[voiserPlayer]
Eğitim tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devlet tarafından finanse edilmesi gereken bir hizmet gibi ele alınır. Eğitim bir kamu hizmeti olarak sunulur ve bu durumun nedeni olarak sanılanın aksine, bireylerde yaşanan zihinsel ve fiziksel yetenek ve kapasite artışı değil, eğitim süreçleri ardından bireylerin arzulanan bir toplumsal düzen inşasına sağlayacakları dolaylı pozitif katkılar gösterilir. Eğitimde “komşuluk etkisi” olarak tanımlanan bu durum aslında hangi hizmetlerin kamu hizmeti olarak sunulacağının da belirleyicilerindendir. (Friedman, 1955: 2)
Aynı noktadan hareketle eğitim olanaklarına ulaşan birey sayısındaki artışın da oluşturacağı pozitif bir dışsallık söz konusudur. Bu yüzden eğitim herkes için belirli bir yaşa kadar faydalanılması zorunlu bir kamu hizmeti haline getirilmiştir. Böylece alınacak eğitimin süresi, türü, içeriği ya da bu hizmetten faydalanıp faydalanmama konularındaki kararlar ve tüm maliyetler devletlerce üstlenilmiş olup, bireylere bu konuda neredeyse hiçbir söz hakkı verilmemiştir. Sonuçta devletler kamu kaynaklarından eğitim hizmetlerinin organizasyon ve finansmanı için paylar ayırırlar. Kimi ülkelerde eğitim faaliyetlerinin finansmanına aileler, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları da katkıda bulunabilir.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin temel ortak özellikleri bu ekonomilerde eğitim gibi bireysel faydalarının yanında toplumsal faydaları da olan, karma mal niteliği taşıyan hizmet ve malların kamuca finansmanının zorunlu olmasıdır. Gelişmekte olan ülkelerin yapısal özellikleri arasında millî gelir seviyesinin düşüklüğü, gelir dağılımındaki eşitsizlik, sermaye birikiminin yetersizliği, okur yazar oranının düşüklüğü, hızlı nüfus artışı, kalifiye eleman yetersizliği, demokratik bir yönetimin bütün fonksiyonları ile işleyememesi gibi sorunlar görülür. Bunlar karşısında dengeli ve yeterli bir kalkınma hızına ulaşma, sosyal güvenlik ve barış, adil bir gelir dağılımı ile kaynakların etkin kullanımı gibi hedefler içinde eğitim hizmetleri kamusal yönü ağır basan ve kamuca finansmanı gerekli kılan bir faaliyet özelliği gösterir (Devrim-Tosuner, 1987: 80).
Türkiye’de yüksek öğrenim öncesinde gerçekleştirilen tüm eğitim faaliyetleri Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) üzerinden finanse edilir. 2019 yılında merkezi bütçeden eğitim hizmetlerine ayrılan payın %71,1 Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) ayrılmıştır. Aşağıdaki grafik MEB bütçesinin yıllar içerisindeki değişimini göstermektedir. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri arasında yer alan “Nitelikli Eğitim” hedefinin gerçekleşmesine yönelik adımlara bakıldığında eğitim bütçelerinin GSYH’ye oranının %4-6 aralığında olması gerektiği belirtiliyor. Türkiye bu hedefe en fazla 2014 yılında yaklaştı (%3,2). (Korlu, 2019: 24) 2019 yılı bütçesinde ise bu oran %2.6’da kalmıştır. 2019 yılı için MEB bütçesi 113 milyar 813 milyon lira olarak belirlenmiştir.[2] Bu bütçenin %83.4’ü zorunlu personel giderlerine ayrılmaktadır.
