[voiserPlayer]
Mum Hala: Aziz Nesin’in 1951’den hayata veda ettiği 1995 yılına kadar tuttuğu günlüklerden oluşan iki ciltlik çalışması. Ciltlerin kapağına “ölümle biten eser” notunun düşülmesi de bu yüzden. Kitabın isminin yaratıcısı ise annesi. Mum Hala, çevresinde dertleşecek kimse olmayan annesinin içini dökmek için uydurduğu hayali bir varlık. Aziz Nesin annesinin konuşarak yaptığının bir benzerini yazarak gerçekleştirdiği için kitabın ismi de aynı oluyor.
“…daha çok kendimle konuşmalarımdır bu yazılar. Yollarda kendi kendilerine yüksek sesle konuşan insanlar görür, onlara deli diye bakarız. Kimileyin kararsız ve ikircimli konuşanlar ‘yüksek sesle düşünüyorum’ derler. Bunlara girebilir Mum Hala’daki yazılarım.” (7 Ağustos 1987)
Günlüğün cezaevinde tutulmaya başlaması hiç şaşırtıcı değil. 1951’den önce de defalarca hapse atılmış yazarın, zorluklarla geçecek serüveninin adeta bir habercisi gibi. Tutuklanma sebebi Fransızcadan çevirdiği iddia edilen bir yazı. Burada ilginç olan nokta ise Aziz Nesin’in Fransızca bilmiyor olması.
“İşte bu akşam hapisane… Bütün ağırlığıyla duvarlar omuzumda… Odadaki dört kişi, yedi sekiz saat var ki, hemen hemen hiç konuşmadılar. Hele saat altıdan sonra tek kelime konuşulmadı. Şimdi saat 10… Odada insanların yaşadığına tek işaret, dört kişinin çıkardığı iç çekişler, esneme, hızlı nefes alışlar, hapşırmak, diş aralarını dille temizlerken çıkan ses gibi milletlerarası dildir.” (13 Kasım 1951)
Aziz Nesin, elli yıllık yazarlık hayatı boyunca daima devletin gözetimi ve her an baskısı altında yaşadı. İktidarda kim olursa olsun, ülkede yaşanan her önemli olayda günah keçisi ilan edilen ilk isimlerden biri oldu. Demokrat Parti’nin tertibi olduğu bugün artık kesinlik kazanmış olan 6-7 Eylül olaylarında şüphelilerden biri sıfatıyla gözaltına alınan da, Demokrat Parti’yi deviren 27 Mayısçıların şimşeklerini ilk üzerine çeken de O’ydu. İlk suçlamada altı ay, ikincisinde ise üç ay cezaevinde kaldı.
Sayısını kendisinin bile hesaplayamadığı kitaplarının ilkini, kendi adıyla ancak 40 yaşında yayınlayabilmesinin sebeplerinden biri de her devrin sakıncalı kişisi olmasıydı. Yayınevleri kendisinin kitabını yayınlamaktan çekiniyor, başlarının derde girmesinden korkuyorlardı. Bu sebeple ilk kitabını kendi kurduğu yayınevi sayesinde basabilmişti.
Bu durum özellikle yazarlığının ilk yıllarında ciddi maddi sıkıntılar yaşamasına sebep oldu. O da bu maddi sıkıntıları aşmak için daha çok yazdı. Hatta yazarlığın yanı sıra bakkallık, sahaflık, fotoğrafçılık gibi farklı işler de yaptı.
“1958-59 olabilir. Kalabalık ev… Çok ucuza yazıyorum. Geçim için durmadan yazmam gerektiği günler. Her gün köşe yazısı, Akbaba’ya haftada en az iki öykü, bir taşlama, birkaç gülüt, Gavsi Ozansoy’un haftalıklarına polisiye roman tefrikaları, gazetelere roman tefrikaları ve daha neler… Makine gibi çalışmak zorundayım. Yusuf Ziya Ortaç’ın benim için ‘Yazar değil, o bir rotatif…’ dediği günler. Günde en çok beş saat uyuyarak durmadan çalışıyorum, çalışmak zorundayım. Hep yorgun ve hep uykusuzum…” (15 Şubat 1989)
Yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen altmışlı yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye’nin yanı sıra dünya çapında da tanınmaya başlayan bir yazar durumuna gelen Aziz Nesin, kendi deyimiyle kendisine gösterilen bu teveccühün karşılığını verebilmek ve borcunu ödeyebilmek düşüncesiyle 1972 yılında Nesin Vakfı’nı kurdu.
