[voiserPlayer]
Arap isyanları süreci ile birlikte Orta Doğu’da artan çatışma ve gerilim iklimi yerini, şimdilerde diplomasinin ön plana çıktığı bir yumuşama dönemine bırakmış durumda. Dış politikada “sert güce” dayanan anlayışın istenen başarıya ulaşamadığı noktada, diplomasinin elde kalan tek araç olduğunu kabul etmiş gibi görünen bölge ülkeleri normalleşme süreci içerisine girmiştir. Uzlaşı ve iş birliğini öne çıkaran bu yeni diplomasi ikliminin ana aktörlerinden biri hiç şüphesiz normalleşme ile birlikte atanan büyükelçiler olmuştur.
Geçtiğimiz ağustos ayında, Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani, Körfez krizinin patlak verdiği 2017 yılından bu yana ilk kez Mısır’a büyükelçi atamıştır. Mısır’da göreve başlayan büyükelçi Salim Mübarek el-Şafi’nin atanmadan önceki görev yeri Ankara’ydı. Başkentte çok uzun yıllar büyükelçilik yapmış, Türk makamları ile güçlü ilişkiler kurmuş ve Türkiye-Katar ilişkilerinin ivme kazandığı bir dönemde bu görevi yürütmüş olan el-Şafi’nin hem Katar hem de Türkiye’nin uzun yıllar gerilim yaşadığı bir ülke olan Mısır’a atanması diplomatik açıdan önemli bir gelişmeydi. Ankara’yı çok iyi bilen Katarlı büyükelçinin, Kahire’de hala büyükelçisi olmayan Türkiye ile Mısır arasında başlayan normalleşme sürecinde nasıl bir etkisi olacağı merak konusudur.
Öte yandan, bölgede önemli bir başkente atanan tek büyükelçi el-Şafi değildir. Türkiye ile İsrail arasında yaşanan Mavi Marmara krizi sonrasında Tel Aviv’in Ankara’ya atadığı ilk isim olan ve 2018 yılında Gazze’deki olaylar sonrasında İsrail’i protesto etmek için Ankara’nın sınır dışı ettiği Eitan Na’eh, İsrail’in Bahreyn’e atanan ilk büyükelçisi olmuştur. Halen daha Ankara’da bir büyükelçisi olmayan İsrail, Körfez ülkeleri ile imzaladığı normalleşme anlaşmaları (Abraham Accords) sonrasında Na’eh’i önce Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) maslahatgüzar olarak atamıştı. Abu Dabi’deki 8 aylık görevin ardından İsrail’in Körfez’e (Bahreyn) atanan ilk büyükelçisi olan Na’eh’in, Ankara’yı çok iyi bilen bir isim olması dikkat çekiciydi. 2016’dan 2018’e kadar Ankara’da büyükelçilik yapmış ve hatta geçmişte ikinci katiplik görevini de yürütmüş olan Na’eh’in en son görev yeri olan Ankara’dan Abu Dabi’ye ve oradan da Bahreyn’e gitmesi yine diplomatik açıdan önemli bir gelişmeydi. İsrail ile ilişkilerde henüz bir normalleşme yaşanmazken, Türkiye ile Körfez ülkeleri normalleşme sürecini hızla ilerletmektedir. Bu gelişmelerin ışığında, Körfez-Türkiye normalleşme sürecinin Ankara-Tel Aviv ilişkilerine bir etkisinin olup olmayacağını ise zaman gösterecektir.
Eski bir diplomasi muhabiri olan ben ve diğer birçok diplomasi muhabiri için bu atamaların dış politika ve diplomasi de bir karşılığı olduğu kabul edilmektedir. Önemli diplomasi başkentlerinden biri kabul edilen Ankara’da görev yapmış yabancı misyon temsilcilerinin bir sonraki görev yerleri genellikle çok kritik olmuştur. Bu büyükelçiler ya ülkelerinde bakanlık ve hatta cumhurbaşkanlığı (Etiyopya örneğinde olduğu gibi) görevlerine getirilmiş ya da Washington, Moskova gibi önemli başkentlere atanmıştır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’yi çok iyi bilen iki büyükelçinin Ankara’nın bir yıl öncesine kadar gergin ilişkiler yaşadığı ve şimdilerde normalleşme sürecine girdiği iki başkente atanması önemlidir.