Kaynak: Eğitim-Sen:2019 Milli Eğitim Bakanlığı Bütçesi Analizi: http://egitimsen.org.tr/2019-milli-egitim-bakanligi-butcesi-analizi/
Yukarıdaki iki grafikten yola çıkarak söyleyebiliriz ki, Türkiye özelinde mevcut kaynakların önemli bir kısmı sabit maliyetlere harcanırken, nitelikli ve sürdürülebilir bir eğitim ve eğitim politikasının hayata geçirilmesi zor görünmektedir. Sürmekte olan ekonomik kriz nedeniyle de özellikle önümüzdeki dönemde kamu harcamalarında bir artış yaşanmasını beklemek güç olduğu gibi zaten MEB 2019 bütçesi içerisinde eğitim yatırımlarına ayrılan payın geçen seneye nazaran azalması da bütçeden yapılmak istenen tasarrufların göstergesidir. Ancak, Türkiye’de üniversite öncesi düzeylerde mevcut öğrenci sayısı, yıllık nüfus artışı, okul öncesi eğitimi yaygınlaştırma politikası gereğince gerekli olan yeni derslik sayısı, yeni ortaöğretime geçiş sistemi sonrası okullar arası nitelik eşitleme maliyetleri ve seçme hakkına imkan verecek okul çeşitliliği yatırımları, ikili eğitimin yaygınlığı, özellikle İstanbul ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki yetersiz derslikler ile geçici eğitim kurumlarında eğitim alan mülteci çocukların sayısı hesaba katıldığında eğitim yatırım harcamalarında tasarrufa gidilmesi söz konusu olmamalıdır. [3]
Yapılması beklenen şey, nitelikli bir eğitim için ayrılan kamu kaynaklarını artırmak olarak görünmektedir. Ancak bireyci görüşe göre, bir kamu hizmetine yönelik bütçe artışlarının ve bunları kolayca yapılabileceğini söylemenin gizlediği bir takım sorunlar mevcuttur.
İlk olarak, eğitim sisteminde ani ve iyi planlanmamış değişikliklerin yaşandığı ülkemizde eğitime ayrılan bütçe konusunda çok dikkatli olmak gerekmektedir. Seçim ekonomileri ve popülist söylemlerle mevcut bütçe artırılırken, sürdürülebilir olmayan bütçe artışlarına gidilmesi ya da finansman yaratılmadan yüksek maliyetli reformlar yapılması gibi durumlar söz konusu olabilmektedir. Bu durum eğitimin mevcut finansman sorunlarına tamamlanamayan yatırımların nedeniyle boşa harcanan kamu kaynaklarının yükünü ve öğrencilerin eğitimde yaşadıkları mağduriyetlerin sorumluluğunu da eklemektedir. Buna en iyi örnek, 2018 yılında başlayan ve liseleri nitelikli-niteliksiz olarak ikiye ayırarak, nitelikli okulların sınavla öğrenci almasına izin verirken niteliksiz olarak nitelendirilen okullara ise “ikametgah adresi” üzerinden öğrenci alımı yaptıran sistemdir. Bu sisteme gelen en büyük eleştiri, nitelikli ya da niteliksiz bir Anadolu lisesine devam etmek isteyen öğrencilerin yetersiz kontenjanlar nedeniyle istemedikleri türden okullara devam etmek zorunda kalmalarıdır. Üstelik bu konuda hem okullarda nitelik eşitliğinin sağlanmaya çalışılacağı, hem de öğrencilerin seçme haklarının korunması için yeterli okul çeşitliliği vaat edilirken mevcut yatırım rakamları bu mağduriyetlerin gelecek yıllara taşınacağının habercisi olmuştur.
Grafik 4
İkinci sorun, eğitim kurumlarının niteliklerine ve hizmetin amaçlarına yöneliktir. Ülkemizde özel eğitim kurumlarına devam eden öğrencilerin oranı %7,6 iken kalan 92,4’lük kesim kamu kaynakları tarafından finanse edilen okullara devam etmektedir. Karma bir mal ya da hizmetin, neredeyse tamamen kamu kaynakları tarafından finanse edilmesinin bir takım riskleri mevcuttur. İlk olarak, mevcut sistemde kamu kaynaklarında yaşanan bir daralma eğitim hizmetlerinin niteliğinde de düşüşe neden olmaktadır (Kurul, 2002: 3). 2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre okulların temizlik, kalorifer ve yemekhane hizmetleri için kamuca sağlanan kadroların yetersiz kalması sonucu farklı kaynak geliştirme yöntemlerine başvurmaları gerekmektedir (Altunay, 2017). Bu durum, okulun bulunduğu çevre ve öğrenci ailelerinin gelir durumlarını önemli kılmakta. Okul aile birliği faaliyetleri ya da veli bağışları ile yeteri kadar kaynak geliştiremeyen okullarda bina bakımlarının yetersiz kalması, temizlik hizmetlerinin aksaması, kırtasiye malzemelerinin yetersizliği gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Dahası, bu okulların önemli bir kısmı dar gelirli ailelerin yaşadığı yüksek nüfuslu bölgelerdeki okullar olduğu için bir de ikili eğitimin doğurduğu ilave maliyetler gündeme gelmektedir. Sonuçta, yeterli kaynak geliştiremeyen okullar ile geliştirebilen okullar arasında nitelik açısından eşitsizlikler doğmaktadır.
