[voiserPlayer]
Son yıllarda gittikçe artan “sosyal medya mahkemeleri” ve bu mahkemelerden çıkan tutuklama talepleri, Türk hukuk sisteminin bir parçası haline dönüşmeye başladı. Açıkça haksız ve hukuksuz olan tutuklamalar ile birlikte tutuklamanın tam olarak ne olduğunun ve ne anlama geldiğinin tartışılması elzem hale geldi. Son olarak sanatçı Gülşen’in tutuklanması da bu anlamda izaha gerek duyuyor.
Tutuklamanın ne olduğunun bu kadar yanlış anlaşılmasında, özellikle tutuksuz yargılama kararı verilen olaylarda basında ve sosyal medyada “serbest bırakıldı” ifadesinin kullanılmasının da etkili olduğunu düşünüyorum. Serbest bırakıldı ifadesi kullanıldığında toplumda sanki o kişinin yargılanma süreci sona ermiş ve cezasız kalmış gibi algılanıyor. Oysa esas olan tutuksuz yargılamadır ve tutuksuz yargılama kişinin cezasız kalacağı anlamına gelmez.
Tutukluluk aslında istisnaidir. Tutukluluk kavramının tarihsel olarak ne amaçlarla oluştuğunu bilmek ve bunları göz ardı etmemek gerekiyor. Buradaki temel amaç delillerin korunması ve sanığın kaçmasını engellemektir. Bu nedenle sosyal medyada detayı bilinmeksizin kamu vicdanı adı altında birilerinin tutuklanmasını istemek en basit tabirle hukuk bilmemek ve kötü niyetin yollarına taş taşımaktır. Tutuklama, Ceza Muhakemeleri Kanununda düzenlenen belirli hallerde talep edilen bir tedbirdir. Kişinin hakkında henüz suçlu olup olmadığı konusunda karar verilmeden önce uygulanan ve özgürlüğün kısıtlanması sonucunu doğuran bir tedbir olduğundan sıkı düzenlemelere tabidir.
Tutuklama, kişi yargılanırken kaçmasını önlemek, delil karartmasını önlemek gibi yargılama sürecinin korunmasını amaçlayan bir tedbir olsa da siyasal iktidar ve farklı görüşlere sahip sosyal medya mahkemeleri tarafından bir cezalandırma ve bir terbiye aracı olarak kullanılmaya başlandı. Bu da aslında hukuk güvenliği olarak nitelendirdiğimiz ve demokratik bir ülkenin olmazsa olmazı olan hukuka güven ve bağımsız yargıya inanç duygularını zedelemektedir.
Savcının tutuklama talep ettiği durumlarda tutuklama kararı veren hâkim, tutuklama kararını çok iyi gerekçelendirmelidir. Fiilin hangi suç ile neden ilişkilendirildiği, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda gösterilen hangi gerekçenin var olduğu, neden adli kontrol tercih edilmeyerek tutukluluk kararı verildiği ve neden bu kararın ölçülü olduğunun etraflıca açıklanması gerekir. Gerekçeli karar, hukuk güvenliği ilkesinin en temel gerekliliklerindendir ve de bu tutukluluk kararı da dahil olmak üzere her türlü mahkeme/hâkim kararını kapsar.
Ayrıca kanun bu konuda o kadar sert bir koruma öngörmüştür ki bazı hallerde hiçbir şekilde tutuklama kararı verilemez. Bu düzenlemeye göre (i) işin öneminin, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde tutuklama kararı verilemez; (ii) sadece adli para cezası gerektiren suçlarda tutuklama kararı verilemez; (iii) hapis cezasının üst sınırı 2 yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez. Tutuklama durumu, birey özgürlüğünün suçluluğu sabit olmadığı halde kısıtlanması anlamına geldiği için insan hakları belgelerinde de açıkça düzenlenmiştir. O nedenle de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi insan hakları mahkemeleri önünde de sıklıkla gündem olan, Türkiye’nin fazlasıyla ihlal aldığı ve tazminat ödemek zorunda kaldığı bir konudur.
