[voiserPlayer]
Yaklaşan 2023 genel seçimlerine giden yolda, sosyal medya kamuoyunda bir adaylık tartışması süregidiyor. Bu tartışmaların “muhalefetin adayı kim olmalı” ya da “muhtelif aday adaylarının artıları-eksileri nelerdir” gibi bir eksene sıkışma emareleri gösterdiğini düşünüyorum. Bu, adaylık üzerine olası tartışmaların gereksiz veya değersiz olduğu anlamına gelmez. Konuya başka açılardan bakabilmeye, günümüzde Türkiye siyasetinin seyrinden yola çıkarak olanı anlamlandırmaya ve kayıt düşmeye de yarar.
Ön kabullerim şunlardır: Sosyal medya siyasi partilerin ve siyasetçilerin takipçilerine doğrudan ulaşabildiği görüntüsünü yaratan bir mecradır. Birey ve kurum olarak siyasetçiler, takipçileriyle etkileşime girme imkânı bulmaktadır ve elbette tam tersi de geçerlidir. Twitter’da sıklıkla gördüğümüz, siyasetçilere yönelik “bunlar bizi hiç dinlemiyor” türünden hayıflanmalar, bu doğrudan ulaşma hissinin bir semptomudur. Kısacası, Simmel’in vaktiyle saptadığı gibi bir yandan bireysel özgürlük hissini, öte yandan da bireyin silikleşmesini bu etkileşimde gözlemleyebiliriz. Etkileşimler önemlidir ve bize bir şeyler anlatır. Siyasi partiler ve takipçileri kesitinde etkileşimler, kamuoyunda toplumsal yarılmalara (cleavage) denk gelen parti kimliğinin yaratımı ve pekiştirilmesi için nasıl kullanıldığını göstermektedir.
Muhtelif parti liderleri, öncelikle tabanları açısından, sosyal medya tartışmalarını siyasi yarılmaları tayin etme aracı olarak kullanıyor. Fiili siyaset üretmekteki eksikliklerini takipçileri nezdinde bu şekilde kapatıyor ve “kazanılacağı garanti” görülen seçim sonrasına parti kimlikleri için pozisyon belirliyorlar. Bu, partiler-arası rekabet bağlamında gerçekleşiyor. Parti liderleri kendi tabanları ile olan ilişkilerinde farklı parti tabanlarının özellikle Twitter’daki etkileşimlerinde ortaya çıkan sürtüşmeleri, partiler-arası rekabette parti duruşlarını tayin etmek ve bunları savunmak için kullanıyorlar. Yani bu yazıda, sözgelimi A partisi ve B partisinin temsilcilerinin, A, B veya C parti tabanlarının birbirleri ile etkileşimleri üzerinden kendi partilerine yön vermelerine bakacağım. Bireyler arası etkileşimler özellikle parti liderleri seviyesinde artık silikleşiyor ve aynı ölçüde genelleşiyor. Sonunda parti kitlelerine yön tayin eden kimlikler olarak çerçeveleniyor.
Yazıda argümanım, yukarıda daha soyut ifade etmeye çalıştığım kimliklenme ve çerçevelenmenin, muhalefet içinde taban ve oy için rekabet edildiğini göstermesidir. Görünen o ki siyasiler, bu kavgayı “masa dağılıyor” gibi algılanabilecek elit seviyesinde bir rekabetten çok, parti tabanlarına yönelik bir şekilde kurmaktadır.
Twitter’da gerçekleşip gerçek dünyaya teklif edilen ve parti kimliğini pekiştiren iki örneği karşılaştırmak istiyorum. Birinci örneğim Demokrasi ve Atılım Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın, ikincisi İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’indir.
Örnek 1
İBB’nin 30 Ağustos 2021’de Vals icra edilen Zafer Bayramı kutlaması sonrası anonim birkaç hesabın Twitter’daki mesajları ile başlayan site içi tartışma, Ali Babacan‘ın milli günler üzerinden dindar vatandaşlara gönderme yaptığı ve ülkeyi rövanştan beslenen azgın azınlığa bırakmayacağı yönündeki ifadesi ile kocaman bir “endişeli muhafazakarlar” gündemine dönüştü.
Mart 2020’de kurulmasından sonra beklenen ilgiyi yaratamayan DEVA, belki de ilk kez Twitter’da başlayan bir tartışma ile gündem yarattı. Olay, CHP tabanı ile kutuplaşma içermesi ve Ekrem İmamoğlu’nun düzenlediği bir kutlama olması açısından ilginçti. Bu özellikle sosyal medya ve kendini burada görünür kılan internet medyasında DEVA’nın kendi kimliğini belli bir toplumsal yarılma açısından kurmasına yaradı. Kimliğini “muhafazakâr” olmak ve “endişeli” olmak üzerinden çerçeveledi.