Üçüncü olarak, eğitim alanında planlanan yatırımların siyasi malzeme olarak kullanılması kaçınılmaz olacağı için partiler üstü ve geleceği öngören bir eğitim politikası oluşturmak mümkün olmayacaktır. Tamamen kamu kaynakları tarafından finanse ve organize edilen eğitim, bireylerin gözünde eğitim hizmetlerinin mevcudiyetini devletin varlığına endeksleyecektir. Siyasal ve kültürel çoğulculuk başta, demokratik değerlerin tam olarak yerleşmediği Türkiye gibi ülkelerde bu durum hizmetin sunucusuna, içeriğine ve genel olarak sisteme yönelik eleştiri yapma olanağını azaltmaktadır. Sonuçta, eğitimin siyasi amacı bireyin zihinsel ve fiziksel kapasitesini geliştirme amaçlarını yok sayarak, bireysel farklılıkları ve kültürel ve siyasal çoğulculuğu tehdit eden politikaların eğitim alanındaki araçlarına dönüşmektedir. Bir hükümetin değerleri doğrultusunda eğitim veren okul türlerinin sayısında yaşanan ani ve hızlı artışlar, okul müfredatlarının bilimsellikten uzaklaşarak değerler temelinde düzenlenmesi, okullarda artan ifade hürriyeti ihlalleri nedeniyle yaşanan mağduriyetler, bu finansman ve organizasyon yönteminin korkulan sonuçlarını doğurmaya başladığının göstergeleridir.
Dördüncü sorun, özellikle vergi bilincinin gelişmediği ülkelerde tamamen kamu tarafından finanse ve organize edilen mal ve hizmetler söz konusu olduğunda bunların sahibi olarak devletin kendisi görülür. Devlet kurumları gözünde de durum benzer olacağı için, nihayetinde herhangi bir hizmetin nasıl sunulması gerektiğine ilişkin kullanıcılar başta, hiçbir paydaşın görüşü alınmaz. Türkiye’de de eğitimde öne çıkan sorunlardan biri paydaş katılımının dikkate alınmaması. MEB içerisinde finansman konusunda uzman kadroların yetersiz olması ile birlikte düşünülürse okul yöneticilerinin ve öğretmenlerin görüşleri sorulmaksızın hazırlanan bütçeler her yıl okullarda bütçe yetersizliğinden kaynaklı sorunların doğmasına sebebiyet vermekte (Altunay, 2017: 693). Paydaş katılımı sağlanmaksızın yapılan reformlar eğitim sisteminde ani ve plansız değişikler getirmektedir. 2017 yılında değiştirilen ortaöğretime geçiş sisteminde gördüğümüz gibi, Cumhurbaşkanı’nın isteği üzerine bir anda değiştirilen sistem, iyi planlanmamış, amaçları net belirlenmemiş, mevcut sorunlar dikkate alınmadığı için çözüm önerileri getirilmemiş ve dahası sistem vaat ettiklerini yerine getirebilecek finansman ve plandan mahrum olduğu için yeni sorunlar doğurmuştur. Nihayetinde bu değişiklik, öğrenciler, veliler ve okullar tarafından anlaşılamamış, mağduriyetler doğurmuş ve sistemin sonuçları amaçlarıyla ters düşmüştür.[4] Yine 24 Haziran seçimleri sonrasında Cumhurbaşkanlığı bünyesinde oluşturulan Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu’nun MEB’in görev alanına giren konularda politika geliştirme ve öneri sunma gibi yetkileri varken çalışmaları hakkında kamuoyu ile hiçbir bilginin paylaşılmamaktadır(Korlu, 2019: 12).
Üzerinde durulması gereken bir diğer konu ise Türkiye’de eğitimde yapılan özel harcamalardır. Özel harcamaların oranı başlı başına eğitimde kamu tarafından verilen hizmete ek olarak ya da onun yerine alınmak zorunda kalınan hizmetin miktarına işaret eder.
Türkiye’de eğitim alanında yapılan kamu ve özel harcamalarının toplamının GSYİH’a oranı OECD ortalamasının altındayken, tek başına özel harcamaların oranı ise ortalamanın üzerindedir. PISA testi sonuçları ile karşılaştırma yapıldığında OECD ortalamasının altında yer alan ve PISA testine katılmış 11 ülke içinde sıralaması en düşük olan ülke 52. sırada olan Türkiye’dir. Sıralamada Türkiye’ye en yakın ülke Slovakya ise 42. sıradadır.
