[voiserPlayer]
Türkiye’nin Ekim 2016’da başlayan S-400 sürecinin, 12 Temmuz’da S-400 sevkiyatının başlamasıyla ilk safhası tamamlandı. S-400’lerin teslimatına ABD’nin ilk tepkisi, Türkiye’nin F-35 programından çıkarılacağı oldu. Bu tepki aslında en başından beri bekleniyordu, her ne kadar hükümet Türkiye’nin programdan çıkarılamayacağını iddia etse de. ABD’nin CAATSA çerçevesinde hangi yaptırımları uygulayacağını da zaman içinde göreceğiz. S-400’lerin Türkiye’ye maliyetinin, uygulanacak yaptırımların doğası ve süresi bakımından artma olasılığı devam etmektedir. Artan maliyetler karşından yeniden şu soruyu sormakta fayda var: Türkiye, Batı ittifakıyla hem politik hem de savunma sanayi ilişkilerini tehlikeye atacak bu kararı neden aldı?
Türkiye, S-400 alım kararını açıkladığı ilk andan itibaren bir çok gözlemci bu sorunun cevabını vermeye çalıştı ve bu süreç uzun süre devam edeceğe benziyor. Çünkü, hükümet hiçbir zaman alımı anlamaya çalışanları tatmin edecek bir cevapla gelmedi. Aksine, cevap vermek bir yana, eleştirenleri ötekileştirme yoluna gitti.
Hükümet S-400 alımını üç temel noktaya dayandırdı. Birincisi, S-400 alındı çünkü, Rusya’nın teknoloji transferi önerisi diğerlerine göre daha iyi olmasıdır. İkincisi Türkiye’nin bölgede artan balistik füze tehditlerine karşı acil olarak kendi yeteneklerini geliştirmek istemesi ve S-400 sisteminin piyasadaki en iyi sistem olmasıdır. Türkiye’nin kendi kabiliyetlerini geliştirmek istemesinin yanında, üçüncü olarak da, Batı’nın, özellikle ABD’nin, Türkiye’nin isteklerine karşılık vermemesi ve bundan dolayı da Türkiye’nin S-400 almak zorunda bırakılmasıdır.
S-400 alımının ilk ortaya çıktığı Ekim 2016’da, hükümetin kullandığı en önemli argüman Rusya’nın Türkiye’ye teknoloji transferi yapacağıdır. Yüksek irtifa hava ve balistik füze savunma (T-LORAMIDS) ihalesinde, Türkiye’nin en değer verdiği konu teknoloji transferiydi. Bu ihalede, en azından ilk değerlendirmelerde, ne Amerikalılar ne de Fransız-İtalyan ortaklığı Eurosam, Türkiye’yi memnun edecek derecek teknoloji transferi önermişlerdir. Bundan dolayı, Türkiye hem fiyat olarak diğerlerinden düşük olan, hem de teknoloji transferi konusunda daha cömert görünen Çin CPMIEC firmasının FD-2000 hava savunma sistemini seçmiştir. Fakat, Çin firmasıyla yapılan müzakerelerde, hükümetin söylediğine göre, Çin firması Türkiye’yi memnun edecek seviyede teknoloji transferi yapmayı kabul etmemiştir. Türkiye de T-LORAMIDS ihalesini iptal etmiştir. S-400 konusunun ortaya çıktığı ilk zamanlarda, Türkiye bu görüşmeleri teknoloji transferi yapmak isteyen herkesle görüşmeye açığız diyerek açıklamıştır. Devam eden süreçte, hükümet sürekli olarak Rusya’nın Türkiye’ye teknoloji transferi yapacağını savunmuş ve bu konuda Türkiye’nin çok net olduğunu ifade etmişlerdir. Fakat, her ne kadar hükümet teknoloji transferinin S-400 anlaşmasında olmazsa olmazı olduğunu savunsa da, Rus tarafı ilk başta önce teknoloji transferi olmayacağını belirtiyordu. Daha sonra ise bu konuda görüşmelere açık olduklarını söylediler. Bugün kesin olarak bildiğimiz teslimatı yapılan ilk S-400 sistemlerin doğrudan satış olduğu ve herhangi bir teknoloji transferi içermediğidir.
