[voiserPlayer]
İran’ın büyük şairi Firdevsi, Efrasiyab ile Zaloğlu Rüstem’in efsanevi savaşlarını konu alan Şehname adlı eserinde, Turani kavimlerin hakanı olan Efrasiyab’a karşı savaşan Farsi Rüstem’i şöyle tanımlar: “Annesinin karnında o kadar büyüdü ki, ana karnını keserek çıkmak zorunda kaldı. On kişinin yediği yemeği tek başına yer, boyu alelade bir adamdan arşın arşın yüksektir”.
Bu tanımlamanın şairin mübalağası olduğu bugünden bakılınca açıktır lakin eserin etkisi göz önüne alındığında, yazıldığı dönemde ve sonrasında insanları etkilemek açısından oldukça başarılı olduğunu kabul etmek gerekir. Rüstem; bir rol model, yabancı işgali tehlikesi altındaki ülkede herkesin takınılması gereken tavır, umutsuzluğa düşüldüğünde ayağa kalkmayı sağlayan bir ilham olarak tasarlanmıştır. Rüstem, başarısız yöneticilerinizi ve onlar yüzünden mahvolan hayatınızı unutmanızı sağlar. Rüstem, yanan tarlanızın ve ölen çocuklarınızın bir amaç uğruna yok olduğuna sizi inandırır.
Firdevsi’nin dizelerinden modern zamanın İran’ına geçiş yaptığınızda Rüstem şekil değiştirir. Herhangi bir İran kentine gittiğinizde şehir meydanlarında 1979 Devrimi, İran-Irak Savaşı veya Suriye-Irak İç Savaşları’nda öldürülmüş birçok Rüstem’in posterleriyle karşılaşırsınız. Bu ölü Rüstemler bir yere kadar insanlara umut verir lakin ölmüş insanlar, ne kadar kahraman/şehit de olsalar, sonuçta ölmüşlerdir ve bilinçaltında bir başarısızlığa tekabül ederler. 2010’larda Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen’de yüzbinlere yaklaşan sayıda milise sahip olan İran’a yaşayan bir Rüstem lazımdı. İşte ünlü Kasım Süleymani’nin ismi bu gereklilik üzerine hayatımıza girdi.
Kasım Süleymani’nin askeri hayatını şekillendiren Devrim Muhafızları, Şah Pehlevi’den devralınan orduya güvensizlik duyulmasıyla ortaya çıktı. Devrim Muhafızları, birçok totaliter rejimde örnekleri görülen ve orduyu dengelemek için ideolojik fanatiklerden kurulan birliklerden biridir. Bağlılıkları ülkeye değil rejime olan bu birlikler, rejimin kuruluş günlerinden bugüne kadar hem içeride rejim muhaliflerini pasifize etmekle, hem de dışarıda rejimin çıkarları doğrultusunda operasyonlar düzenlemekle görevlidir.
Devrim Muhafızları bir milis gücü olması dolayısıyla hücreler halinde örgütlenmiştir. Bu durum hücreler için birçok lidere ihtiyaç duyulmasına sebep olur. Lider kişiliklerin gelişimine imkan sağlayan bu yapı, komuta kademesinde oluşabilecek boşlukların hızlıca kapatılmasına da imkan sağlamaktadır. Bu yapıda, liderler emri altındaki milisler için hayati önemde olsalar da kurumsal devamlılık açısından liderlerin ikinci planda olduğunu söylemek mümkün. Kasım Süleymani de bu süreci takip ederek Devrim Muhafızları’nın elit birliği Kudüs Gücü’nün başına gelmişti.
Normalde pek göz önünde olmaması gereken bu ‘’derin devlet’’ figürü Suriye’de savaşın Şam rejimi için kötü gittiği günlerde medyada görünmeye başladı. Şam hem sahada toprak kaybediyor, hem de Körfez medyasının etkin propagandası ile psikolojik savaşta geriye düşüyordu. Savaşın tüm taraflarının savaş suçları işlediği bir dönemde, Şam rejimi savaşın tek kötü tarafı haline gelmişti. IŞİD ve El Kaide tıpkı bugünkü gibi terör eylemleri yaparken, Körfez medyasında bunlar görmezden geliniyordu. Kasım Süleymani bu dönemde İran’ın karşı hamlesi olarak devreye girdi. Süleymani hem cephede askerlerle yan yana pozlar veriyor, hem de giyimi ve gülümsemesiyle bir Zaloğlu Rüstem imajı çiziyordu.
Cephede kazanılan muharebelerden sonra hızla medyaya fotoğrafları salınan Süleymani, İran’dan Suriye ve Irak’a akan Şii milisler için rol model haline geldi. İran’ın bölgedeki gayri nizami harbi iyi yönetmesi ve Rusya’nın da sahaya girmesiyle muhalifler, El Kaide türevleri ve IŞİD’e karşı zaferler arka arkaya geldi. İran devletinin tüm istihbarat, askeri ve diplomatik başarısı ise her kazanılan cephede beliren Süleymani ile mühürleniyordu.
Bu dönemde Batı medyasındaki İranofobik kesimlerin de katkısını hatırlamak gerekiyor. Medya, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’ni olduğundan daha güçlü göstererek Batılı hükümetlerin savaşlarının meşrulaştırılmasında ve hükümet bütçelerinden silah şirketlerine aktarılan paranın normalleşmesinde büyük etkendi. Aynı strateji bu defa da Kasım Süleymani’yi yenilmez bir düşman olarak göstererek Avrupa’da ve Amerika’da toplumları Suriye ve Irak’ta savaşa girilmesinin doğru olduğuna inandırmak için kullanıldı.