2018 yılında ilk kez uygulanan ve kamuoyunda “yerli PISA” olarak bilinen Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilmesi (ABİDE) eğitim araştırmasının sonuçlarına göre Türkiye’de özel eğitim kurumları, kamu okullarından daha yüksek performans sergilemektedir.[5] Bu tablo bizlere kamu tarafından finanse ve organize edilen eğitim sistemimizin başarısızlığını ortaya koyarken, çocuklarının daha iyi bir eğitim almasını isteyen ailelerin özel eğitim kurumlarına yönelmek zorunda kaldığını göstermektedir.
Buna paralel olarak öğrenciler uzun yıllardır dershane, etüt merkezi, kurslar gibi okul dışı yöntemlerle desteklenmek durumunda kalmıştır. Öğrencileri okul dışı kaynaklara yönelmekten alıkoyma amacıyla yapılan sistem değişiklikleri sonuç vermemiş dahası eğitim alanında gerekli reformlar yapılmadan bu desteklerin ortadan kaldırılması hem başarı oranlarını etkilemiş, hem de aileleri çocuklarını doğrudan özel eğitim kurumlarına göndermeye yöneltmiştir. Özel okulların test sonuçlarında gösterdiği başarılar ile son 5 yıldır uygulanan eğitim öğretim desteğinden faydalanarak özel eğitim kurumlarına giden öğrenci sayısındaki hızlı artışlar bu yönelimi doğrulamaktadır. Ancak, TÜİK verilerine göre çocuğu devlet okullarına devam eden velilerin %42.2’si ile çocuğu özel okula devam eden velilerin %60,4’ü eğitimdeki sorunlardan biri olarak yüksek eğitim masraflarını görmektedir ve bu oran geçtiğimiz yıllara göre de yükselmiştir (Korlu, 2019: 34). Bu tablodan şunu çıkarabiliriz: Vergi mükellefleri kamu tarafından finanse ve organize edilen eğitim sisteminin yükünü çekerken, aynı zamanda çocuklarını daha iyi bir eğitim için özel eğitim kurumlarına göndererek ikinci bir maliyete daha katlanmak zorunda kalmaktadır.
Fotoğraf: Element5 Digital
Kaynakça
Altunay, E., (2017). Okul Yöneticilerinin Görüşleri Doğrultusunda Eğitim Finansmanı Politikaları: Sorunlar, Nedenler ve Çözümler. Bartın Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. 689-689. doi: 10.14686/buefad.304498.
Devrim F., Tosuner, M., (1987). Türkiye’de Eğitim Hizmetlerinin Finansmanında Yaşanan Son Gelişmeler.
Friedman, M., (1955). The Role of Government in Education
Korlu, Ö., (2019). Eğitimin Yönetişimi ve Finansmanı, İstanbul: Eğitim Reformu Girişimi
Tural, N. Kurul (2002). Eğitim Finansmanı. Ankara: Anı Yayıncılık.
[1] Bu çalışma genişletilmiş olarak 14 Aralık 2019 tarihinde, ‘İlk ve Ortaöğretimin Finansmanı Alternatif Bir Kamu Politikası Önerisi’ başlığıyla Özgürlük Araştırmaları Derneği internet sitesinde yayınlanmıştır.
http://oad.org.tr/analiz/ilk-ve-ortaogretimin-finansmani198
[2] Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk tarafından yapılan bütçe sunumunun ayrıntılarına ulaşmak için bakınız:
https://www.meb.gov.tr/bakan-selcuk-tbmm-plan-ve-butce-komisyonunda-sunum-yapti/haber/17391/tr (Son Erişim Tarihi 22.06.2019)
[3] Geçici eğitim kurumlarında eğitim alan mülteci çocuklara hakkında detaylı bilgi için bakınız:
Eğitim Reformu Girişimi, Eğitim İzleme Raporu 2019: Eğitiminin Yönetişimi ve Finansmanı https://www.egitimreformugirisimi.org/wp-content/uploads/2010/01/EIR_E%C4%9Fitimin_Y%C3%B6netisimi_ve_Finansman%C4%B1.pdf (Son Erişim Tarihi: 22.06.2019)
[4] Bu konuya ilişkin ayrıntılı bilgi için bakınız: Eğitim Reformu Girişim, Eğitim İzleme Raporu 2017 – 2018: Yönetişim ve Finansman, s. 28: http://www.egitimreformugirisimi.org/wp-content/uploads/2017/03/YonetisimVeFinansman.22.11.18.pdf (Son Erişim Tarihi: 12.10.2019)
[5] Ayrıntılı Bilgi için: https://odsgm.meb.gov.tr/anket/ (Son Erişim Tarihi: 12.10.2019)