Öte yandan, bölgede yaşanan bu normalleşme ortamından Suriye’de nasibini almış gibi durmaktadır. Son dönemde, Türkiye dışında bölgedeki tüm ülkeler Şam ile ilişkilerini yeniden normalleştirme girişimleri içerisindedir. Suriye’deki savaş 10 yılı geride bırakırken, halk ayaklanmalarının başlamasının ardından Şam’daki büyükelçiliklerini kapan Körfez ülkeleri yıllar sonra yeniden açmaya başlamıştır. BAE ve Bahreyn’in, 2018 yılı sonunda Şam’daki büyükelçiliklerini maslahatgüzar seviyesinde yeniden açmaları sonrasında, Umman Ekim 2020’de Şam Büyükelçisi’ni yeniden yollayarak, diplomatik temsilini büyükelçi düzeyine çıkaran ilk Körfez ülkesi olmuştur. Medyada yer alan haberlere göre son dönemde Suudi Arabistan da Suriye ile iletişim kanallarını açmıştır.
Körfez ülkeleri bir yana, Suriye’nin Türkiye harici diğer iki komşusu (Ürdün ve Lübnan) ile de normalleşmeye başlaması, “Ankara-Şam normalleşmesi olur mu?” üzerine analizlerin gündeme gelmesine sebep olmuştur. Geçtiğimiz günlerde Ürdün Kralı II. Abdullah ile Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad iç savaştan bu yana ilk kez bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Ürdün, uzun bir zamandır Suriye ile ilişkileri normalleştirmek için adımlar atmaktadır. Ürdün’ün, önce karşılıklı sınır güvenliğinde iş birliği yapmak üzere Suriye savunma bakanını ağırlaması, ondan önce de iki ülke arasındaki Cabir sınır kapısını yatırım ve ticareti arttırmak amacıyla yeniden açma kararı alması bu yönde atılan önemli adımlar. Aynı şekilde, iç savaştan bu yana Lübnan’dan Suriye’ye ilk kez bir heyetin ziyarette bulunması çeşitli açılardan önem taşımaktadır. Bölgedeki koşulların değişmeye başladığı bu süreçte, bu gelişmelerin Türkiye’nin Suriye stratejisini nasıl şekillendireceği merak konusu olmuştur.
Yeni oluşan diplomasi iklimine dair bir makale kaleme alana Suudi yazar Ali Shihabi’ye göre bölge, “belki barış değil ama en azından gerilimlerin daha iyi yönetileceği” yeni bir döneme girmektedir. Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz günlerde Körfez liderlerinin Kızıldeniz’de bir araya geldiklerini gösteren fotoğraf karesi sosyal medyada gündem olmuştu. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman, Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani ve geçtiğimiz günlerde Ankara’ya kritik bir ziyarette bulunan BAE Ulusal Güvenlik Müsteşarı Şeyh Tahnun bin Zayid al Nahyan, medyaya gündelik spor kıyafetleriyle gayet samimi bir görüntü vermişti. Birçoğu için toplantıyı enteresan kılan, geleneksel Körfez kültürünü yansıtan kıyafetleriyle (dişdaşa) görülmeye alışılan ve uzun zamandır birbirlerini “düşman” gören prens ve emirlerin şortlu halde poz vermeleri idi. Makalesinde üçlünü bu fotoğrafına dair Shihabi, “bin kelimeye bedel bir resim” yorumunu yapmıştır. Shihabi’ye göre bu fotoğraf, KİK krizinin önemli ölçüde aşıldığını net bir şekilde göstermektedir ve herhangi bir zirve kararından ya da anlaşmadan çok daha ötesidir. Son dönemde, Körfezde ve hatta bölgede gerilimlerin belirgin bir biçimde azaldığını gösteren bu fotoğraf, diplomasi ikliminin en önemli simgelerinden biri olmuştur.
Körfez ülkelerinin kendi aralarında ve hatta Türkiye ile var olan anlaşmazlıkların aşıldığını iddia etmek mümkün değildir. Ancak, uluslararası ve bölgesel düzeyde yaşanan bazı gelişmelerin “anlaşmazlıklar üzerine anlaşma” (agree to disagree) anlayışını mecbur kılmıştır. Ortadoğu’da yumuşama odaklı yeni iklimin parametrelerini karşılıklı çıkar, ortak kaygılar ve diplomasi oluşturmaktadır. Bu dönemin dolayısıyla en etkili aracı diplomasi olurken, en etkili aktörleri de bu aracı kullanan diplomatlar olacaktır.
Fotoğraf: Damir Babacic