Tam da bundan dolayı, hükümet ve bazı uzmanlar teknoloji transferi konusunda farklı bir açıklamaya döndüler. Bu açıklamaya göre, teknoloji transferi Türkiye’nin alacağı ikinci sistemlerde olacaktır. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov 29 Haziran 2019’da sözleşmenin Türkiye’ye kısmi teknoloji transferi olduğunu açıklamıştır. Fakat, bugüne kadar hiç kimse, hükümet dahil olmak üzere, bu teknoloji transferinin içeri hakkında bilgi vermemiştir. Hangi Türk şirketleri teknoloji transferine dahil olacak, S-400’lerin hangi parçaları Türkiye’de üretilecek ve bu teknoloji transferinin seviyesi ne kadar olacak konusunda hiçbir açıklama bulunmamaktadır. Mesela Rusya S-400’lerin taşıyıcılarını Türkiye’de üretilmesine onay verdiyse, bunu teknoloji transferi olacak sayacak mıyız? Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı son açıklamalarda konuyu bir sonraki noktaya taşımış ve Türkiye’nin bir sonraki hedef olarak yeni nesil S-500’ü Rusya’yla ortak üretim olduğunu belirtmiştir. Diğer yandan, Rostec’in CEO’su Sergey Çemezov Haziran 2019’da yaptığı açıklamada, Rusya’nın S-500 sistemlerini şimdilik ‘hiçbir para karşılığında’ satmayacağını vurgulamıştır.
Teknoloji transferinin, en azından teslim edilen ilk sistemde, olmayacağı yavaş yavaş ortaya çıktıktan sonra hükümet ikinci argümana döndü. Türkiye’nin bölgede artan balistik füze tehdidine karşı kendi yeteneklerini geliştirmesi ve bu ihtiyacın acil olarak karşılanması gerektiğini vurguladılar. Bu açıklama bir noktada doğru. Türkiye’nin şu an ki yüksek irtifa hava savunma kabiliyeti eski Nike Hercules’e dayanmaktadır. Modern tehditler karşından bu sistemin Türkiye’nin savunmasında sağlayacağı katkı çok düşüktür. Fakat, bu açık S-400 alımını tam olarak gerektirmiyor. S-400 alımını anlamak için hükümetin ileri sürdüğü iki temel dayanağa bakmamız gerekli. Birincisi, NATO’nun Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılamadığı ve sözünden geri döndüğüdür. ABD’nin ve Almanya’nın Türkiye’deki Patriot sistemlerini geri çekmesini, NATO’nun sözünden döndüğüne ve Türkiye’yi savunmasız bıraktığına dair gösterilen örneklerdir. Fakat, Türkiye’de hala NATO çerçevesinde görev yapmakta olan İtalyan (SAMP-T) ve İspanyol (Patriot) sistemleri, hem hükümet hem de bazı uzmanlar tarafından yok sayılıyor.
Bunun yanı sıra, S-400 sisteminin diğer sistemlerden çok daha etkili olduğu iddia edilmektedir. S-400 sistemi bir çok uzmanın da görüş birliğinde olduğu üzere, bir hava savunma sistemi olarak çok etkilidir. S-400’ün kullanabildiği füzelerden biri olan 40N6’nın menzilinin 400 km’dir (bazı kaynaklara göre 380 km) ve sistemin radarı hedefleri 600 km (Rus kaynaklarına göre) öteden tespit edebilmektedir. Bu özellikleriyle hem Patriot hem de SAMP-T sisteminden üstündür. Bu özellikleri dolayısıyla, S-400 alımının Türkiye’nin kabiliyetlerini önemli derecede arttıracağı savunulmaktadır. Fakat, bu açıklamalar, bir hava savunma sisteminin verimli çalışması için gerekli olan en önemli etkeni görmezden gelmektedir: entegrasyon. Bir çok uzmanın defalarca belirttiği üzere, bir ülkenin radar sistemine entegre olmayan hava savunma sisteminin verimliliği, hedef tespit ve takip kabiliyeti, önemli derecede düşmektedir. Gerek dünyanın yuvarlaklığından, gerekse de arazi arızalarından dolayı, radarların kör noktaları vardır. Entegrasyon, bu kör noktaların giderilmesi için gereklidir. Tam da bu nedenden dolayı, tek başına kullanılan S-400 sisteminin kabiliyetleri önemli derecede sınırlanmış olup, S-400’lerin kağıt üzerindeki performansını gerçekte görmek mümkün olmayacaktır. Kısacası, Türkiye’nin sistemine entegre olmayacak bir S-400, kabiliyetlerinden ve etkisinden önemli derecede feragat edecektir.