Süleymani, Irak ve Suriye’de sıcak çatışmaların bitmeye başladığı bugünlere böyle geldi. Suriye’de iç savaş İdlib dışında neredeyse sonlandı. Irak’ta ise IŞİD’in alan hakimiyetine son verilmesi ve Kerkük’ün Bağdat’a tekrar dönmesi ile büyük çatışmalar sonlandı. İran rahat bir nefes alacağını düşünürken, hem Bağdat ve Basra gibi Şii yoğunluklu Irak şehirlerinde İran destekli merkezi hükümete karşı düzenlenen protestolar, hem Lübnan’da Hizbullah destekli hükümete karşı protestolar, hem de İran’da rejime karşı düzenlenen protestolarla sarsıldı.
İran, yeraltı hidrokarbon kaynakları yönünden zengin bir ülke olmasına rağmen yıllardır ambargo altında olduğu için ekonomisi kırılgan bir ülke. Buna son yıllarda yurtdışında faaliyet gösteren İran yanlısı milis gruplarına verdiği desteğin de ağırlığı eklendi. Totaliter bir rejim olması dolayısıyla yolsuzluğun kontrol altında tutulamaması ve artan gelir adaletsizliği İran toplumunun akut problemi haline gelmiş durumda. 2009’da Musavi’nin sandıkta kazandığı fakat masada kaybettiği seçimin ardından sokağa çıkan üst-orta sınıf İranlılar’ın yerini bugün geçim sıkıntısı içindeki alt kesimler almış durumda. Tebriz, Tahran gibi reformist şehirleri aşıp Meşhed, Kum gibi muhafazakar şehirlere kadar taşınan son gösteriler, molla rejiminin kendi tarihinde karşılaştığı en büyük halk hareketi. Bine yakın insanın öldürüldüğü son gösterileri zor da olsa bastıran rejim için sorun kapanmış değil. Ülkenin batısındanki büyük Azeri nüfus daha fazla kültürel özgürlük istiyor. Güney batıdaki Kürtler’in hem etnik, hem mezhepsel azınlık olmaları dolayısıyla rejime bağlılıkları pamuk ipliğine bağlı. Beluci, Özbek, Türkmen gibi görece küçük etnik gruplar da dahil edildiğinde varolan ekonomik sıkıntıların hızlıca daha büyük bir ayaklanmayı tetikleme riski açıkça görülüyor.
İçeride bu sıkıntılarla uğraşan İran, dışarıdaki gücünden feragat etmek zorunda kalacaktır. Bunun ne zaman ve nasıl olacağı ise sürecin işleyişine bağlı. Tam da bu noktada Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ilginç bir noktaya oturuyor. Irak’ta hükümete karşı protestolar devam ederken, Irak Hizbullahı’na ait bir karargahın vurulması ve üst düzey subayların öldürülmesi üzerine İran bir kumara girişti. Amerikan konsolosluğuna karşı yapılacak bir protestonun Iraklı muhaliflerin öfkesini Amerika’ya çevirebileceğini düşünen İran’ın blöfünü Amerika, yıllardır İran’ın cephedeki yüzü olan Kasım Süleymani’yi öldürerek gördü.
Düşmanlarının ve dostlarının dilinde antik çağ kahramanlarına dönüştürülmüş, Ortadoğu’da düşen her yaprağın ondan bilindiği Kasım Süleymani’nin böyle bir kumarda harcanması aslında betimlemelerin yanlışlığını da kanıtlıyor. İran bölgedeki gücünü karmaşık bir ilişkiler ağına ve yıllar içinde oluşturduğu stabil bir ittifaklar sistemine borçlu. Bunu tek bir kişinin çabası ve yeteneği ile oluşturulmuş olduğuna inanmak romantik bir safsatadan fazlası değil maalesef. Öldürülmesinin üzerinden kısa zaman geçmesine rağmen Süleymani’nin yerini, İsmail Kani’nin atanması da boşluğun hızlıca doldurulacağına işaret.
ABD’nin Ortadoğu’dan uzaklaşırken İran’a haddini bildirme çabası içinde olduğu ve İran’ın, Amerika’nın yarattığı boşlukta alan kaybetmeden efor azaltmak istediği ortada. Tarafların arasındaki savaşın yeni bir boyut kazandığı bu dönemde, eski savaş tarzının oyuncularından birinin kaybı İran için büyük bir darbe değil. Amerika’nın sahadaki müttefikleri Suudi Arabistan ve İsrail ile İran arasındaki alan savaşı önümüzdeki dönemde gayri nizami karakterini sağlamlaştırarak devam ettirecek. Amerika bu dönemde İran’a konsolosluğuna yaptığı saldırıya cevap vererek kırmızı çizgilerinden birini gösterdi. İran’ın buna cevabı alandaki vekillerinin Amerika ve müttefiklerine yapacağı terör saldırıları ile kısıtlı kalacak gibi duruyor.
Kasım Süleymani’nin ölümü ne kadar büyük bir çatışmanın kapısını açacak gibi görünse de kişisel fikrim bunun tam tersi olacağı yönünde. Bölgesel aktörlerin yorulduğu bir dönemdeyiz; terör saldırılarının ve toplumsal hareketlerin, sıcak savaştan daha çok konuşulacağı günlere giriyoruz.