[voiserPlayer]
İşte popülistlerin istediği dünya kuruldu. Covid-19 salgını sırasında uluslararası iş birliği ikinci plana atıldı. Her ülke kendi başının çaresine bakıyor. Avrupa Birliği bile en temel konularda ortak hareket edemiyor.
Koronavirüs ilk görüldüğünden bu yana yaşananlar hepimize popülistlerin etkili olduğu bir dünya düzeninin ne kadar tehlikeli ve yönetilemez olduğunu gösterdi. Çin’in ilk çıkan vakaları gizlemeye çalışması, Çin’e sempatiyle bakan yönetimlerin ve uluslararası kuruluşların gerekli önlemleri almaması ve ülkelerin iş birliği yerine panik içinde sınırlarını kapatması dünyayı geri dönülemez bir sürecin içine sürükledi. Ancak, salgının getirdiği doğal bazı durumlar popülizmin mevcut haliyle devam edemeyeceğini ve düşüşe geçeceğini gösteriyor.
Popülizmin Sac Ayakları
Dünya 2010’lu yıllarda demokratik kurumların zayıflamasına, popülist siyasi akımların güçlenmesine ve Çin ile Rusya gibi yeni aktörlerin uluslararası siyasette güçlenmesine tanıklık etmişti. 2010’lu yıllarda bilişim, haberleşme ve sosyal medya alanlarında yaşanan dönüşümler, insanların devlet ve kendi aralarındaki iletişimi yeniden tanımlamıştı. Özellikle eskimiş ve hantallaşmış kurumlar, hız talebi yükselen vatandaşlara yanıt verememeye başlamış, bu boşluğu da popülist siyasi hareketler doldurmaya yüz tutmuştu.
Popülist akımların üzerinde şekillendiği kabullerin en önemlisi toplumu ikiye bölerek onu gerçek halk ve elitler olarak tanımlamasıydı. Popülist akımlar halkın temsilcisi olduğunu iddia ediyor ve elitlerin çıkarını korumakla görevli kurumları dönüştürmeyi vaat ediyordu. Bu anlatının doğal sonucu da on yıllardır kültür ve tecrübe biriktiren kurumların tahrip edilmesi, kurumsallık yerine kişiselliğin öne çıkarılması ve gelişen mobil teknolojilerin getirdiği “iş bitiricilik” unsurunun devreye alınması oldu.
Milliyetçilik ve popülizm birbiri yerine kullanılamaz ise de popülizmin önemli ayaklarından birini de milliyetçilik ya da revize edilmiş haliyle bağımsızcılık oluşturuyordu. Ülke içinde yapılan gerçek halk/elitler ayrımı uluslararası arenaya da yansıtılıyor; küresel kurumların aslında belirli çevreleri koruduğu ve halkların çıkarlarını korumadığı iddia ediliyordu. Bu da uluslararası kurumlar ve karşılıklı bağımlılık yerine bağımsızlık söylemini öne çıkardı. Bir ülke ile ilgili kararları uluslararası kurumlar değil o ülkenin hükümeti vermeliydi!
Bu “bağımsızlık”cılık sadece uluslararası ilişkilerde değil, toplumun diğer kesimleri ile olan ilişkilerde de uygulandı. Ülkede bir hükümet varsa kararları o hükümet almalıydı. Teknokratlar, uzmanlar ve bilim insanları karar almada ancak danışmanlık edebilirlerdi. Evet, uzmanlık popülist siyasetin hedef tahtasına koyduğu bir diğer unsurdu. Uzman kisvesi altında elitlerin çıkarlarına hizmet ediliyor, gerçek halkın talepleri uzmanlık bahanesiyle göz ardı ediliyordu. Dolayısıyla; popülist siyaset, entelektüelizmi küçük görmek, uzmanlığı önemsememek ve teknokratlığı memurluğa indirgemek fikirlerini peşinde sürükledi.
Popülist Reçeteler Covid 19’a İyi Geldi Mi?
Dünya böyle bir ortamda Covid 19 ile tanıştı. Çin Komünist Partisi salgını gizlemeye çalıştı. Sonradan öğrenildi ki; Çin, 2002 yılındaki SARS salgınında karşı karşıya geldiği Dünya Sağlık Örgütü’ne sonraki yıllarda büyük bir lobi yatırımı yaparak yönetimde etkin hale gelmişti. Öyle ki, salgın çıktığında Dünya Sağlık Örgütü’ne 14 Ocak’ta virüsün insandan insana geçmediği yönünde bir mesaj verdirebildi. Ardından ABD Başkanı Donald Trump gerek salgını önemsememesi gerekse de “Çin virüsü” diye adlandırarak tartışmanın odağını kaydırmaya çalıştı. Trump, salgın boyunca uluslararası iş birliğinden söz etmedi.
Salgın panik halini aldığında Avrupa Birliği de dahil olmak üzere tüm hükümetler kendi başlarına çözüm arama yoluna girdiler. Sınırların kapatılması, uçak seferlerinin iptal edilmesi ve alınan ekonomik önlemler birkaç istisna dışında tamamen ülkelerin kendi başına aldığı kararlar ile oldu ve herhangi bir koordinasyon sağlanmadı. Maske ve diğer sağlık teçhizatları konusunda dünya tam bir “Vahşi Batı”ya döndü. Birbirinin malzemesine el koyan ülkeler, kapanın elinde kalan teçhizatlar bu döneme damga vuracak anekdotlar olarak akıllarda kaldı.