Örnek 2
Cumhurbaşkanlığı adaylık tartışmaları veya yaklaşan İyi Parti Olağan Kongresi gibi gündemler bağlamında Meral Akşener’in daha yakın tarihli açıklamalarına bakmak istiyorum. Özellikle CHP tabanına bir şımarıklık çöktüğüne dair açıklamalar, yukarıda anlatmaya çalıştığım türden bir sosyal medya etkileşimine yaslanmaktaydı. Akşener çok dikkatli konuşmaya çalıştığını ifade ettiği sözlerinde CHP yönetimini tenzih etti, müphem bir gruptan bahsettiğini de belirtti. Akşener’in kim olduğu belirtilmeyen “bir arkadaşı”nın tahminen Twitter’da var olduğunu düşünmek son derece mümkün.
Akşener’in sözlerinin ilgi çekici kısmı “sağcılar diye bir şey çıktı” kısmı ve “sağcıları” konuşurken tırnak içine alması. Zira partisini, köken aldığı MHP geleneğinden merkez-sağ bir pozisyona doğru getirmeye çalıştığı söylenegelen İYİP lideri Akşener’in, sağda olmaktan gocunmasını düşünmek mümkün değil. Öyleyse bu başka bir olguya işaret ediyor.
Tartışma
İki örneğe bakarak bazı çıkarımlar yapmak mümkün. Birincisi, örneklerdeki siyasetçilerin amacı başka partilerin (iki örnekte de CHP) tabanı nezdinde negatif bir kimliklenme yaratmak ve kendi kimliklerini tahkim etmek. Bunun için sosyal medyada birey seviyesindeki tartışmaları silikleştirerek daha genel, muhafazakâr-laik ya da sol-sağ gibi yarılmaları çerçeve olarak kullanıyorlar.
İkincisi, iki örnekte de siyasetçinin takipçilerine çizdiği kimlik karşısında “azgın azınlık” veya “şımarıklık çöken” bazıları gibi bireysel etkileşimlerden yola çıkılarak, ancak daha genel bir seviyede çerçevelenen ötekiler kuruluyor. Fakat bu kategoriler tabanından şikâyet edilen partilerin elitlerini kapsamıyor.
Üçüncüsü, bu kimliğin sınırı bir savunma hattı ile tahkim ediliyor. 1. örnekteki “inançlı vatandaşlara göndermelere izin vermeyeceğiz” veya 2. örnekteki “muhtemelen pek çok insanı etkiledi, ailelerimiz dahil” gibi ifadeler bu hattın sınırlarını ifade ediyor. Bu hattın sınırlarını, bireyleri kimliğe bağlayacağı düşünülen aidiyetler belirlemektedir.
Sonuç
Eğer gerçekleşirse 2023 seçimlerine tahminen 7-8 ay kadar bir süre kaldı. Örneklerdeki siyasilerin amacının, masayı dağıtmaya yönelik bir elit kavgasından uzak tutmaya çalıştıkları bellidir. Belli ki muhalefet partileri arasındaki rekabet aslında tabanlara yönelik bir rekabettir.
Siyasette rekabet kaçınılmazdır. Bu aynı zamanda iyidir. Çünkü muhalefet tek bir “Altılı Masa Partisi”nden müteşekkil değildir. Farklı partiler farklı yarılmaların farklı uçlarında konumlanan seçmeni kendilerine oy vermeye ancak ve ancak birbirlerinden farklı olduklarını kalınca çizgilerle çizerek ikna edebilirler. Bunun özellikle ittifak gibi çetrefilli durumlarda enerji tüketici olduğunu düşünmek doğal olsa da bu, bir açıdan da gerçekçi değildir. Bu rekabetin; parti elitleri, tabanları ve seçmenleri arasında farklı dalgalanmalar ve etkileşimler doğuracağını kabul etmek gerekir.
Bu durum bize siyasetin salt rasyonel ve pragmatik ahlaki bir alan olarak anlaşılamayacağını, toplumsal olduğu kadar duyguları da göz önüne almayı gerektirdiğini hatırlatmalıdır. Bu açıdan ahlaki objektiflik anlatıları kurmak veya takipçilerini ahlaki doyuma ulaştırmaya çalışmak, tekil siyasetçilerin yaptığı bir şey değil, tek tek bütün siyasetçilerin yaptığı bir eylemdir. Bireysel etkileşimlerin dünyasında her siyasetçi bir peygamberdir. Kendi ahlaki objektifliğini kurar, ahlakını dağıtır ve takipçilerini doyuma ulaştırır. Muhalefet ister istemez sosyal medyaya sıkışmış görünmektedir. Bundan çıkmanın yolu, seçmenle gerçek bir temas kurmaktan geçmektedir.
Sorun mekânsal olduğu kadar da zamansaldır. Kampanyaların yapılacağı son 3-4 aya, Türkiye’yi başka bir rejime götürecek aday ve ekibini belirleyerek, sandığı koruyacak parti tabanlarının koordinasyonunu sağlayarak ve gelecekteki idarenin ilkesel çerçevesini çizerek girmek, muhalefet için kazanmayı asıl sağlayacak şeydir. Muhalefetin kampanya sürecine kadar aralarındaki rekabeti kurallara bağlayıp, kurumsal sınırları belli bir demokratik sisteme doğru ilk adımı sağlamca atabilmesi için zamanı daralmaktadır.
Fotoğraf: Stephen Wheeler