhalefetin geneline yakınsayan bir politik pozisyonu benimseme eğilimi gösterdiğini söylemek hatalı olmaz.[4]
YRP’nin siyasi hayatımızda majör bir partiye dönüşmesi kısa vadede mümkün görünmese de, AKP’deki muhtemel bir çözülme durumunda bu partinin tabanında hak iddia edecek ve buradan belli bir kitleyi kendine çekecek bir hareket olacağını öngörmek isabetsiz olmayacaktır. Bunun en önemli sebebi de YRP’nin bir masa başı formülünden ziyade, sokakta, tabanda var olan bir siyasi gerçekliğe istinat ederek ve buradaki sert çekirdeği politize ederek örgütleniyor olması. Uzun lafın kısası, YRP’nin siyasi hayatımızda kalıcı bir parti olacağı açık.
[1] https://www.politikyol.com/akpnin-sagi-asi-karsitlari-ve-populizm/
[2] http://www.veryansintv.com/mrna-asilari-bir-trans-insan-projesi-mi/
[3] http://www.birgun.net/haber/zafer-partili-heper-gercek-bir-musluman-metaverse-in-yuzune-tukurur-393903
[4] Fatih Erbakan 10/09/2021 tarihinde “Bazı muhalif partiler, ‘Bu ne biçim iş, biz gelir gelmez aynen geldikleri gibi hepsini toplayıp geri göndereceğiz.’ diyorlar. Bu tabii hem uluslararası hukuk açısından uygun değil, hem de insani olarak uygun değil. Siz, gelen bu masum insanları ateş çemberinin içine göz göre göre nasıl göndereceksiniz?” derken, 19/04/2022’de “Burada hep söylediğimiz, bülbülü altın kafese koymuşlar ille de vatanım demiş. Suriyeli kardeşlerimizin ülkelerine dönmesi herkes için hayırlı olacaktır. Burada yaşamaları kendileri için de zordur. Dönmeleri en hayırlısıdır. Buna yardımcı olmak için her şey yapılmalıdır. Burada ticareti kurmuş, belli bir düzen oturtmuş, dönmek istemeyenlerin entegrasyonu sağlanıp Türkiye’de kalmalarına müsaade edilmelidir. Ekonomiye katkı sağlamış kişiler belli bölgelerde yoğunlaşmamak kaydıyla kalabilirler. Bu kısım ama çok az kısım olacaktır. Büyük çoğunluğun dönmeleri kendileri için de bizim için de en hayırlısı olacaktır.” ve 20/08/2022’de “’Zararın neresinden dönülürse kârdır’ diyoruz ve bir an önce Suriye yönetimiyle anlaşılması ve ülkemizde Suriyeli misafirlerimizin can güvenlikleri de teminat altına alınmak şartıyla ülkelerine gönderilmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Bu noktadan sonra kendi vatanlarına dönmeleri kendiler için de bizler için de en hayırlı olandır.” demiştir. Bu söylem değişimini kamuoyu baskısının ve reel politiğin YRP üzerindeki etkisinin sonucu olarak yorumlamak yanlış olmaz.
Fotoğraf: Kenrick Mills