Popülist yönetimler salgına karşı başarıyla mücadele edemedi. Trump ve Bolsonaro salgını hafife alırken İngiltere sürü bağışıklığı uygulamasını denedi ve bu denemesi kendisine pahalıya mâl oldu. Salgın paniği karşısında tüm liderlerin görev onayı ilk aşamada artarken, sonrasında başta Trump olmak üzere pek çok popülist liderin oranlarında düşüşler göründü. İnsanlar, macera peşinde koşan ve “cenneti vaat eden” liderler yerine aklıselim içerisindeki makul liderlere sahip çıktı.
Popülizmin Limitlerinin Sonuna Geldik
Salgına karşı alınan önlemlerin doğası popülist yaklaşımı yapısal olarak bozmaya eğilimli duruyor. Her şeyden önce, salgından sonra etkin bir iş birliğinin hem sağlık hem ekonomi alanında kurulması şart. Hiçbir ülke tek başına virüsle başa çıkabileceğini iddia edemez. Siz vaka sayısını kendi sınırlarınız içinde sıfırlasanız bile dünyada devam ettikçe bu sizin de sorununuz olmaya devam edecek. Bu da milliyetçi, aşırı sağcı ve tam bağımsızlıkçı fikirler yerine enternasyonalist ve ulus üstü fikirler için güçlü bir zemin oluşturuyor. Bunun yanında, ekonomik etkilerin atlatılması da ancak kurulacak uluslararası fonlar ve yapısal bir kredi inşa programı ile mümkün olabilir. Bu yapıların dışında kalan hükümetin sorunlarını çözmesi mümkün görünmüyor.
Diğer yandan alınan önlemlerin ezici çoğunluğu geniş kitlelerin hoşuna gitmeyen adımlardan oluşuyor. Sokağa çıkma yasağı, maske takma zorunluluğu, seyahat kısıntıları, belirli sektörlerin kapalı kalması gibi önlemler geniş halk kitlelerine yaranma üzerine kurulu bir sosyo-ekonomik yaklaşımı geçersiz kılıyor. Bunun yanında, toplumu ikiye bölen bir yaklaşımın da geçerliliği yok. Zira, toplumun her kesiminden insan virüsün kurbanı olabilir. Alacağınız tedbirler tüm halkı kapsamalı. Özellikle gönüllü evde kalma gibi devletin vatandaşlarından “rica ettiği” kitlesel talepler için kullanılması gereken dil, popülist siyaset dilini eritiyor.
Salgın sırasında bir kulağı devamlı sağlık uzmanlarında ve onların tavsiyelerinde olan geniş kitlelerin uzmanlara olan yaklaşımında net bir olumlu yönelim var. Sağlık otoritelerinin açıklamaları, siyasilerin açıklamalarından çok daha merak ediliyor ve dahası daha çok güvenilir bulunuyor. Bunun yanında, iyi işleyen ve kendi içinde özerkliği olan kurumların da salgınla mücadelede ne kadar önemli olduğu görüldü. İyi işleyen sağlık sistemi, hastaneler, kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları insanlar için bir liderin iki dudağı arasını beklemekten daha efektif ve daha işlevsel.
Salgın Sonrası Yeni Dünya
11 Eylül’den sonra dünya hiçbir zaman eskisi gibi olmadı. Havalimanındaki güvenlik tedbirlerinden küresel siyasette oynayan taşlara kadar 11 Eylül’ün mirası devam etti. 2008 ekonomik krizinden sonra da dünya hiçbir zaman eskisi gibi olmadı. Basit insanların hayatlarındaki dönüşümün yanında dünya siyasetindeki güç dengesine kadar her şey yerinden oynadı. Salgından sonra da benzer bir şey yaşanacaktır. Salgın öncesi normale dönmek mümkün değil.
Deli dana, kuş gribi, domuz gribi, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, Ebola, SARS, MERS ve Covid 19… Bir salgın çağına girdiğimiz ya da başında olduğumuz yorumu yapılabilir. Olası salgınla mücadelede siyasi iradeden bağımsız güçlü kurumların hem her ülke tarafından kendi içinde hem de uluslararası bir ortaklıkla inşa edilmesi gerekiyor. Sağlık sektörü, sektör olarak hem özerkleşmesi gereken hem de kaynak aktarılması gereken bir yapıya bürünecektir.
Ekonomik kalkınma için de uluslararası iş birliği şart. Hiçbir ülke bu yıkımdan tek başına çıkamaz. Böylesi bir dönemde toplumdan da aklı başında ve makul lider talebi yükselecektir. Özellikle Trump, Johnson, Bolsonaro ve Putin gibi liderlerin salgın karşısındaki başarısızlığına karşın, Merkel, Macron, Ardern ve Sanna Marin gibi liderlerin öne çıktığı bir dünyada, yer yerinden oynatacak lider yerine aklıselim ve makul liderlere olan destek artıracaktır.
Popülist siyasetin güç kaybederken salgın sonrasında bir takım otoriter eğilimlerin güçlenme ihtimali de bulunuyor. Popülist olmayan ve başka karakterli otoriter akımlar, eğer ekonomik ve sosyal iyileşme gecikirse yine bir alternatif olarak siyaset piyasasına çıkabilir. Bu duruma karşı küresel özgürlükçü güçler toplumsal sorunları hızlıca iyileştirme yönünde tarihi bir misyona sahip bulunuyor.