Vakıf, kişisel yükünü arttırmasının yanında çeşitli kesimlerden kendisine yönelik suçlamalar yapılmasına da sebep oldu. Sovyetler’den para aldığı, Vakıf bahanesiyle vergi kaçırdığı, Vakfı komünist yuvası haline getireceği, toplayacağı bağışları kendi yararına kullanacağı gibi çok sayıda akıl almaz iddiayla karşı karşıya kaldı.
Ancak zaman içinde Vakıf’ın gösterdiği gelişim ve yapılanlar bu suçlamaların tümünü haksız çıkardı:
“Nesin Vakfi benim en büyük intikamımın yapıtıdır. Ben bu Vakıf’ı kurmak, geliştirmek ve yaşatmakla, yani yaşamımın en büyük iyiliğini yaparak, bütün kötü insanlardan, özellikle bana kötülük etmiş, iftira etmiş, ihanet etmiş, alçaklık etmiş, zarar vermiş, beni aşağılamış, küçümsemiş olan bütün kötü insanlardan, iyiliklerinin en güzelini, yardımların en yararlısını yaparak intikam alıyorum.” (8 Ağustos 1987)
Aziz Nesin, herkesin bildiği gibi son derece çalışkan ve verimli bir yazardı. 1987 yılında yaptığı bir hesaba göre ortalama dört ayda bir kitabı yayınlanmıştı. Buna rağmen kendisi çalışma temposunu beğenmiyor ve bu durum sık sık günlüklerine yansıyordu:
“Şimdiye dek genellikle yıllık çalışma izlenceleri yaptım. Her yılbaşında kendime bir çalışma izlencesi yaparım. Ama bu izlenceleri tam tamına uyguladığım, yerine getirebildiğim hiç olmadı. Her yeni yıla bir önceki yılın çalışma borçlarıyla girerim.” (Kasım 1983)
Her ne kadar kendisi beğenmese de gençlik yıllarında ailesini geçindirmek, orta yaşlarında ise kurduğu Vakfı ayakta tutabilmek amacıyla insanüstü bir güçle çalışan ve genelde yazmak istemediği yazılar ve kitapları hazırlamak durumunda kalan Aziz Nesin, son yıllarında hayatı boyunca vermek istediği asıl yapıtlarının üzerinde durmaya çalıştı.
Ne var ki bu defa da karşısına yaşlılık çıktı. Felç geçirmesi, sık sık kalp sorunu yaşaması ve gözlerindeki bozulma verimli çalışmasını engelledi.
“Sofrada en güzel yemekler ve özellikle tatlılar en sona bırakılır. Ben de yaşamımda öyle yaptım. Yazacağım en güzel ve en değerli ve yeteneklerimi bütünüyle değilse bile bütününe yakınını ortaya koyacak olan yapıtlarımı yazmayı hep sona bırakmıştım. Şimdi, beş on yıldan beri işte o sona geldim. Şimdi de sona bıraktığım o güzel yazıları yazamaz oldum, fizik güçsüzlüğümden dolayı…” (9 Haziran 1994)
Aziz Nesin, yazarlıkta gittikçe ustalaşmasının yanında, gerek Türkiye Yazarlar Sendikası başkanlığıyla gerekse özellikle 12 Eylül sonrası üstlendiği sorumluluklarla Türkiye’nin önemli aydınlarından biri durumuna geldi. Aydınlar dilekçesi sürecinde Kenan Evren ile yaşadığı polemik, Şeytan Ayetleri kitabının basımı konusunda sergilediği cesaret ve daha birçok farklı girişimle hem aydın sınıfının hem de içinde yaşadığı toplumun öncüsü konumuna yükseldi.
Bir aydının taşıması gereken cesaret ve dürüstlükle yaşaması, başta Sivas katliamı olmak üzere defalarca ölümle yüz yüze gelmesine sebep oldu, ancak yılmadı. Yaşamı boyunca uyguladığı bu net tavır, 11 Nisan 1995 günü tuttuğu son günlük notuna şu sözlerle yansıdı:
“Devlet gücüne, para gücüne, makam ve mevki gücüne dayanarak sizi korkutmak, yıldırmak isteyenleri siz; doğrulukla, akılcılıkla, sağduyuyla, mantıkla gerçekten korkutacaksınız. Bu alçaklar korkudan tir tir titreyecekler.”