Gülşen’in Tutuklanması
Geçtiğimiz günlerde Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 216’ncı maddesine dayanarak Gülşen hakkında başlatılan süreçte de tutuklama konusu tekrar gündemimize geldi. TCK 216’ncı madde “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik veya aşağılama” suçu olarak adlandırılmaktadır. Gülşen’in bir konserinde söylemiş olduğu ve 4 ay sonra video görüntüleri ile ortaya çıkan konuşması sebebiyle bu takip süreci başladı. Yukarıda da bahsettiğim gibi aslında tutuklamanın amacı delil karartmanın önlenmesi ve kişinin kaçma şüphesi olmasıdır. Peki bu olay özelinde bu amaçlara bir hizmet var mı?
Öncelikle gerçekleştiği iddia edilen bu suçun delilleri nedir: konserdeki konuşmanın video kaydı. Peki, bu kayıt kamu otoritelerinin elinde mevcut mu: mevcut. Bu durumda bu delilin karartılması mümkün mü: Hayır, değil. O halde delil karartma şüphesi tutuklama için bir gerekçe olamaz. Diğer gerekçe üzerine düşünelim o halde: kaçma şüphesi. Öncelikle Gülşen gibi geniş kitlelerce tanınan bir kişinin kaçması pek de kolay değil. Nitekim bu şüpheyi oluşturacak bir davranış tespit edildiyse dahi bu tutuklama kararında açıkça belirtilmeliydi. Buna ek olarak neden başka bir adli kontrol ile bu kaçmanın engellenemeyeceği de anlatılmalıydı. Oysa tutuklama kararında bu gerekçelerin hiçbirini göremiyoruz.
TCK’nın 216’ncı maddesindeki suçun işlenmesi için halkın, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen “tahrik” etmesinin gerçekleşmesi; buna ek olarak, bu tahrikten dolayı kamu güvenliği açısından “açık ve yakın bir tehlikenin” ortaya çıkması gerekiyor. Ancak bu olayda 4 ay önce yapılmış ve ne şekilde, kime yönelik yapıldığı açık ve net olmayan bir konuşma videosunun sosyal medyaya düşmesi sonrasında başlatılan süreçte açık ve yakın bir tehlikenin varlığından söz etmek mümkün değildir.
Zaten bu nedenle tutuklamaya sıra gelene kadar ortada suç bile olmadığını söylememiz mümkün olduğundan, tutuklu yargılama dahi hukuka ve hakkaniyete uygun değil. Gülşen’in tutuklanması olayı, tutuklamanın bir hukuki kurum olmaktan çıkıp, cezalandırma, hatta deyim yerindeyse terbiye aracı haline geldiğini gösteriyor. AİHM kararlarında özellikle mahkûmiyet kararı için bile yetersiz olan deliller ile gerçekleştirilen tutuklamaların, insan haklarına açıkça aykırı olduğu yönünde pek çok tespit var. Bu olayda da benzeri bir durum olduğunu görmek mümkün.
Tutuklama tedbiri hakkında sosyal medyada hoşumuza gitmeyen her fiilde çığırtkanlık yaparsak başka bir gün bizim fikirlerimiz ve fiillerimiz hakkında da bunun yapılacağı muhakkak. Bu nedenle, tutukluluğun amacının kamu vicdanını rahatlatmak olmadığını ve bunun bir cezalandırma amacı olmadığını hatırlamak gerekiyor. Yargı sürecinin sağlıklı işlemesi için, eğer gerçekten zorunlu ise, ancak o durumda bir kişi özgürlüğünden mahrum bırakılarak yargılanabilir.
Yazıyı Gülşen’in sözlerine atıfla bitirmek istiyorum: Elimizi kolumuzu da bağlasanız, bizi odalara ömür boyu da hapsetseniz, insan hakları ve hukuki normlar apaçık ortadadır ve bunları savunmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Fotoğraf: niu niu