Dahası, S-400 sisteminin 400 km (menzili, Türkiye bağlamında da tartışmalıdır. Hükümet hiçbir zaman açık ve net bir şekilde S-400 için hangi füze çeşitlerinden, kaç tane aldığını açıklamamıştır. Kommersant’ın 11 Nisan 2019’daki haberine göre 40N6E (40N6 füzesinin ihraç versiyonu) füzesinin anlaşmaya dahil olduğudur. Fakat, ne Rusya ne de Türkiye tarafında bu konuyla ilgili resmi bir açıklama bulunmamaktadır. Bütün bunlar göz önüne alındığında ve 40N6 füzesinin anlaşmaya dahil olduğunu kabul ettiğimizde bile, şu sorunun hala cevabı yoktur: neden Türkiye’nin radar sistemine entegre olabilecek bir hava savunma sistemi alınmadı?
Hükümet aslında bu soruya şöyle cevap veriyor: ABD Türkiye’nin defalarca istemesine rağmen Patriot sistemini satmadı ve Türkiye’yi S-400 almaya mecbur bıraktılar. Birincisi, ABD, Türkiye’ye Patriot sistemi satışını konusunda ayağını sürüdüyse de engellemedi. T-LORAMIDS ihalesinde ABD’nin önerisi hem çok pahalıydı hem de Türkiye’nin tatmin eden bir teknoloji transferi sunmadı. Bundan dolayı da Türkiye bu öneriyi reddetti. S-400 alımı açıklandığında ise ABD daha iyi şartlar içeren bir teklifle geldi, fakat teklifin karşılığı olarak Türkiye’nin S-400 vazgeçmesini istediler. Bu noktada hükümetin S-400’den vazgeçip, Patriot sistemine dönmesi, iç politika bağlamında hükümeti zayıf gösterecek bir hareket olurdu. Geri adım atmış görüntüsü vermek istemeyen hükümet, hem Patriot hem de S-400 sistemini birlikte almak istedi, fakat bu sefer de ABD tarafı bu öneriye kabul etmedi.
Bununla birlikte, Türkiye’nin her zaman başka bir alternatifi daha vardı: Eurosam SAMP/T. Türkiye, T-LORAMIDS ihalesinde ikinci olarak belirlediği Eurosam SAMP-T sistemini alabilirdi. Hatta, Rusya’yla S-400 görüşmeleri devam ederken, diğer yandan da Eurosam’la müzakereler devam etmiş, bunun sonucunda ise 5 Ocak 2018’de Eurosam’la uzun menzilli hava ve füze savunma sisteminin gelişimi ve üretimi için çalışmalar yapmak üzere işbirliği anlaşması imzalamıştır. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’nin başka bir seçeneği daha vardı, fakat bu seçenek nedense değerlendirilmemiştir. Kısacası, Türkiye hiçbir zaman Rusya’dan hava savunma sistemi almak zorunda değildi.
Günün sonunda geldiğimiz noktada, hükümet tam olarak neden S-400 sistemini aldığını açıklamamıştır. Hükümetin sunduğu açıklamalar hiçbir zaman tatmin edici seviyede olmadı. Tam da bundan dolayı, bir çok farklı uzman birinden farklı, bazen aşırıya kaçan açıklamalarda yapmışlarıdır. Bu açıklamalarında ne kadar kanıtlanabilir olduğuna dair şüphem var.
Kesin olarak bildiğimiz tek bir nokta var. S-400 kararı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin arasındaki görüşmelerin sonucu. Kısaca, şu anda sahip olduğumuz veriler ışında, aslında Türkiye’nin S-400 sistemini neden aldığını bilmiyoruz.